54866456 Flipbook PDF

26662626
Author:  m

71 downloads 130 Views 30MB Size

Recommend Stories


Porque. PDF Created with deskpdf PDF Writer - Trial ::
Porque tu hogar empieza desde adentro. www.avilainteriores.com PDF Created with deskPDF PDF Writer - Trial :: http://www.docudesk.com Avila Interi

EMPRESAS HEADHUNTERS CHILE PDF
Get Instant Access to eBook Empresas Headhunters Chile PDF at Our Huge Library EMPRESAS HEADHUNTERS CHILE PDF ==> Download: EMPRESAS HEADHUNTERS CHIL

Story Transcript

KUYU AYDINLIK DERİNLERDE GİZLİ

MART 2021

SAYI 6

Kuyu Ek b YAYIN EKİBİ

YAZAR EKİBİ

Mete Bacaksız

Beyza Zorlukol

Elçin Irmak Şuheda Şalışlıoğlu Emine Hilal Mutlu

Mersin Üniversitesi Psikoloji Topluluğu E-Dergi ekibi Kuyu olarak yazım ve yayın sürecimizi çok keyif alarak tamamladığımız Mart sayımızı sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyuyoruz. Keyifli okumalar dileriz..

Batuhan Burunsuz Çiğdem Gültek Yasemin Doğan

Soru, görüş ve önerilerinizi bizimle paylaşabilirsiniz; Mail Adresimiz: [email protected] İnstagram Adresimiz: kuyu.psikoloji

İÇİNDEKİLER 1-3 / PSİKOLOG OLMAK: SPOR PSİKOLOĞU OLMAK SPOR PSİKOLOĞU ARDA COŞKUN 4-7 / GELECEK KAYGISININ GENÇLER AÇISINDAN ELE ALINMASI HİLÂL KARABULUT 8-11 / BELİRSİZLİĞE KARŞI TAHAMMÜLSÜZLÜK BATUHAN BURUNSUZ 12 / MODEL OLMAK YA DA OLAMAMAK, İŞTE BÜTÜN MESELE BU! KLİNİK PSİKOLOG AHMET SERT 13-14 / SOSYAL MEDYA KULLANIMI VE NARSİSİZM YASEMİN DOĞAN 15-16 / OYUN TERAPİSİ NEDİR ? UZMAN KLİNİK PSİKOLOG BETÜL KORKMAZ 17-20 / FİLM ANALİZİ: AUSCHWITZ: ÇİZGİLİ PİJAMALI ÖLÜM ŞUHEDA ŞALIŞLIOĞLU 21-22 / KARA SAYFA: ÇARESİZLİK KAFESİ ÇİĞDEM GÜLTEK 23-25 / BİYOGRAFİ KÖŞESİ: ÜSTÜN DÖKMEN ELÇİN IRMAK 26-28 / BAĞLANMA STİLLERİNİN DUYGUSAL İLİŞKİLERDEKİ ROLÜ BEYZA ZORLUKOL 29-30 / MAGAZİN KÖŞESİ: ROBİN WİLLİAMS-BİPOLAR BOZUKLUK METE BACAKSIZ

MART 2021

Ψ

PSİKOLOG OLMAK:

Spor Psikoloğu Olmak

Ψ

Tüm okuyuculara selamlar. Ben spor psikoloğu Arda Coşkun. Spor psikolojisi ülkemizde gelişmeye devam etmekte olan psikolojinin alt dallarından biri. Belki sizlerin arasından da spor psikolojisine ilgili kişilerin yanı sıra daha önce bu alanı hiç duymamış olanlarınız da vardır. Bu nedenle bu iki gruba da hitap edebileceğini düşündüğüm şekilde bu yazıyı kaleme almaya çalışacağım. Öncelikle bu alana nasıl yöneldiğimden başlasam fena olmayacak. Psikolog veya özellikle spor psikoloğu olmak hayali kurmadan önce birçok çocuk gibi sporcu olma hayalim beni en çok heyecanlandıran şeydi. İçe dönük ve kendini ifade etme konusunda zorluk yaşayan bir çocuk olarak belki bu heyecanımın ben bile farkında olmadan ailemin bu konuda beni cesaretlendirmesi ile sporla tanıştım. İlk deneyimim yazın katıldığım bir spor okuluydu. Burada basketbol, yüzme ve tenisin de yer aldığı birçok branşla tanışma fırsatı buldum. Bu branşlardan hem en çok sevdiğim hem de kendimi en iyi hissettiğim branş basketbol olarak ön plana çıktı. İşte bu noktadan sonra hayatımdaki basketbol serüveni başladı. Spor okulundan bir spor kulübüne gidiş, seçmelere katılma ve takıma seçilmemle beraber ilk kez bir takımın parçası olmuştum. Artık İ.T.Ü (İstanbul Teknik Üniversitesi) altyapısındaki lisanslı bir sporcu olmuştum. Minik takımda başlayan serüven genç takıma kadar devam etti. Hiçbir zaman hayalimdeki profesyonel sporculuk kariyerine ulaşamadım. Fakat bu yolda öncelikle kendi deneyimlerimden sonra da etrafımda yaşanan farklı deneyimleri gözlemleyerek sporda psikolojik faktörlerin ne denli önemli olduğuna karar verdim. Kendi hikayemdeki bu dönüşümü çok seviyorum çünkü profesyonel sporcu olamayacağımı anladığım anda spora küsmeden hayatımdaki en keyifli alanı bir başka çok merak ettiğim alan olan psikolojiyle birleştirmeye karar verdim. Bu kararla beraber, hem sporun içinde kalmayı hem de sporculuk deneyimim sırasında yaşadığım psikolojik engelleri yaşayan sporculara destek olarak bir anlamda sahanın içinde de kalmayı başardım. Neticede başarısızlıklardan, farklı başarı hikayeleri çıkabiliyor.

Sporculuğun da getirdiği hedef belirleme ve planlı olma yetileri ile spor psikoloğu olacağıma karar verdikten sonra eğitim hayatımdaki tüm adımları da bu hedef doğrultusunda planladım. Bu planın ilk adımı tabi ki üniversite sınavında iyi bir üniversitede psikoloji bölümünü kazanmaktı. Bu ilk adımdaki adresim İstanbul Bilgi Üniversitesi oldu. Lisans eğitimim boyunca spor psikolojisi ile ilgili kaynaklar bulup bir dersim varmış gibi heyecanla ödev ve sunumlar hazırladığımı hatırlıyorum. O dönemde ne yazık ki üniversitemde spor psikolojisi dersi yoktu ama tüm hocalarım beni bu alanda ilerlemem için cesaretlendirip destek olmuşlardı. Yıllar sonra üniversiteme dönüp spor psikolojisi dersini verecek kişi olacağımı bilemiyordum tabi ki. Bu deneyim kariyerimdeki en özel anlardan biriydi. Neyse odağımızı kaybetmeden devam edelim.

1

Lisans hayatımda dediğim gibi kaynak bulmak ve kendimi geliştirmek için her şansı değerlendirmeye çalışıyordum. Bu önemli şanslardan biri, üçüncü sınıftayken Galatasaray futbol altyapısında bulduğum staj çalışmasıydı. Bir yıl boyunca kulüpte gözlem yapma şansım olmuştu. İlk kez bir kulüpte psikoloji öğrencisi olarak gözlem yapıyor, sporcularla, antrenörlere ve sporcu aileleri ile sohbet ediyordum. Akademik olarak da kendimi geliştirmek için alanda çalışan uzmanlarla iletişime geçmeye çalışıyordum. Marmara Üniversitesi’nde Cengiz Karagözoğlu ile de bu sayede tanıştım. Cengiz hocanın spor psikoloji derslerine konuk öğrenci olarak katılmaya başladım ve bu sayede sadece literatürden değil akademik olarak da spor psikolojisi hakkında kendimi besleme şansı buldum. Lisans eğitimim sonrası önümde iki yol vardı. İlk yol yurt dışına çıkıp spor psikolojisi yüksek lisansı yapmaktı ki bu yolu kullanan psikoloji kökenli ilk kişi olacağımı da o dönemde bilmiyordum. İkinci yol da Türkiye’de kalıp spor psikolojisine yakın alanlarda bir yüksek lisans yapmaktı. 2006 yılında lisans eğitimim bitmişti ve o dönemde ülkemizde bir spor psikolojisi yüksek lisans programı da yoktu. Bu gerçek de seçimlerinizi yönlendirmekteydi. Ben iki yoldan da beraber gitme kararı aldım. Önce Marmara Üniversitesi spor yöneticiliği yüksek lisans programı başvurdum ve kabul edildim. Bu sayede hem sporun farklı profesyonel alanlarını tanıma hem de spor psikolojisi üstünde tez yazma şansım oldu. İlk yıl derslerimi aldım ve tez yılıma girdiğimde eğitimimi dondurarak İngiltere, Roehampton Üniversitesi’nde spor psikolojisi yüksek lisans programına kabul alarak İngiltere’nin yolunu tuttum. Orada derslerimi alıp tezimi yazdıktan sonra Türkiye’ye dönüp Marmara Üniversitesi’ndeki tezimi de bitirerek iki uzmanlığımı da tamamlamış oldum. Uzmanlığımı aldıktan sonra alanda uygulamacı olarak çalışmaya başladım. İlk çalışmalarım gönüllü veya çok sembolik ücretlerle oluyordu. Bu dönemde sabırlı olmak ve kendinizi geliştirmeye devam etmek çok önemli. Hem kendi tecrübemde hem de birçok öğrencimde gördüğüm kadarıyla bu dönem kırıcı ve zorlayıcı olabiliyor; kişiler bu süreçte hayallerinin peşinden koşmayı bırakmaya yatkın olabiliyorlar. Hikayenin bu kısmını fazla da uzatmadan 2021 yılına gelirsek on seneyi aşkın bir süredir spor psikolojisinin hem akademik hem de uygulamalı alanında katkı sağlamaya çalıştığımı söyleyebilirim.

2

Kariyerimi oturttuğum üç ana çalışma alanından bahsederek spor psikolojisindeki çalışma alanlarına da değinmiş olmayı umut ediyorum. Dediğim gibi üç temel alanda çalışıyorum. Bunlardan ilki spor kulüpleri veya federasyonlar ile yaptığımız projeler. Bu projelerden bazıları uzun bazıları ise kısa vadeli olabiliyor. Örneğin, Anadolu Efes Spor Kulübü ile 2006 yılında başladığımız proje halen devam etmekte. Fenerbahçe Doğuş Yelken’le de 2005 yılında beri çalışıyorum. Eczacıbaşı Spor Kulübü ile de 2020 yılında başladığımız proje görece yeni olmasına rağmen çok sağlam temellere oturmuş bir halde devam ediyor. Bu süre zarfında kısa vadeli olarak da birçok farklı kurumla çalışma fırsatım oldu. Kariyerimdeki ikinci ana alan ise bireysel danışmanlık. Bu sürece de İngiltere’den dönüp uzmanlığımı almış olmanın verdiği etik rahatlık ile başladım. Önceleri farklı danışmanlık merkezlerinde sonra da kendi merkezimde birçok farklı branş ve yaş grubundan sporcu ve ailesi ile çalışmaya başladım ve devam ediyorum. Son çalışma alanım da tahmin edeceğiniz gibi akademik alan. İlk ders verdiğim üniversite mezunu olduğum İstanbul Bilgi Üniversitesi olmuştu. Daha sonraki dönemlerde birçok farklı üniversitede seçmeli ders olarak spor psikolojisi dersini öğrencilere tanıştırmaya çalıştım. Şu anda da Acıbadem Üniversitesi lisans programı ve Kadir Has Üniversitesi Spor ve Sağlık Psikolojisi yüksek lisans programlarında akademik kariyerime devam etmekteyim. Spor psikolojisinde benim odaklanmadığım farklı çalışma alanları da mevcut. Bunların başında sağlık kurumları, belediyeler, Gençlik ve Spor Bakanlığı veya eğitim kurumlarını sayabilirim. Bu kurumlarda da spor psikoloğu olarak çalışma ve proje geliştirme imkanınınız var.

Akla gelen ilk sorulardan bir diğeri de spor psikoloğu ne yapar ve nasıl çalışır oluyor? Bu sorulara cevap vermeden kısaca bu spor ve egzersiz psikolojisinin farklarından bahsedeyim. Öncelikle spor psikolojisinin de alt dalları var. Spor ve egzersiz psikolojisi bu noktada ayrılıyor. Spor psikolojisinde daha fazla performansa odaklanırken, egzersiz psikolojisinde iyi oluş, gelişim ve sağlık için spor konularına daha fazla odaklanıyoruz. Ayrıca uzmanlığın da uzmanlığına odaklanmanın kariyer planlamasında çok daha yararlı olacağını düşünüyorum. Örneğin; sadece sakatlık yaşayan sporcularla tedavi-rehabilitasyon sürecinde çalışmaya odaklanabilir ve sağlık kurumlarımerkezlerinde çalışabilirsiniz. Ayrıca birkaç branş üstüne uzmanlaşmak veya yaş grupları üstünden bir uzmanlık altı uzmanlık geliştirmek de mümkün. Yurt dışında sadece çocuk-ergenlerle veya sadece yetişkin sporcuları ile çalışan spor psikologları yer almaktadır. Spor ve egzersiz psikolojisi ayrımını da yaptıktan sonra spor psikoloğu ne yapar ve nasıl çalışır sorularının yanıtlamaya çalışayım. Spor psikologları, zihinsel antrenman teknikleri aracılığıyla sporcunun psikolojik yetilerini güçlendirmeye ve bu sayede sporcunun kendi potansiyel optimum performansına ulaşmasında yardımcı olan uzmanlardır. Bu çerçevede sporcular merkezde olmakla beraber antrenör ve sporcu ailelerine de destek vermekteyiz. Bireysel veya grup çalışmaları ile hedef belirleme, motivasyon, konsantrasyon, stres ve kaygıyı karşılama, sakatlık sonrası iyileşme süreci, takım bütünlüğü sağlama, performans rutinleri ve zihinsel antrenman teknikleri ile farkındalık kazandırmaya ve gelişimine katkı sağlamaya çalışıyoruz. Spor psikolojisinde de psikolojinin diğer alanlarındaki gibi farklı ekollerin kullanıldığını görebiliyoruz. Bunlardan en çok kullanılanlar; BDT (Bilişsel Davranışçı Terapi), çözüm odaklı terapi, Mindfulness ve EMDR (özellikle sakatlık sonrası iyileşme sürecinde) teknikleridir. Elimden geldiğince özetle ve sıkıcı olmadan sizlere hem kendi kariyerimden hem de spor psikolojisinden bahsetmeye çalıştım. Umarım keyifli ve yararlı bir yazı olmuştur. Sağlıkla kalın, tutkularınızın peşinde koşun.

Spor Psikoloğu Arda COŞKUN 3

GELECEK KAYGISININ GENÇLER AÇISINDAN ELE ALINMASI

Gelecek, iş, aile, ekonomi, statü, değerler, kariyer, eğitim, sağlık ve daha onlarca değişkenden doğan belirsizliklerin birbirine bağlandığı, tüm iyi ve kötü olasılıkların kendine yer bulduğu bir gökyüzünde beliren; bir başka ihtimale izin vermeyerek, biriktirdiği bilişsel çarpıtmaları kimi zaman damla damla, kimi zaman sağanak sağanak yağdıran bir buluta benzer kaygı hâli. Bu hâl, bireyin her gelişim döneminde duyumsayabileceği, temelde onu tetikte ve hayatta tutmaya yarayan bir tepki olsa da yönetilemeyen düzeylere ulaştığında asıl görevinden uzaklaşarak çarpık düşüncelerle beslenen işlevsiz ve istenmeyen bir forma evrilebilir. Gelişimin basamaklarından biri olan gençlik dönemi de bu noktada önemlidir. Çünkü gençlik, kişinin bir “birey” olarak kendi kimlik arayışının sonuca bağlanmaya başladığı ve toplumda bir yer edindiği geçiş sürecidir. Bu dönem; bir dizi biyolojik, kişilerarası, bilişsel ve çevresel değişimlerin yanı sıra stres verici yaşam olaylarının sayısının 21.yüzyılın henüz çok başlarındayız ve tarihin t artması nedeniyle mental hastalıkların başlangıcı için “hassas” bir noktadadır (Schonert-Reichl ve Muller, 1996; sıkıntının o dönemde yaşanıp bitmediğini, zam aktaran Topkaya ve Meydan, 2013). Ayrıca gelişen teknoloji ve modernlik düzeyi ile topluma sirayet eden koşullar değiştikçe bunu farklı şekillerde yaşadığı “devamlı belirsizlik ve amaçsızlık” hâli, kişilerin hedeflerine ilişkin eylemlerinde bir engel olmaya başladığı için zamane çağımız teknoloji devriyle birlikte çok dah ve bununla birlikte çevre, cinsiyet, ekonomik düzey, eğitim, statü gibi çeşitli etkenlerden de beslendiği için genç hızlı girişi, beraberinde sosyal mecraların çevr bireylerin geleceklerine ilişkin bir kaygıya sürüklendiği söylenebilir. Zivin ve ark. (2009; aktaran Topkaya ve aracılığıyla kendimizi insanlara daha fazla göstere Meydan, 2013)’na göre, gençlerin yaşadıkları problemleri erken dönemde belirleme, önleme ve müdahale plana çıkmasına yol açıyor. Sosyal medyadaki “t etme; mental hastalıkların engellenmesinde umut verici bir yol olarak görülmektedir. Bu nedenle de gençlerin olsa da gizli ve sessiz bir şekilde benliğimize sı ne tür problemler yaşadıklarını, kaygılarının nelerden tetiklendiğini ve etkilendiğini, ne tür önleyici tedbirlerin bilgisayarlar aracılığıyla bilinçaltımızda yer etmey alınabileceğini anlamak önemli görülmektedir. Bu derleme gelecek kaygısını gençler açısından ele alarak etmesine gerek kalmıyor. Bir ayna etkisi edasıy durumun nasıl seyrettiğini anlamak ve anlatmak amacını taşımaktadır. anlamda) onu tekrarlamaya çalıştığımız bir dünyad

SOSYAL MEDYA KULLANIMI VE NARSİSİZM

Sosyal medya özseverlik, nar sevmesi, beğen almasaydı dahi Kaygı (Anksiyete) Hâli ve Tanısı ile normalden başkalarından t Kaygıyı öncelikle kelime olarak incelemek gerekirse: Kaygı, Türk Dil Kurumu güncel sözlüğünde “üzüntü, özellikle de son endişe duyulan düşünce, gam, tasa”, “genellikle kötü bir şey olacakmış düşüncesiyle ortaya çıkan ve sebebi büyük etkileri v bilinmeyen gerginlik duygusu” şeklinde açıklanmaktadır (TDK, 2021). Anksiyete kelimesinin kökeninin sıkışma karşı taraf bunu anlamına gelen “angh” kelimesinden ve/veya Köknel (1989; aktaran Şanlı-Kula ve Saraç, 2016)’e göre Eski ben neden bun Yunancada endişe, korku, merak anlamında kullanılan “anxietas”tan geldiği düşünülmektedir. görsün, yorumla narsisizm anlay narsisizm üyele

4 29

Bireylerin, yaşamlarının herhangi bir zamanında olağan bir duygu olarak kaygı hissetmeleri normaldir. Zira bu kaygı hâli, strese verilen normal bir tepkidir. Beklenen bir gelecek tehlikede kişiye o durum ile başa çıkmada noktasında “savaş ya da kaç” tepkisi ile tehlikeden kaçınmanın sağlanmasında işlevsel rol oynamakta ve tüm gelişimsel evreler boyunca farklı tetikleyicilerden beslenerek kendini göstermektedir. Akkuş-Çutuk (2017), anksiyetenin makul düzeyinin uyumlu olabileceğini, olası tehditler konusunda plan ve hazırlık yapılmasına yardım edebileceğini; hafif ve orta düzey anksiyetenin öğrenme ve performansı arttırabileceğini hatta kimi zaman bireyi daha işlevsel ve becerikli forma getirebileceğini söyler fakat bazı durumlarda anksiyetenin belirtileri aşırı, uyumsuz ve engelleyici bir hâl aldığında bireyi zihinsel, davranışsal ve fiziksel olarak olumsuz boyutta etkileyebileceğini ve bununla başa çıkmasını ketleyebileceğini de belirtir. Böyle bir durumda kaygı, bireyde belirgin sıkıntılara ve işlev bozukluklarına yol açan patolojik bir hâl alabilir. Bu karara varabilmek için yine Akkuş-Çutuk (2017)’a göre, uyaranın şiddeti ile ortaya çıkan anksiyetenin orantılı olmaması, zamanla azalmak yerine değişmemesi ya da şiddetlenmesi, klinik tabloya ağırlıklı olarak anksiyetenin fiziksel belirtilerinin hâkim olması, anksiyeteye katlanılamaması ve işlevselliğin bozulması gerekir. Tanı düzeyindeki anksiyete bozuklukları Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından hazırlanan DSM-V (2013)’te; “Panik Bozukluğu”, “Ayrılma Anksiyetesi Bozukluğu”, “Agorafobi”, “Özgül Fobi”, “Sosyal Anksiyete Bozukluğu”, “Yaygın Anksiyete Bozukluğu”, “Diğer Sağlık Durumuna Bağlı Anksiyete Bozuklukları” olarak sınıflandırılmaktadır. Ayrıca tanı henüzdepresyon, çok başlarındayız düzeyindeki anksiyete, bireylerin içinde bulunduğu başka tetikleyicilerden21.yüzyılın de beslenerek yeme ve tarihin t sıkıntının o dönemde yaşanıp bitmediğini, zam bozuklukları ve bunlara benzer daha ağır patolojilerle birlikte görülebilmekte veya bunlara yol açabilmektedir. koşullar değiştikçe bunu farklı şekillerde yaşadığı zamane çağımız teknoloji devriyle birlikte çok dah hızlı girişi, beraberinde sosyal mecraların çevr aracılığıyla kendimizi insanlara daha fazla göstere plana çıkmasına yol açıyor. Sosyal medyadaki “t olsa da gizli ve sessiz bir şekilde benliğimize sı bilgisayarlar aracılığıyla bilinçaltımızda yer etmey etmesine gerek kalmıyor. Bir ayna etkisi edasıy anlamda) onu tekrarlamaya çalıştığımız bir dünyad

SOSYAL MEDYA KULLANIMI VE NARSİSİZM

Kaygı, gençlerde daha çok “geleceğe ilişkin” olarak görülmekte ve akademik başarı, okul davranışları, sosyal ilişkiler gibi birçok psiko-sosyal işlevi olumsuz şekilde etkilemektedir.

Gençlik Döneminde Gelecek Kaygısı ve Tetikleyici Etkenler

Yaşamın gündelik akışı içinde bir şekilde gerçekleşen değişimler ve ortaya çıkan yeni durumlar; bireyleri geçmişten şu ana gelen ve geleceğe doğru devam eden bilinmeyen, belirsiz pozisyonlara konumlandırır. Bu Sosyal medya hâl, geleceğin belirsizliğini bireye şu anda iken “yoğun” bir biçimde hissettirir ve “kaygılanmaya” sebebiyet verir. özseverlik, nar Gençlik dönemi de hâli hazırda bireyin sosyal ve fiziksel değişimleriyle bağlantılı olarak; duygusal, davranışsal, beğen cinsel, ekonomik, akademik ve toplumsal birçok çatışma yaşadığı, “kimlik bulma” çabalarının arttığı sevmesi, bir dahi çelişkiler dönemidir (Bayhan, 2003; Doğan ve ark., 1994; Özkürkçügil Çorapçıoğlu, 1999; aktaran Denizalmasaydı ve ile normalden Sümer, 2010). başkalarından t Gençlik döneminde “zaman ufkunun genişlemesi”ne bağlı olarak “geleceği algılama” eylemi, genç bireyin özellikle de son kendinin ve dünya ile ilişkilerinin değiştiğini görmesi ile “eş zamanlı” değişmektedir. Bu noktada gelecek kaygısı büyük etkileri v gençliğin en büyük konularından biridir; çünkü bu değişim anı, geleceğin şimdiki zaman içinde bir hazırlık karşı taraf bunu olarak kurulduğu andır. Bazen geleceğe yönelik bu kaygıyı gençler daha genel bir biçimde (korkuyorum, ben neden bun endişeleniyorum; gelecekten, artık çocuk olmamaktan…) dile getirirken, çoğu zaman kaygının ana konusu görsün, yorumla (sevebileceğim mesleğim olmamasından, hiçbir şey olamamaktan…) kesinleşir (Onur, 1980). narsisizm anlay narsisizm üyele

5 29

Kaygı; psikolojik tehditlerden, beklenmeyen yeniliklerden, sosyal-performans durumlarından, bilişsel mekanizmalardan ve koşullu ilişkilerden oldukça tetiklenir (Akkuş-Çutuk, 2017). Üniversite öğrencileri ile yapılan çeşitli çalışmalar gençlik döneminde sıklıkla; kaygı, depresyon, sinirlilik, öfke, obsesif-kompulsif özellikler, kişiler arası ilişkilerde huzursuzluk gibi etkisi güçlü olan sorunların ortaya çıktığını göstermektedir (Ateş, 2019; aktaran Surat ve Ceran, 2020). Bu da gençlerde geleceğe ilişkin kaygıyı etraflıca inceleyen çalışmalar yaparak yeni bulgulara ve önleyici tedbirlere ulaşılmasının hem genç bireyler hem de toplum için ne denli önemli olduğunu göstermektedir. Gençlerin gelecekten beklentilerinin sorulduğu bir araştırmada ilk sırayı “iyi bir iş sahibi ve toplum tarafından saygı duyulan bir birey olma” almıştır. İkinci sırada “huzurlu bir yaşam sürme” ve üçüncü sırada “zengin olma beklentisi” olmuştur (Yavuzer ve ark., 2005; aktaran Surat ve Ceran, 2020).

SOSYAL MEDYA KULLANIMI VE NARSİSİZM

21.yüzyılın henüz çok başlarındayız ve tarihin t sıkıntının o dönemde yaşanıp bitmediğini, zam koşullar değiştikçe bunu farklı şekillerde yaşadığı zamane çağımız teknoloji devriyle birlikte çok dah hızlı girişi, beraberinde sosyal mecraların çevr aracılığıyla kendimizi insanlara daha fazla göstere plana çıkmasına yol açıyor. Sosyal medyadaki “t olsa da gizli ve sessiz bir şekilde benliğimize sı bilgisayarlar aracılığıyla bilinçaltımızda yer etmey etmesine gerek kalmıyor. Bir ayna etkisi edasıy anlamda) onu tekrarlamaya çalıştığımız bir dünyad Yapılan bazı çalışmalarda gençlerde duyulan gelecek kaygısı üzerinde cinsiyet (Aygün, 2014; Yazar-Aslan, 2015; Surat ve Ceran, 2020; Şanlı-Kula ve Saraç, 2016; İmamoğlu ve Güler-Edwars, 2007), aile içi ve dışı faktörler (çevre) ile ebeveyn tutumu (Aygün, 2014; Yavuz, 2018; Tuncer, 2011), okul başarısı, öğrenim görülen okul (Surat ve Ceran, 2020); meslek seçimi ve işsizlik (Yavuz, 2018; Yazar-Aslan, 2015; Surat ve Ceran, 2020), sosyoekonomik düzey ve bulunulan/barınılan yer (Yavuz, 2018; Surat ve Ceran, 2020), içsel ve dışsal amaçlar ile kişilik, kimlik, benlik ve öz anlayış düzeyleri (Aygün, 2014; Yavuz, 2018; İmamoğlu ve Güler-Edwars, 2007; Deniz ve Sümer, 2010) gibi değişkenlerin önemli ölçüde tetikleyici/etkileyici olduğu bulunmuş ve bunların kaygı düzeyinde bireyler arası farklılıklarla kendini gösterdiği görülmüştür.

Çoğunlukla araştırma bulgularında benzer olarak: Genç bireylerde kaygının “orta” düzeyde duyulduğuna, kızlarda erkeklere kıyasla “daha yüksek” görüldüğüne, ailenin tutumunun destekleyici olmasının kaygıyı azaltırken baskıcı ve aşırı otoriterliğin kaygı faktörü olduğuna, bireylerin içsel ve dışsal amaçlarının dengede ve itici bir güç olarak tutulduğunda kaygıyı motive edici bir etken olarak kullanabildiklerine, tanı düzeyinde bir kaygı bozukluğu yaşandığında aileden, çevreden ve bir uzmandan yardım alınmadığında durumun ciddi Sosyal medya sorunlara ve işlev bozukluklarına yol açarak başka patolojilere de dönüşebileceğine ulaşılmıştır. özseverlik, nar sevmesi, beğen Önleyici Tedbir ve Tedaviler Işığında Öneriler ve Sonuç almasaydı dahi ile normalden Aygün (2014), gençlerde gelecek kaygısını yaşam amaçları açısından çalıştığı araştırmasının bulgularında başkalarından t cinsiyetin gelecek kaygısını etkilediğini saptamıştır. Bu noktada gençlere yönelik tutumda ve eğitim esnasında özellikle de son herhangi bir cinsiyet ayrımı yapmadan, geleceğe umutla bakan donanımlı bireyler yetiştirmenin önemi büyük etkileri v görülmektedir. Ebeveynler, çocukların gelişim dönemlerini ve yaşadığı değişimleri bilerek; baskıcı, otoriter, karşı taraf bunu kıyasçı bir yaklaşımı bir kenara bırakıp destekleyici, demokratik, ilgili bir yaklaşımla bağımsız ve geleceğe ben neden bun umutla bakabilen bireyler yetiştirmeye çabalamalıdır. Elkin (2020), üniversite öğrencileri ile yaptığı bir çalışma görsün, yorumla sonucunda öğrencilerin depresyon, anksiyete, stres ile yaşam doyumu düzeyleri arasında negatif bir ilişkinin narsisizm anlay olduğunu görmüştür. narsisizm üyele

29 6

Bu noktada birçok açıdan değişimin yaşandığı gençlik döneminde yaşam doyumunu arttırmaya ve anksiyeteyi azaltmaya yönelik psiko-sosyal desteğin ve psiko-eğitimlerin verilmesinin, üniversitelerde seminersempozyum gibi programların ve bireysel danışmanlık hizmetlerinin desteklenmesinin önemli olduğu söylenebilir. Ayrıca, Akkuş-Çutuk (2017)’un araştırmasının bulguları da duygusal dışavurum amaçlı psikoeğitim programının anksiyetenin azaltılmasında etkili olduğu görüşünü desteklemektedir.

SOSYAL MEDYA KULLANIMI VE NARSİSİZM

21.yüzyılın henüz çok başlarındayız ve tarihin t sıkıntının o dönemde yaşanıp bitmediğini, zam koşullar değiştikçe bunu farklı şekillerde yaşadığı zamane çağımız teknoloji devriyle birlikte çok dah hızlı girişi, beraberinde sosyal mecraların çevr Özetle, ülkemizin nüfusunun çoğunluğunu oluşturan genç bireyleri gelecek kaygısına iten birçok tetikleyici aracılığıyla kendimizi insanlara daha fazla göstere bulunmaktadır. Bunların etkisini en aza indirgeyerek genç bireylerin psikolojik iyi oluşlarını ve geleceğe umutla plana çıkmasına yol açıyor. Sosyal medyadaki “t bakmalarını sağlamak için en temelde ailenin ve çevrenin bilinçlendirilmesi, uzman yardımının ulaşılabilir olsa da gizli ve sessiz bir şekilde benliğimize sı olması ve yaygın ya da bireysel psiko-eğitim imkânlarının sağlanması tavsiye edilebilir. Çünkü bu sayede bilgisayarlar aracılığıyla bilinçaltımızda yer etmey doğası gereği biyo-psiko-sosyal bir varlık olan insanın; tüm bu biyolojik, psikolojik ve sosyal alanlarda sağlıklı etmesine gerek kalmıyor. Bir ayna etkisi edasıy bir birey olmasına olanak sağlanır ve kaygıyı yöneterek yaşanan sorunlarla daha kolay başa çıkabilmesi anlamda) onu tekrarlamaya çalıştığımız bir dünyad mümkün olur. Metnin başında bir bulut vardı, onu anımsayabildiniz mi? İşte böylelikle o kaygı bulutunun yağmurlarına karşı birey devreye giren otokontrolüyle şemsiyesini açabilir, üzerine yağan bilişsel çarpıtmaları değiştiren alternatif düşünceler üreterek sisli belirsiz griliklerin arasından sızacak taze ışıklara ulaşabilir.

H lâl KARABULUT

KAYNAKÇA Akkuş Çutuk, Z. (2017). Duygusal Dışavurum Amaçlı Psiko-Eğitim Programının Ergenlerin Depresyon, Anksiyete ve Stres Düzeyine Etkisi. Yayınlanmış Doktora Tezi. Sakarya Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Sakarya. Amerikan Psikiyatri Birliği. (2013). Mental Bozuklukların Tanımsal ve Sayımsal El Kitabı, Beşinci Baskı, (DSM-V). (E. Köroğlu, Çev. ed.). Ankara: Hekimler Yayın Birliği. Aygün, M. (2014). Öğrencilerin Yaşam Amaçlarıyla Gelecek Kaygısı Arasındaki İlişki. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Sabahattin Zaim Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Deniz, M. E. ve Sümer, A. S. (2010). Farklı Özanlayış Düzeylerine Sahip Üniversite Öğrencilerinde Depresyon, Anksiyete ve Stresin Değerlendirilmesi. Eğitim ve Bilim, 35(138), 115-127. Elkin, Ö. O. (2020). Üniversite Öğrencilerindeki Anksiyete, Stres, Yaşam Doyumu Düzeyleri ve İlişkili Değişkenlerin Kız ve Erkek Öğrenciler Arasında Karşılaştırması. Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi. Gelişim Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, İstanbul. İmamoğlu, E. O. ve Güler-Edwards A. (2007). Geleceğe İlişkin Yönelimlerde Benlik Tipine Bağlı Farklılıklar. Türk Psikoloji Dergisi, 22 (60), Sosyal 115-132.

medya özseverlik, nar Onur, B. (1980). Ergenlikte Kaygı ve Korkular. Eğitim ve Bilim, S:1, 5(28). sevmesi, beğen Surat, A. ve Ceran D. (2020). Üniversite Öğrencilerinin İşsizlik Kaygısı. ISPEC Journal of Social Sciences & Humanities, 4(3), 145-166. almasaydı dahi Şanlı Kula, K. ve Saraç T. (2016). Üniversite Öğrencilerinin Gelecek Kaygısı. Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, ile normalden 13(33), 227-242. başkalarından t TDK. (2021). Kaygı. (7 Mart 2021 tarihinde, https://sozluk.gov.tr/ adresinden erişildi). özellikle de son Topkaya, N. ve Meydan, B. (2013). Üniversite Öğrencilerinin Problem Yaşadıkları Alanlar, Yardım Kaynakları ve Psikolojik Yardım Alma büyük etkileri v Niyetleri. Trakya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 1(3), 25-37. karşı taraf bunu Tuncer, M. (2011). Yükseköğretim Gençliğinin Gelecek Beklentileri Üzerine Bir Araştırma. Turkish Studies, 6(2), 935-948. ben neden bun Yavuz, M. E. (2018). Gençlik Ve Gelecek Beklentisi: İstanbul, Sancaktepe Örneği. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Maltepe görsün, yorumla Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. narsisizm anlay Yazar Aslan, B. (2015). Genç İşsizliğe Yönelik Alan Araştırması: Üniversite Öğrencileri Arasında Kaygı ve Umutsuzluk. Çalışma İlişkileri Dergisi, 6(2), 71-86. narsisizm üyele https://dunyadanismanlikmerkezi.com/anksiyete-nedir/

GÖRSELLER

297

BELİRSİZLİĞE KARŞI TAHAMMÜLSÜZLÜK Hayatımızda belli amaçları gerçekleştirmek için adım attığımız bu dünyada sürekli engellerle karşılarız. Bu stres verici durumlar da bizi hem bilişsel hem duygusal olarak etkiler sonrasında da davranışlarımıza yansır. Kariyer planı, eş seçimi, aile kurma, ticari anlaşmalar gibi birçok olay bizi “savaş ya da kaç” gibi iki yola sürükler. Bu durum belirsizliğe tahammülsüzlük ile açıklanır. Kimileri bu olayların üstesinden gelirken kimileri de pes etme yolunu seçmek zorunda kalırlar. Hepimizin içinde de belirsizlikleri tolere etmek için belli tahammül sınırı vardır.

Peki, psikolojide bu kavram nasıl tanımlandı? Belirsizliğe tahammülsüzlüğü literatüre kazandıran Frenkel-Bruswick’tir. O belirsizliğe tahammülsüzlük halini kişilik özelliği olarak kabul etmiştir (akt. Öztürk, 2013). Fakat Stanley Budner (1962) çalışmalarında belirsizlikten, bize tanıdık gelmeyen ve ilk kez deneyimlediğimiz durumlarda, problemlerdeki ipuçları ile mevcut olan çözüm yollarının örtüşmediği ve bu yüzden durumların gruplandırılamadığı şeklinde bahseder (akt. Karataş ve Uzun, 2018). Tanımlanamayan bu durumlar da yenilik, karmaşıklık ve çözümsüzlük olmak üzere üç şekilde ifade edilir (akt. Armutlu, 2019). Biz bu durumdan kurtulmak için ya inkâr ederiz ya da ona boyun eğeriz. İnkâr eden kişiler yaşanan olayı bir şekilde var olandan farklı algılamaya, boyun eğen kişiler ise ne olursa olsun durumun aynı kalacağına inandığından bu yollara başvurur (akt. Karataş ve Uzun, 2018) . Belirsizlikle yapılan bu tanımdan sonra da Budner, Frenkel- Bruswick’ten farklı olarak belirsizliğe tahammülsüzlüğü bir kişilik özelliğinden çok gerçeği algılama olarak belirtmiştir. Daha ileriki yıllarda Freeston ve arkadaşları (1994) çalışmalarında tıpkı Budner gibi belirsizliğe karşı tahammülsüzlüğü, kişilik özelliğinden dışında hayattaki belirsizliklere karşı bilişsel, duygusal ve davranışsal olarak bir eylemde bulunma yatkınlığı olarak tanımlamışlardır (akt. Güvenç, 2019). Aynı araştırmacılar belirsizliğe tahammülsüzlüğü, kaygının bir boyutu olarak ele almışlardır. Liao ve Wei (2011) ise Freeston ve arkadaşlarına ek olarak durumlara negatif tepki vermeyi de eklemişlerdir (akt. Armutlu, 2019). Yıllar ilerledikçe belirsizliğe karşı tahammülsüzlük de farklı tanımlarla karşımıza çıkacaktır. Belirsizliğe tahammülsüzlüğü bazı kişisel özelliklere atfedebiliriz. Örneğin fazla mükemmeliyetçi olan, her konuda endişe sahibi, garantici ve aşırı kontrollü olmayı seven kimseler hayatlarında herhangi bir öngörülemez veya net olmayan duruma karşı tahammül gösteremeyebilirler. Bu tür kimseler özel hayatları, iş yaşamları ya da diğer sosyal alanlarda her şeyin kusursuz olmasına çok önem verirler. Bütün işlerinin tam da planladıkları gibi ilerlemesini umut ederler aksi durumda gelecek planlarını yaparken çıkabilecek en ufak pürüz karşısında kaygı duymaya başlarlar (Burhanoğlu, 2021).

8

Belirsizliğe Karşı Tahammülsüzlüğü Ölçmek Belirsizliğe tahammülsüzlüğü test etmek için birkaç tip ölçek vardır. Bunlardan biri, kişilerin belirsizlik durumlarında gösterdikleri duygusal ve davranışsal tepkileri ölçmek amacıyla Carleton, Norton ve Asmundson (2007) tarafından geliştirilmiş BTÖ-12 testidir. Ülkemizde ise Sarıçam ve arkadaşlarının (2014) yaptığı çalışma ile testin güvenirliği ve geçerliliği sınanarak Türkçe modeli uyarlanmıştır. Test, 5’li likert tipi ölçek (1 = Beni Hiç Tanımlamıyor, 5 = Beni Tam Olarak Tanımlıyor) kullanılarak puanlanıyor ve testte “Belirsizlik üzücü ve stres vericidir.”, “Belirsizlik eyleme geçmeyi engeller.”, “Belirsiz olaylar olumsuzdur ve kaçınılması gerekir.”, “Belirsizlik adil değildir.” gibi kıstaslar yer alıyor. Test sonucunda eğer elde edilen puan çok yüksek ise kişi belirsizliği stres kaynağı olarak algılıyor ve bu tür durumlarda duygusal tepkiler veriyor sonuçlarına ulaşılıyor ( akt. Karataş ve Uzun, 2018).

Belirsizliğe Tahammülsüzlük Konusunda Yapılan Bazı Çalışmalar ve Ulaşılan Sonuçlar Literatürde bu konu hakkında çok sayıda araştırma da mevcuttur. Bunlardan birkaçına gelin bir göz atalım. Sarıçam (2014), üniversite öğrencileri ile yaptığı belirsizliğe tahammülsüzlük ile mutluluk arasındaki çalışmasında negatif yönde anlamlı bir ilişki bulmuş yani belirsizliğe karşı tahammülsüzlük arttığında mutlu olmamız da o denli azalmakta olduğunu tespit etmiştir. Bir başka ifadeyle: insanların eğer mutluluk değerleri yükseliyorsa belirsizliğe tahammülsüzlükleri tam tersine azalmaktadır. Karataş ve Uzun (2018) tarafından 105’i kadın, 70’i erkek üniversite öğrencisi ile gerçekleştirilen belirsizliğe tahammülsüzlüğün endişe ile ilişkisi çalışmasında; endişenin yol açtığı inançlar (olumlu/olumsuz) ile belirsizliğe tahammülsüzlük arasında pozitif yönde anlamlı bir ilişki olduğu bulunmuştur. Yani öğrencilerin hayatında meydana gelen durumlar karşısında edindikleri endişe ile ilgili hem olumlu inançları hem de olumsuz inançları belirsizliğe tahammülsüzlük düzeylerini arttırmaktadır. Asıcı ve İkiz (2015) bizim kültürümüzdeki çocuk yetiştirme tarzının belirsizliğe tahammül konusunda bilişsel esneklik üzerine bir çalışma yürütmüşlerdir. Ailelerin genel olarak kız çocuklarını daha korumacı, erkek çocuklarını ise daha serbest yetiştirdikleri için erkekler, kızlara oranla bilişsel esneklik olarak daha fazla geliştiğinden, bir zorlukla karşılaşışında daha içinde bulunduğu durumu daha kontrol edilebilir algılamaktadır. Aynı konuda Şirin Ayva (2018) 15 kişi ile yaptığı Macera Terapisi’ne dayalı grupla danışma uygulaması ile üniversite öğrencilerinin bilişsel esneklik düzeylerinin artmasının belirsizliğe tahammül düzeyini azaltmada etkili olduğu sonucuna varmıştır (akt. Güveç, 2019). Ritter’in (2007) kumar oyununa benzer bir uygulama ile yaptığı çalışmada katılımcılara birer oyun çifti sunulmuştur. Bir oyun tamamen açık ve net iken diğer oyun belirsizlik içermektedir. Katılımcılardan istenen bu oyunlardan birini seçip kazanma olasılıkları adına teklifte bulunmalarıdır. Sonuçta belirsizliğe tahammülsüzlük ölçeğinden yüksek puan alman kişilerin belirsiz oyunları seçme olasılığının düştüğüne ulaşılmıştır. Belirsizliğe tahammülsüzlük seviyesi fazla olan kimseler net olmayan şeyleri bir tehdit unsuru olarak anlamaya yatkındırlar. Kişi belirsizliği sıkıntı olarak değerlendiriyor ise belirsizlik halinden kaçma eğilimi göstermeye daha yatkındır denebilir (akt. Armutlu,2019).

9

Belirsizliğe Tahammülsüzlüğün Hayatımızdaki Yeri Ailenin yetiştirme biçimi bu noktada büyük rol oynar. Çocukluğumuzda öğretilen doğru ve yanlışın çok keskin sınırlarla zihnimize kazınması ileride bu kavramların kişiden kişiye değişmesinden dolayı zaman aşımına uğrar. Bu durum da hayatımızda belirsizlik oluşmasına yol açar. Bu bağlamda ailelerin doğruları aracılığıyla çocukların daha korumacı yetiştirildiği toplumlarda yüksek belirsizliğe tahammülsüzlük söz konusu olabilir. Günlük yaşamda belirsizliğe tahammülü daha yüksek bireyler hazır yiyecekler tüketmeye, tamir işlerini kendileri yapmaya, yeni deneyimlere, büyük yatırımlar yapmaya, belirsizliğe karşı tahammülü az insanlara göre daha az çekingen yaklaşırlar. İş yaşamında belirsizliğe karşı tahammülsüzlüğü yüksek olan kişilerde ise yüksek stres düzeyi, aileye ve işe ayrılması gereken zamanı ayarlama konusunda sorun yaşama, gereğinden fazla çalışma ve kurallara uymada daha çok özen gösterme görülür. Belirsizliğe tahammülsüzlüğü yüksek olan ülkelerde kurallar kesindir, devlete bağlılık daha yüksek düzeydedir. Bunun aksine belirsizliğe tahammülsüzlüğün az olduğu ülkelerde, kurallar yeterli gelmiyorsa değiştirilebilir ya da kaldırılabilir, normal bir vatandaşın da otorite karşısında etkisi vardır, kanun yapıcılara karşı olumlu tutumlar sergilenebilir. Başka bir konu bireyselci ve toplulukçu kültürlerdeki belirsizliğe tahammülsüzlükten kaçınma oranlarıdır. Dr. Hamid Doost Mohammadian’ın (2017) yaptığı araştırma sonucunda aşağıdaki verilere ulaşılmıştır (bkz. Tablo 1.)

Tablo 1: Uncertainty avoidance Individualist An Overview of International Cross Cultural Management. Mohammadian, H. D. ,2017. Fachhochschule des Mitt elstands GmbH, sayfa 16

10

Belirsizliğe Karşı Tahammülsüzlük Haliyle Başa Çıkma Teknoloji ürünleri, mevcut olan belirsizlikleri azaltmada önemli bir etken konumdayken hukuk ve toplumsal norm değerleri de insanların günlük hayatta davranışlarını düzenlemede yardımcı olan ve belirsizlikleri kaldırmaya yönelik bir etkendir. Din, insanların anlam vermekte zorlandıkları konularla başa çıkmaları için yardımcı olurken en büyük belirsizlik hali olan öteki dünya hakkında da onlara bilgiler sunar (Abayhan, 2014). Belirsizlik hayatımızın hemen her alanında olacak elbette. Fakat bununla baş etmemiz de yadsınamaz bir gerçektir. Çünkü bir belirsizlik durumunun ardından toleransımız minimuma iner ve düşük benlik değeri, depresyon, sosyal anksiyete gibi psikolojik rahatsızlıklarla mücadele etmek zorunda kalırız. Bunun için öncelikle mükemmeliyetçiliği yani her şey sanki bizim kontrolümüz altında olması gerekiyormuş gibi davranmaktan uzaklaşmak, düşüncelerimizde esnek olmaya çalışmak ve bilgilerimizin sınırlı olduğunu kabul etmemiz gerekmektedir (Hasanoğlu, 2014). Yakın çevremiz ve doğa ile uyumlu olmamız da bize rahatlık sağlayacaktır. Gerçekliği kendimize göre değil olan duruma göre değerlendirmek de hem acı hem de endişe verebilecek faktörleri azaltmamızda yardımcı olur. Doğru bilgilere ulaşmak adına güvenilir kaynaklardan bilgi edinmemiz de belirsizlikleri ortadan kaldırır. Örneğin sosyal medyada gördüğünüz sizin için olumsuz olabilecek bir haberi gördüğünüz an kabul etmek yerine başka kaynaklardan da araştırıp en doğrusuna ulaşmak, kafamızdaki belirsizliği de kaldırmış olur (Budak,2021). Bütün bunların yanında aslında daha önceden plan yapıp anlık gerçekleşen durumlar dışında hazır hissederek, sağlıklı yaşamaya dikkat ederek (örneğin uyku saatlerimiz, beslenmemiz gibi) ve nasıl hissettiğimizi güvendiğimiz insanlarla paylaşarak belirsizlikleri minimuma indirebiliriz.

Batuhan BURUNSUZ

KAYNAKÇA Abayhan, Y. (2016). Belirsizliğe Tahammülsüzlük. [Yayınlanmamış Ders Notları] Erişim adresi: https://prezi.com/hgsss6liemkx/belirsizligetahammulsuzluk/ Armutlu, İ. (2019). Belirsizliğe Tahammülsüzlük, Dürtüsellik, Ruminasyon Ve Genel Erteleme Eğiliminin Psikolojik Belirtiler İle İlişkisi ( Yüksek lisans tezi) Başkent Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara Budak, M. Ü. (2021). Belirsizlikle Başa Çıkmak İçin Psikolojik Dayanıklılık. [Blog Yazısı] Erişim adresi: https://www.thelifeco.com/tr/blog/belirsizlikle-basa-cikmak-icin-psikolojik-dayaniklilik/ Burhanoğlu, B. (2021). Belirsizliğe Tahammülsüzlük, [ Blog yazısı], Erişim adresi: https://www.fethiyepsikiyatri.com/belirsizligetahammulsuzluk/ Güvenç, F. ( 2019). Üniversite Öğrencilerinde Bilişsel Esneklik Ve Belirsizliğe Tahammülsüzlük İle Kişilik Özellikleri Arasındaki İlişki. (Yüksek Lisans Tezi) Necmettin Erbakan Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Konya Hasanoğlu, A. (2014). Belirsizlikle Başa Çıkma Sanatı… , Erişim adresi: http://www.radikal.com.tr/yazarlar/alper-hasanoglu/belirsizliklebasa-cikma-sanati-1255731/ Mohammadian, H. D. (2017). An Overview of International Cross Cultural Management. Fachhochschule des Mitt elstands GmbH, Bielefeld. Erişim adresi: https://www.fhmittelstand.de/fileadmin/pdf/Publikationen/An_Overview_of_International_Cross_Cultural_Management.pdf Öztürk, Ö. (2013). İntihar Olasılığı ve Aile İşlevselliği Arasındaki İlişkide Bilişsel Esneklik ve Belirsizliğe Tahammülsüzlük Değişkenlerinin Aracı Rolü. (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Uzun, K , Karataş, Z . (2018). Belirsizliğe Tahammülsüzlüğün Yordayıcısı Olarak Endişe ile İlgili Olumlu ve Olumsuz İnançlar. Kastamonu Eğitim Dergisi, 26 (4) , 1267-1276. DOI: 10.24106/kefdergi.434169 Sarıçam, H. (2014). Belirsizliğe Tahammülsüzlüğün Mutluluğa Etkisi. Kilis 7 Aralık Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 4 (8) , 1-12

11

Model Olmak Ya Da Olamamak, İşte Bütün Mesele Bu! Çocuk büyütmek gerçekten çok büyük bir sorumluluk. Daha çocuk ve ebeveyn tanıdıkça bu sürecin ne kadar karmaşık ve zor olduğu daha iyi görebiliyorum. Karmaşık ve zor olan süreci daha kolay hale getirebilmek adına kitaplar okuyor, uzmanları takip ediyor, seminerlere katılıyoruz. Ama en önemlisi de ebeveynliği öğrenirken bizlerin de insan olarak ne kadar değiştiğiniz-geliştiğiniz gerçeği. Bu değişmegelişme sürecinde kendinizle olan mücadeleniz takdiri hak ediyor doğrusu, biz de buradan yola çıkarak sizlere “model olma” konusundan bahsetmek istedik.

Öğrenme psikolojisi içerisinde Albert Bandura’ya ait “Sosyal Öğrenme Kuramı” vardır. Kuramın en temel ilkesi ‘İnsanların başkalarının davranışlarını gözleyerek ve bunlardan bir sonuç çıkararak öğrenebilecekleri’dir. Bandura ünlü Bobo Doll Deneyi ile gözlemsel öğrenme ve saldırganlık ilişkisini incelediği çalışmasında; saldırganca davranışlar sergileyen modeli izleyen çocuklarda saldırgan davranışlarının arttığı ve yeni saldırı biçimlerini öğrendikleri gözlenmiştir. Bandura’nın çalışmasında gözlem ve taklit yoluyla çocukların diğer pek çok davranışı öğrenebileceği sonucunu çıkarmak hiç de yanlış olmayacaktır. Her anne baba gibi bizler de çocuklarımızın hayata daha donanımlı, kendi kendine yetebilen, özgüveni yerinde ve mutlu çocuklar olması için çabalıyoruz. Bu çabalama sürecinde onlara etkin öğrenme ortamları (okul, kurslar, oyun alanları, aktivite merkezleri) ve imkanlar sunmak elbette ki çok şey katacaktır. Ancak onlara katmayı hedeflediğimiz temel becerilere biz zaten sahipsek o zaman çocuğumuz da daha kolay öğrenecektir. Çocuklarla konuşurken ya da başka bir yetişkin ile iletişim halinde iken bilin ki onlar sizi gözlemliyor ve davranışlarınızı kaydediyor. Eğer biz yetişkinlerin iletişim örüntüsünde incelikli dil, saygı duymak, göz hizasına gelerek konuşmak, konuşmaları kesmemek, dinlemek, kibar olmak, cesaretlendirici olmak, samimi ve doğal olmak, olumlu geribildirim vermek, tutarlı olmak, duyarlı olmak gibi beceriler varsa çocuğunuz da sizi izliyor ve bunları bir yerde kullanmak için bekliyor. Gözlemleyerek öğrenilen bilgiler, onların kartlardankitaplardan öğrenilen teorik bilgilerden daha anlamlı ve uygulanabilir gelir insanlara. Bu yüzden değişim bizden başlamalı. Uygun modeller olmalı. Müjdat Ataman’ın söylediği gibi; “Çocuklarla kurduğumuz iletişimdeki doğrularımızın, öğrencilere verdiğimiz bilgilerden çok daha değerli olduğunu düşünüyorum.”

Kl n k Ps kolog Ahmet SERT 12

SOSYAL MEDYA KULLANIMI VE NARSİSİZM 21.yüzyılın henüz çok başlarındayız ve tarihin tozlu sayfalarından edindiğimiz tecrübeler bana hayattaki tek sıkıntının o dönemde yaşanıp bitmediğini, zaman ilerledikçe bir anlamda geçmişi tekrarladığımızı ancak koşullar değiştikçe bunu farklı şekillerde yaşadığımızı gösterdi. Eskilerden beri süre gelen beğenilme arzusu, zamane çağımız teknoloji devriyle birlikte çok daha parlak bir vaziyette kendini sergiliyor. İnternetin hayatımıza hızlı girişi, beraberinde sosyal mecraların çevremizi kuşatmasına, dolayısıyla elde ettiğimiz sosyal güç aracılığıyla kendimizi insanlara daha fazla gösterebilme, beğenilme ve tatmin olma gibi duygu durumlarının ön plana çıkmasına yol açıyor. Sosyal medyadaki “takdir edilme” kavaramı somut anlamda kendini göstermiyor olsa da gizli ve sessiz bir şekilde benliğimize sızmaya, her an yanı başımızda bulunan telefonlar, tabletler, bilgisayarlar aracılığıyla bilinçaltımızda yer etmeye devam ediyor. Üstelik bunu yapmak için çokça efor sarf etmesine gerek kalmıyor. Bir ayna etkisi edasıyla karşımızdaki insanlarda ne görürsek (özellikle teknolojik anlamda) onu tekrarlamaya çalıştığımız bir dünyada sürüklenip gidiyoruz çünkü.

Sosyal medya kullanımının insanoğluna kattığı belki de en kötü özelliklerden biri narsisizmdir. Bir diğer adıyla özseverlik, narsistik olarak da tanımlanan narsisizm, kişinin kendini normal boyutlardan çok daha fazla sevmesi, beğenmesi, hatta bir nevi kişinin kendine aşık olması durumudur. Sosyal medya hayatımızda yer almasaydı dahi insanların bir kısmında boy göstermeyi ihmal etmeyecek olan narsisizm, sosyal mecranın etkisi ile normalden daha fazla insanlarda seyir etmeye başladı. Sürekli olarak kendi hayatlarını gösterme, başkalarından takdir toplama, bir süre sonra sadece bencil davranma gibi özellikleri barındıran narsisizmde, özellikle de son dönem yaşantılarımızda insanların birbirini bilerek veya bilmeyerek bir şeylere özendirmesinin büyük etkileri vardır. Kişilerin yaptığı, yaşadığı ve insanlarla sosyal ağlar aracılığıyla paylaştığı her bir olayda, karşı taraf bunu farkında olarak veya olmayarak derin bir mercek altına almaya ve “bende neden bunlar yok, ben neden bunları yapamıyorum, benim diğerlerinden neyim eksik, ben de evimi, ailemi paylaşayım insanlar görsün, yorumlar atsın, beğensin” tarzındaki yaklaşımlarla kendilerini hem sosyal ağdaki yaşam seline hem de narsisizm anlayışına olanca hızlarıyla kaptırmaya devam ediyorlar. Ve bu durum, aşırıya kaçıldığı takdirde yeni narsisizm üyelerin meydana gelmesini tetikliyor.

13

Şimdiye dek insanların narsistlik düzeylerini raporlamak adına psikologlar çeşitli testler uyguladı ve araştırmalar sonucunda insanların büyük çoğunlukla ortalama düzeyde narsist olduğu görüldü. Sanılanın aksine, umumi miktarın altında veya üstünde sonuçlara çok fazla rastlanmadı. Bu da aslında her insanın doğuştan veya sadece genetik faktörler etkisiyle tamamen narsist olmadığını, aslında birçok insanın zaman zaman narsisizmin özelliklerinden bir ikisini barındırabileceğini ancak zamanla sosyal medya gibi birtakım aracı faktörler etkisiyle önüne geçilemeyecek veya aşırıya kaçılacak konuma geldiği takdirde bu durumun gerçek birer narsisizm vakasına dönüşeceğini gözler önüne sermiştir. Bu konuyla ilgili olarak serbest gazeteci Hartmann (2020) yazdığı bir makalede narsistliğin üç tipi olduğundan söz etmiştir. Bunlar şu şekildedir; 1)Yetki ve liderlik iddiası ("Ben doğuştan bir liderim") 2)Kendini ifade etme eğilimi ("İlgi odağı olmayı seviyorum") 3)Sömürücü davranış ("Başkalarını manipüle etmeyi kolay buluyorum")

Temelde bu üç tip üzerinden narsistlik anlatılsa da elbette başta yeni hayat koşulları ve sosyal medyanın sunduklarıyla birlikte, kişinin kendi irade ve karakteristik özelliklerine de bağlı olarak bu maddeler arttırılabilir veya değişkenlik gösterebilir. Totalde dönüp yaşadıklarımıza, tanıdığımız insanlara, geçirdiğimiz zamanlara bakacak olursak aslında hayatın, sadece kendimizi sevmenin çok daha ötesinde, bu sevgiyi başkalarıyla da paylaşacak kadar değerli olduğunu, sosyal medyanın gereksiz ve fazlaca kullanımı doğrultusunda yeterince mutlu olamayacağımızın farkına vararak hakiki mutluluğu sanal alemin dışında, gerçek yaşamda da yeterince tadabileceğimizin bilincinde olup ona göre yaşamamız gerektiği kadar çok kısa olduğunu bilebilmemiz, bize hayatımızın geri kalanında hem kendimizle hem çevremizdekilerle yaşayabileceğimiz altın zamanlar sunacaktır.

Yasem n DOĞAN KAYNAKÇA Hartmann, C. (2020) Was du über Narzissmus wissen musst. Erişim Adresi: https://www.quarks.de/gesellschaft/psychologie/was-duueber-narzissmus-wissen-musst/ Nacakcı, B. (2018). Sosyal Medyanın İnşaa Ettiği Narsist Kişikilker: Instagram Hesapları Üzerine Bir Analiz (Pilot Çalışma). International Journal of Social Science, 1 (2) , 255-268. Erişim Adresi: https://dergipark.org.tr/tr/pub/injoss/issue/38864/429845

14

OYUN TERAPİSİ NEDİR ? Oyun çocuğun kendini ifade ediş şeklidir. Çocuk doğduğu andan itibaren oyun oynamaya başlar. Yani çocuklar oyunla büyür ve gelişir. Kendilerini en rahat hissettikleri ortam oyun ortamıdır. Çünkü kendilerini en iyi oyun ortamında ifade ederler. Çocukların yetişkinler kadar duygularını kavrayabilme ve anlatabilme becerileri gelişmemiştir. Bu nedenle oyun terapisi, çocuklara deneyimlerini, duygularını ve düşüncelerini ifade etme fırsatı sunduğundan iyileştirici bir özelliği vardır. Çocukların dili, oyun; kelimeleri, oyuncaklardır. Çocuklar oyun oynarken bize bir şeyler anlatırlar, duygu ve düşüncelerini oyuncaklar aracılığıyla bize aktarırlar. Bizim için burada önemli olan çocuğun hangi oyuncağa ne şekilde yöneldiğidir. Her oyuncağın bir anlamı vardır

Oyun ve oyuncaklar aracılığı ile çocukların kendilerini ve ihtiyaçlarını ifade etmelerine yoğunlaşan terapi türüne “oyun terapisi” denir. Çocuklar oyun odasına girdiğinde kendi karakterlerini ortaya koyarlar. İsteklerini, düşüncelerini hislerini rahatça yansıtma imkânı buldukları, koşulsuz kabul edildikleri bir ortamdadırlar. Oyun odasında çocuğun hem psikolojik hem de sosyal becerilerini geliştirecek aktiviteler bulunmaktadır. Terapi surecinin sonunda çocukların yasadıkları duygusal sıkıntıları gidermeleri ve sağlıklı gelişimlerine ulaşmaları hedeflenir. Fakat burada ebeveynlere de çok önemli bir iş düşüyor. Ebeveynler bu süreçte terapistle iş birliği içinde olmalıdır. Çocuklarına yanında olduklarını hissettirmeli ve terapi dışında da belirli noktalara dikkat etmelidir. Eğer ebeveynler terapi dışındaki süreçte çocuğu yalnız bırakırsa, çocukla güvensiz bir bağ kurarsa, çocuğa karşı kaygılı yaklaşırsa süreç aksar. Bu durumda terapist ne kadar ilerlemeye çalışırsa çalışsın çocuk eve gittiğinde aynı ortam oluşacağından süreç tamamen aksayacaktır. Oyun oynamanın üç̧ işlevi bulunmaktadır; çocuğun bilişsel gelişimini desteklemek, motor kabiliyetlerini geliştirmek ve duygusal dışavurumu sağlamak. Çocuk oyun oynarken deneyimlediği dış̧ dünyanın bir simülasyonunu oluşturur ve onu canlandırır. Oyun terapisi çocuğun duygusal dünyasına, içsel süreçlerine ulaşmak için kullanılan etkili bir yöntemdir. Özel hazırlanmış̧ ve simgesel anlamları bulunan oyuncaklarla dolu bir odada terapist, çocuğun oluşturduğu oyuna ortak olur. Bu oyuncaklar çocuğun duygusal ihtiyacını temsil ederler. Örneğin içe kapanıklık yaşayan çocukla rol oyunları oynanarak bu zor deneyimleri tekrar canlandırılır. Çocuk burada duygularını açık bir şekilde ifade etme fırsatı bulur. Bu olumsuz deneyimlere terapistle birlikte yeni bir bakış açısı geliştirmeye çalışır ve sorunlarla ilgili rahatlığa ulaşılmaya çalışılır. Oyunlarda yarattığı, yaşamına benzer durumlara karşı bakış açısı ve davranışlarını oyun sürecine müdahale eden terapist sayesinde değiştirir. Bu şekilde hayatla ve insanlarla kurduğu ilişki sağlıklı bir hale gelir.

15

Oyun terapisi çocukların; • Yaşadıkları dünya hakkında fikir sahibi olmalarına • Duygu ve düşüncelerini rahatça ifade etmelerine • Mental ve motor becerilerini geliştirmelerine • Sosyal ilişkilerinin güçlenmesine yardımcı olur.

Oyun Terapisinin Önemi Çocuğun içsel yapısını yakından görmek, varsa patolojilerini saptamak ve iyileştirmek için en etkili yöntemlerden biri oyun terapisidir. Çocuğun dışardaki gerçekliği, içeride nasıl algıladığı önemlidir. Bunu oyun ve oyuncaklar yoluyla bize bildirir. Çocuk oyun yoluyla, baş edemediği duyguları ve yaşadığı zorlukları yeniden canlandırma yaparak deneyimler ve üstesinden gelmeye çalışır. Terapist ise bu yolda çocuğa koşulsuz destek olur. Oyun terapisinin çocuğa deneyim ve duygularını yeniden canlandırma fırsatı sunduğu için iyileştirici özelliği vardır. Oyun terapisinde süreç sonuçtan önemlidir. Çocuk, terapi süresinde engellenmişlikten kurtulur, kendini rahat bir şekilde ifade eder ve gelişim sürecine kaldığı yerden devam edebilir. Oyun terapisinde temel nokta, çocuğun ego gücünü geliştirmektir. Oyun terapisi, temelinin psikolojik olduğu duygusal sorunların çözümünde etkili olabilmektedir. Çocuklara yönelik terapide çalışılan konular; Davranım Bozuklukları Öğrenme Güçlüğü Okula Uyum Sorunları Okul Korkusu Ergenlik Dönemi Sorunları Yeme Bozuklukları Sınav Kaygısı Boşanmış Aile Ders Çalışmaya Karşı İsteksizlik Çekingenlik İçe Kapanıklılık Öfke Kontrol Sorunu Alt Islatma Çalma Davranışı

Ayrılma Kaygısı Okul Öncesi Dönem Sorunları Tırnak Yeme Okul Dönemi Sorunları DEHB Kardeş Kıskançlığı İnatçılık Problemi Konuşma Bozuklukları Korkular Otizm Parmak Emme Tikler Yalan Söyleme Öğrenme Bozuklukları

Uzman Kl n k Ps kolog Betül KORKMAZ

16

FİLM ANALİZİ : AUSCHWITZ: ÇİZGİLİ PİJAMALI ÖLÜM “İnsan, insanın kurdudur” der Thomas Hobbes. Bu sözü ve bana çağrıştırdığı anlamı pek çok kez düşünürüm. Filozofun bunu hangi koşulda ve ne tür bir durumu ifade etmek için yazdığını pek bilemesem de -ki zaten bana çağrıştırdığı anlamıyla ele alacağım için bunu bilip bilmemek çok da fark etmeyecektir benim için- kaleme alacağım bu yazının, bilhassa konusu itibariyle temel fikir taşlarından biri niteliğindedir bu cümle. Bu sözü okuyup kendimce derinliğini tartarken aslında anlam bazında önüme çıkan şey, insanı yıkanın yine insan olduğu gerçeğidir. Türümüz, türdaşını pek de akla yatkın olmayan şekillerle bazen ikonik bir şekilde nümerik bir biçimde sıralara dizip çiğ çiğ yiyebilmektedir veyahut yiyeceği sebzelerin, meyvelerin kalitesini artırmak amacıyla gübre dahi yapabilmektedir.

Bu ay, giriş paragrafımla paralel olarak ele alacağım film, bir soykırım etrafında şekillenen bir olayı ele alıyor. Çizgili Pijamalı Çocuk orijinal adıyla The Boy in the Striped Pyjamas olan dramgerilim türündeki ABD yapımı film, 2008 yılında vizyona girmiştir. Yönetmenliğini Mark Herman’ın üstlendiği filmin başrollerinde, Asa Butterfield (Bruno), Vera Farmiga (Elsa), David Thewlis (Ralf), Jack Scanlon (Shmuel), Amber Beattie (Gretel) ve Rupert Friend (Teğmen Kotler) yer almaktadır. John Boyne tarafından yazılan aynı isimli kitaptan uyarlanan film, süre bakımından bir hayli kısa. Totalde 1 saat 34 dakikalık bir süresi olan film, gerek soykırım olayını gerek o dönem yaşanan acıları daha geniş bir zaman dilimine sığdırmadığı için fikrimce, filmi izlerken sizlerde de ufak bir doldurulmamışlık hissinin oluşması kaçınılmaz olacaktır. Türk Dil Kurumu’nun resmi web sitesinde, bir insan topluluğunu ulusal, dinsel vb. sebeplerle yok etme, jenosit, genosit, pogrom (TDK, 2019) anlamına gelen soykırım sözcüğü tarih boyunca çeşitli nedenlerle çeşitli milletlere karşı işlenmiştir. Spesifik bir kavram olarak ele aldığımızda bir topluluğun varlığını ortadan kaldırmayı hedefleyen soykırım sözcüğünün belki de insanlık tarihi boyunca en büyük ve en yüz kızartıcı örneklerinden biri olarak karşımıza çıkmaya devam eden Holokost yani bilinen diğer adıyla Yahudi Soykırımı’dır. 1941-1945 tarihleri arasında Almanya’da Nasyonal-sosyalist yönetim zamanında Avrupalı Yahudilere karşı gerçekleştirilen Yahudi Soykırımı’nda yaklaşık 5 ila 6 milyon arasında kişinin Naziler tarafından hunharca katledildiği bilinmektedir. Nazizm düşüngüsüne hayat veren olguların başında, Yahudilerin tüm dünyada ortak bir sorun olarak görüldüğü fikridir. Naziler dünyanın Yahudiler tarafından sömürüldüğünü düşünüyorlardı. Bu nedenle antisemitizm Nazizm’de yoğun olarak görülmekteydi (Murray, 1998; akt. Çakı ve ark., 2019).

17

Genel itibariyle Naziler ve ideolojileri hakkında özetleyici bir biçimde yaptığım bu bilgilendirme sonrası soykırım temasını işleyen filmimizin analizine başlayabiliriz. Sekiz yaşındaki ana karakterimiz Bruno’nun gözünden izleyiciye yansıtılan film, mekân olarak Almanya’da başlıyor. Yaşıtlarıyla mutlu bir arkadaşlık ilişkisinin olduğunu gözlemlediğimiz Bruno’nun, babasının askerlik görevi dolayısıyla ailesiyle beraber Polonya’ya taşındığına şahit oluyoruz. Küçük ve ürkünç olmayan hayatında mutluyken, bir anda arkadaşlarının ve okulunun uzağında başka bir hayata savrulmuş gibidir. İçerisinde bulunduğu sıkılmışlık hissini yeni şeyleri keşfetme duygusu ile aşacağını düşünen küçük Bruno, bir gün odasının küçük penceresinden dışarıyı izlerken kendi tabiriyle içerisinde bir sürü insanın çalıştığı bir çiftlik görmüştür. Oysaki minik karakterimizin gördüğü şey hiç de bir çiftlik değildir. Auschwitz adında bir çalışma kampıdır. Auschwitz Kampı, II. Dünya Savaşı’nın sürdüğü sıralarda Naziler tarafından Avrupa’da kurulmuş ve toplu katliamların gerçekleştirildiği en büyük zorunlu çalışma ve toplama kampıdır. Girişinde ‘Arbeit Macht Frei’ (Çalışmak Özgür Kılar) yazısının yer aldığı bu kampta, çocuk-kadın veya erkek olması fark etmeksizin Siklon-B gazı soldurulup katledilen ve kocaman fırınlarda pişirilen milyonlarca Yahudi vardır o dönemde. Küçük Bruno, tüm bunlardan habersiz ve ailesinden gizlice çiftlik sandığı bu kampın yolunu tutar. Kampın yanına vardığında dikkatini bir tel örgü çeker. Ve hemen tel örgünün arkasında yine kendisiyle yaşıt, giysilerinde uzunca bir numaranın olduğu, kirli bir çizgili pijama içerisinde bir çocuk görür. Bu küçüğün adı Shmuel’dir. İkili oracıkta tanışır ve film boyunca ana temamızı kuvvetlendiren güçlü bir dostluk başlar aralarında. Bruno, fırsat bulduğu hemen her an tellerin diğer tarafında yer alan küçük arkadaşına koşmaktadır. Ona yemekler götürür ve beraber oyunlar oynayıp çoğu zaman da sohbet etmektedirler. İkili arasındaki bu saf dostluk çocuklardaki masumiyet olgusunu seyircinin gözlerinin önüne sermektedir. Aralarında çıkar uğruna hiçbir şey yoktur ve büyüklerin kapılıp gittiği, hatta bir yerden sonra eleğinde sallandığı faşizm olgusundan bihaberdirler. Yine Türk Dil Kurumu’nun resmi web sitesinden baktığımızda kavramsal olarak faşizm, demokratik düzenin yerine aşırı bir ulusçuluk ve baskı düzeni kurmayı amaçlayan öğreti (TDK, 2019) olarak karşımıza çıkmaktadır. Milyonlarca insan için, faşizm, bir kimliğe bağlılık ile birlikte aktivizm için derinden hissedilen bir ihtiyacı karşılarken, o insanların sınıfsız bir toplum hayallerinin de gerçekleşmesi olarak görünüyordu (Mosse, 1966; çev. Ceydilek, 2017). Bir bakıma Nasyonal-sosyalist ideolojinin temel taşlarını oluşturan bu olgu, içerisinde barındırdığı aşırı ulusçu görüşü nedeniyle o dönem, milyonlarca hayatın hunharca katline sebebiyet vermiştir.

18

Film boyunca insanın insana yaptıklarının bir sınırının olmadığının çıkarımını yapmak çokça mümkün görünmektedir fikrimce. İkisi yaşıt iki çocuğun kaderlerini tayin eden tek olgunun ırkları olduğu gerçeğini ve aralarında uzanıp giden tellerin ikili arasındaki seti göze sokarcasına acımasızca betimlediğini görürüz. Fakat tüm bunlara rağmen Bruno ve Shmuel’in geliştirmiş olduğu dostluk öylesine yücedir ki, ne demir tellerin galip geldiğini görürüz ne de insanlara palavra gibi yutturulan arî ırk olma ayrıcalığının. Yine bazı sahnelerde Bruno’nun ablası Gretel’in, odasını çeşitli posterlerle donattığını görürüz. Bu posterlerin henüz o yaşlarda bir çocuk için fazlaca propagandif bir nitelikte olduğunu söylemek mümkündür. Fikrimce filmin bu sekanslarında Nazizm ideolojisinin yaş fark etmeksizin isteyen her birey için o devirde bir hayat felsefesi olacak boyutta olduğunu göstermiştir.

Yaşandığı dönemin ruhunu mekânsal olarak gayet güzel bir şekilde yansıttığını düşündüğüm filmde, ambiyansın seyirciye geçirilmek istenen duygu durumu ile paralellik taşıdığını söylemek mümkün. Dikkatimi çeken sahnelerden biri de Bruno’nun annesi Elsa’nın, ilerleyen sahnelerde kampın bacalarından tüten dumanın aslında insanlara ait olduğunu öğrendiği an olmuştu. Burada Vera Farmiga’nın oyunculuğunu olağanüstü olarak değerlendirmiştim. Nitekim insanların vahşice o kampta yakıldığını öğrenince yaşadığı duygusal boşluk, toparlanamamışlık, kabullenememişlik ve sürekli baş gösteren ağlama krizlerinin, izleyiciye yoğun bir duygu seli yaşatmış olduğunu düşünüyorum. Anne bu kadar duygusal bir tepki verirken babanın bunu normal görmesi belki de bir noktada askerlik rolünün getirdiği bir davranıştır. Nitekim bunu Stanley Milgram tarafından yapılan deneyde çıkan sonuçla açıklamak mümkündür. Çıkan sonuca göre; kişi, kendisinden daha otoriter bir gücün verdiği emir ve istekleri, kendi vicdani değerleriyle çelişiyor olsa bile sorgulamadan kabul edip yerine getirmektedir. Buna göre Ralf’ın üstlerinin emirleriyle hareket edip, bir nevi aklını üstlerine emanet ettiğini görmekteyiz.

19

Filmin sonlarına doğru yaklaşırken, şahit olduğu berbat gerçeklikle daha fazla mücadele edemeyen Elsa’nın çocuklarıyla beraber Polonya’dan taşınma isteği içerisinde olduğunu görmekteyiz. Hazırlıklar bu yönde sürerken Bruno, Shmuel ile vedalaşmak için gitmiştir. Shmuel babasının kaç gündür ortalıkta görünmediğini ve kaybolduğunu söyler Bruno’ya. Böylelikle ikili hemen ertesi güne yani Bruno’nun artık Polonya’dan gideceği güne sözleşirler. Bruno’nun amacı Shmuel’e yardım edip babasını bulmaktır. Ertesi gün gelip çatınca Bruno hemen demir çitlere koşar. Shmuel’in kamptan gizlice getirmiş olduğu çizgili pijamaları giyer ve tellerin altından kazarak diğer tarafa Shmuel’in yanına geçer. Arama mücadelesi o anda başlar. İkili tüm kampı arşınlarken Bruno kampın içerisinde karşılaştığı manzaralar ile deyimi yerindeyse şoklara girer. Minik kahramanlarımız Shmuel’in babasını aramaya devam ederken bir ses yükselir kamptan. Bu, gür bir asker sesidir. Alanda bulunan herkes bir araya toplanır ve hızlıca bir yerlere doğru koşuşturulur. Aralarında küçük Bruno ve küçük Shmuel de vardır. Yağmur olacaklardan habersizce şiddetli bir şekilde yağmaktadır. Kim bilir belki de haberi vardır ki, yüreğini paralarcasına göğü yırtmaktadır. Askerler, alanda bulunan insanları kapalı bir alana sokar. Minik karakterlerimiz, yağmurdan korunmak için oraya getirildiklerini düşünmüşlerdir. Ve korkunç bir ses… Çıkarın elbiselerinizi. Hemen akabinde ölümün habercisi, üstten üzerlerine saçılan zehirleyici bir gaz…

İkisi yaşıt ve arkadaş olan iki çocuk; biri Bruno diğeri Shmuel. Farklı din, farklı ırk, farklı sosyal statü ama tek bir payda; çitlerin de ötesine taşınan kocaman bir dostluk. Öyle ki korku anında el ele tutuşmuşlardır ve beraber yürümüşlerdir ölüme. Ölümleri bile beraber! Kendi oğlunun da yakılacağını bilseydi o fırınlarda, bu kadar soğukkanlılıkla yaklaşabilir miydi milyonların hunharca sebepsiz bir şekilde katledilmesine? Bunu bilemem ama bildiğim tek bir şey var; oluşturduğumuz hiçbir düşüncenin, ideolojinin veya normların insan hayatından değerli olamayacağı gerçeği. Yazımı burada sonlandırırken John Lennon’dan güzel bir şarkı iliştirmek istiyorum; Imagine! Hayal et bütün insanların, hayatı barış içinde yaşadığını…

Şüheda ŞALIŞLIOĞLU KAYNAKÇA Çakı, C., Gazi, A. M., Çakı, G. (2019). Nazi Almanyası İşgalindeki Polonya’da Propaganda Posterleri Üzerinden Yahudilere Karşı Nefret Söylemi İnşası. Selçuk İletişim, 12(2), s. 781-812. Mosse, G. L. (2017). Giriş: Faşizmin Doğuşu (Çev. E. Ceydilek). Ayrıntı Dergi, (21). Erişim adresi: https://ayrintidergi.com.tr/giris-fasizmin-dogusu/ TDK resmi web sitesi, 2019. Erişim adresi: https://sozluk.gov.tr/ GÖRSELLER https://sinematv.com.tr/THE-BOY-IN-THE-STRIPED-PYJAMAS

20

KARA SAYFA ÇARESİZLİK KAFESİ ‘BEŞ MAYMUN’ DENEYİ Bu ay Kara Sayfada psikoloji alemine damgasını vurmuş deneylerden bir başkası olan Çaresizlik Kafesini ele alıyoruz. Çaresizlik kafesi: üzerine çokça araştırma ve deney yapılan, psikoloji literatüründe en göze çarpan kavramlardan biri olan öğrenilmiş çaresizliği vurgulayan bir deney. Öğrenilmiş çaresizlik davranışı, canlının içinde bulunduğu durumu değiştirmek adına yoğun çaba harcayıp, her seferinde başarısızlığa uğradığında edindiği bu olumsuz deneyim sebebi ile daha sonra karşılaşacağı benzer durumlarda mücadele etmeden tekrar başarısız olacağı düşüncesi ile durumu kabullenmesi, kısaca ‘bir daha deneme cesaretini kaybetmesi dir’. Öğrenilmiş çaresizlik kavramı ilk olarak hayvanlar üzerinde yapılan deneylerle ortaya çıkmıştır. 1967 yılında Stephenson ve arkadaşlarının maymunlar üzerinde yaptığı Çaresizlik Kafesi diğer adıyla ‘Beş Maymun Deneyi’ öğrenilmiş çaresizliğin çarpıcı örneklerinden biri olmuştur. Yapılan bu deney bir Çaresizlik Kafesinin nasıl inşa edildiğini gözler önüne sermektedir. Stephenson ve arkadaşlarının maymunlar üzerinde yaptığı bu deneyde ilk etapta beş maymun bir kafesin içerisine koyuluyor. Kafeste tavana asılı bir muz ve muza ulaşmak için bir merdiven bulunmakta. Deneyde, kafesteki maymunlardan herhangi biri muza ulaşmak için merdivene çıkmaya yeltendiğinde tüm maymunların oldukça soğuk ve basınçlı su ile ıslandığı düzenek mevcut. Maymunlar merdivene çıkıp muza ulaşmayı denedikleri her seferde, hepsi birden buz gibi soğuk suyun altında kalıyorlar. Muza ulaşmak için birkaç merdivene tırmanma denemesinden sonra sırılsıklam olan maymunlar, içlerinden merdivene çıkmaya yeltenen birisi olursa ona engel olmak adına, saldırmaya merdivene yönelen maymuna saldırıyorlar. Çünkü artık hiçbiri ıslanmak istemiyor.

Şu an karşımızda hiçbir maymunun muza ulaşmayı denemediği, deneyenlerin engellendiği bir ortam var. Ama deneyin ilginç ve çarpıcı kısmı buradan sonra başlıyor diyebiliriz. Bu aşamada öncelikle soğuk su düzeneğine son veriliyor yani maymunlar muza ulaşmaya çalışırlarsa artık soğuk su ile ıslatılmayacaklar. Daha sonra kafesteki beş maymundan birisi alınıp yerine yeni bir maymun koyuluyor

Bu maymunun ilk denediği şey kafeste asılı muza ulaşmak olsa da yeni gelen maymun diğerleri tarafından saldırıya uğrayarak engelleniyor. Kafese ilk koyulan maymunlardan birisi daha alınıp başka bir maymun koyulduğunda o da yaşadığı saldırılar sonucu muza ulaşmaktan alıkoyuluyor. Üstelik en şiddetli saldırıyı ondan önce değiştirilerek kafese yeni koyulan maymunun yaptığı gözlemleniyor (Aktan, Yay, 2016). İlerleyen aşamada kafeste su ile ıslatılma deneyimini yaşamış kalan üç maymun da sırasıyla alınıp yerlerine yeni maymunlar koyuluyor.

Şu an kafeste olanların hiçbiri su ile ıslatılmadı. Ne olur dersiniz? Artık birileri o muza rahatça ulaşmalı değil mi? Maalesef işler öyle olmuyor…

21

Kafeste ‘soğuk su ile ıslatılma’ deneyimi yaşayan hiçbir maymun kalmadığı halde yeni gelen maymunlar merdivene doğru hareket eder etmez diğer maymunların şiddetli tepkisi ve saldırısıyla karşı karşıya kalmışlardır. Deneyin başında soğuk su ile ıslanmaları sonucu muzdan vazgeçen beş maymunun yerine başka maymunlar geldi ve bu maymunlardan hiçbirisi ıslatılmadı. O halde neden muzu elde etmeye çalışmıyorlar? Deney bu noktada adını tam anlamıyla karşılıyor. Bir çaresizlik kafesi… Aslında hepsi muza ulaşmak istiyor fakat nereden geldiğini bilmedikleri bir kurala boyun eğiyorlar. O kural; Öğrenilmiş Çaresizlik Kafesleri…

Stephenson tarafından yapılan bu deney gibi hayvanlar üzerinde yapılmış öğrenilmiş çaresizlik kavramını öne çıkaran birden çok deney bulunmaktadır. Stephenson bu deneyinde maymunların geri çekilmelerine sebep olacak olumsuz durum olarak basınçlı soğuk suyu kullanmıştır. Daha önce öğrenilmiş çaresizlik üzerine kedi, köpek gibi başka hayvanların üzerinde çalışmalar ve üzerlerinde elektroşok uygulamaya kadar giden deneyler yapılmıştır. Bu deneyler sonucu ortaya çıkan öğrenilmiş çaresizlik kavramı gerçekte olmayıp zihinlerde yaratılan bir ‘engeli’ açıklamaktadır.

Çiğdem GÜLTEK KAYNAKÇA Aktan C, Yay S (2016). Öğrenilmiş Çaresizlik ve Değişime Karşı Pasif Direnç, Sosyal ve Beşeri Bilimleri Dergisi, 8(2) 58-71. GÖRSELLER https://codepen.io/DrueTim/full/zaBZyY

22

Ü Ü SS T TÜ ÜN N D DÖ ÖK KM ME EN N Psikolog, Yazar, Akademisyen, Televizyon Programcısı “2000’lerin başında her pazar sabahı heyecanla beklenen programın cana yakın sunucusu kimdir?” sorusunun herkes için cevabı Üstün Dökmen’dir kuşkusuz. 10 seneyi aşkın bir süre evlerimize konuk olan Üstün Dökmen’i bu kez bizler onun yaşam öyküsünü öğrenmek için konuk ediyoruz. 1954‘te İstanbul’da dünyaya gelen Üstün Dökmen, ailenin tek çocuğudur. Bebekliğinde kendisine vefat etmiş iki dedesinin isimleri olacak şekilde Hasan Vasfi ismi verilmiştir. Fakat hayatını kaybetmiş iki insanın isimlerinin, 6 aylıkken geçirdiği rahatsızlığın sebebi olabileceğini düşünen ailesi, onun doğumuna yardımcı olan Prof. Dr. Ziya Üstün‘ün soyadı da olan Üstün ismini vermişlerdir. Dökmen’in farklı bakış açılarının ve türlü yeteneklerinin olmasının yansıra ilgi duyduğu alanların çeşitlilik göstermesinde; anne ve babasının farklı eğitim düzeylerine sahip olmasının etkisi çok büyüktür. Öyle ki babası bir döküm atölyesi sahibi ve Sanat Enstitüsü mezunuyken; annesi edebiyat öğretmeni ve aynı zamanda bir avukattı. Böylelikle yaratıcı olma özelliğini babasından, edebiyat tutkusunu annesinden almış olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. “Annemin sözlerini, babamın davranışlarını ciddiye almışım (Dökmen,2018).” sözü de bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. Ünlü psikolog, ailesi ile ilgili anılarını paylaştığı ‘Benim Annem Benim Babam’ programında babasına hayran, annesine düşkün bir Üstün Dökmen’le tanıştırıyor bizleri. Üstün Dökmen, 6 yaşında tiyatro ve roman yazarı olma isteğine karşılık annesinin ‘önce bilim daha sonra sanat’ tavsiyesini gözettiğini, bilimsel makaleleri dışında yazdığı tiyatro eserleri ve şiir kitaplarına ek olarak “Annemin bazı sözleri yaşam rotamı çizdi (Dökmen,2016).” söylemi ile de gözler önüne sermektedir. Babası Erzurumlu, annesi İstanbullu olan Dökmen, ilkokul ve ortaokul eğitimini Erzurum’da tamamlamış, 1971 yılında da Ankara Cumhuriyet Lisesi’nden mezun olmuştur. Hacettepe Üniversitesi Fizik Bölümünü üç sene okuduktan sonra fiziğin kendisine uygun olmadığı kararını vermiş; aynı yıl sınava tekrar hazırlanarak Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü’ne kaydolmuştur. Kendisi gibi psikolog olan Zehra Yaşın ile ortak bir arkadaşları vasıtasıyla tanışmış ve 1985’te evlenmişlerdir. Çiftin Selcan ve Tuğcan isimli iki kızları dünyaya gelmiştir. 1986 yılında Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik alanında doktorasını tamamlamış, 1988 yılında doçent unvanını almış ve 40 yaşında profesörlük derecesini elde etmiştir.

23

“Küçük şeyler bizi usandıran, Küçük şeyler bizi utandıran, hep küçük şeyler … Küçük şeyler bizi yarıştıran ,Küçük şeyler bizi uzlaştıran …. Küçük şeyler, hepsi de küçücük şeyler ,bizi yönlendiren ,sevindiren ,düşündüren ….”

'Küçük Şeyler’ kimimiz için küçük görünen amaçların/ sorunların bir başkaları için büyük amaçlar/ sorunlar olabileceğini anlatan, günlük yaşamdan örneklerle bizleri bizlere gösteren pazar sabahlarının vazgeçilmez programıydı. Muhammet Şimşek tarafından hazırlanan, Üstün Dökmen tarafından sunulan Küçük Şeyler, 10 yılı aşkın bir süre boyunca insanların iletişimlerini, ilişkilerini, çocukların eğitimini, eşlerin sorumluluklarını, gelecek üzerine değerlendirmelerini temel alarak toplum içerisinde belirgin olan problemleri skeçler eşlinde bizlere göstermiş ve aslında çözümlerin ne kadar basit olduğunu anlatmıştır.

Üstün Dökmen’e göre neyin küçük veya büyük bir boyutta olduğu görecelidir. O, bizlerin yararına olan amaçların büyük şeyler olduğu fakat bizlere katkısı olmayan amaçların küçük şeyler olduğunu düşünmektedir (Dökmen,2016). Programının amaçları ile birlikte Dökmen’in özellikle günlük yaşamdan olayları örnek göstererek toplumun kendini görmesini sağlıyor olması, programın daha da dikkat çekici bir hâl almasını sağlamıştır. Daha sonraları programı niteleyen ve adını taşıyan Küçük Şeyler kitabı ile 2008 yılında Türkiye Yazarlar Birliği tarafından ödül almıştır.

Avrupa ülkelerinde ve Avustralya’daki vatandaşlarımıza maddi talebi olmadan seminerler düzenlemiş olan Dökmen, 2006 yılında Uzman Psikolog Süleyman Hecebil ile Küçük Şeyler Anaokulu’nu açmış ve 24 okulun hizmete sunulmasını sağlamıştır. Aynı zamanda ‘Üstün Dökmen Yaşam Boyu Gelişim ve Eğitim Akademisi’ kurucu ortağıdır.Hâlen Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nde profesörlük yapmaya devam etmektedir.

24

Doğan Cüceloğlu’nun da (2016) belirttiği gibi tatlı dilli, sevecen, geniş bilgili aynı zamanda farkına varış yolculuğunun önemli kişilerinden biri olan Üstün Dökmen, sunduğu televizyon programları, konuk olduğu programlar, kitapları, seminerleri ve konferansları ile bizlerin toplumsal ve bireysel ilişkilerimizdeki rolümüzü göz önünde bulundurmamızı sağlamakta ve arayışımızda bizlere yol göstermeye devam etmektedir.

KAYNAKÇA -Bildirici,F.(2010).Olgun Bilim İnsanı Genç Bir Romancıyım.Hürriyet gazetesi.Erişim adresi:https://www.hurriyet.com.tr/kelebek/olgun-bilim-insanigenc-bir-romanciyim-15552605 -Biyografi.info.Üstün DÖKMEN. Erişim adresi : https://www.biyografi.info/kisi/ustundokmen#:~:text=%C3%9Cst%C3%BCn%20D%C3%B6kmen%2C%201954%20y %C4%B1l%C4%B1nda%20%C4%B0stanbul,lu%2C%20kendisi%20Ankara'l%C4 %B1d%C4%B1r. -Cüceloğlu,D.(2016,28 Mart).Üstün Dökmen ile Yaşam Üzerine Bir Sohbet .(Video File).Erişim adresi :https://www.youtube.com/watch?v=SwlwNmhO0ps&t=1006s -Küçük Şeyler (televizyon programı )(2020,5 Aralık).InWikipedia,Özgür Ansiklopedi. Erişimadresi:https://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%BC%C3%A7%C3%BCk_%C5%9 Eeyler_(televizyon_program%C4%B1) -TRT Haber (2018,2 Kasım ).Benim Annem Benim Babam Bölüm-7 Üstün Dökmen .[Video file].Erişim adresi : https://www.youtube.com/watch?v=78UnVYUnQXg ->Üstün Dökmen (2021,19 Şubat ).InWikipedia,Özgür Ansiklopedi.Erişim adresi : https://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%9Cst%C3%BCn_D%C3%B6kmen 1.GÖRSEL:https://encrypted-tbn0.gstatic.com/images? q=tbn:ANd9GcRuFLbnKp0pFvNUSmWmgAhSmNKOPE94Bw94bQF8gFmYMgwQ Dq0xL2WaaICPOh-x37NYwEw&usqp=CAU 2.GÖRSEL:https://upload.wikimedia.org/wikipedia/tr/b/bb/K%C3%BC%C3%A7%C 3%BCk_%C5%9Eeyler.png 3.GÖRSEL:https://lh3.googleusercontent.com/proxy/BZrPCNLoVPaVzWebxMgm9 zlocRTKzOuc8xqz7Ok9HOQ6LuWa9nvh18M7LmrJKwaMlVYO4v3yBK9NZMkdKd FPg7O_rD-FbErOo2kq6Wra9mS3gBYZ1Cxg53auFiCswPix9yCla2t2A 4.GÖRSEL:https://www.kimnereli.net/wp-content/uploads/2018/03/ustundokmen1.jpg 5.GÖRSEL:https://lh3.googleusercontent.com/proxy/W5sX7_vS9EkSidWtLpL2jo1 wgTe0f2QzODhbaYU5G5kuOK0XSz6eJhSN7cwGq5qGMFOZmUd5UW_M1VuJJWH2RjLzNdA7WoCj4rWigSr7GOP9Bg1n8wosYuiacHJDD11mOg5jlAIsMb YLDyeZ-4O

ESERLERİ -İletişim Çatışmaları ve Empati,(1994) Sosyometri ve Psikodrama Kuramsal Temeller / Uygulamalardan Örnekler / Yeni Yaklaşımlar, (1995) Selam,(şiir kitabı, 1996) Varolmak Gelişmek Uzlaşmak, (2000) Yağmurda Yangın, (2002) Bir Yumurtanın Tarihçesi veya Bir Yumurta Pişirme Tarifi, (2002) Komşu Köyün Delisi, (2004) Küçük Şeyler, (2004) Oyunlar Otoyolda Piknik/Padişah-ı Hali Osman,(2005) Ladesçi, (2006) Küçük Şeyler 2, (2006) Nokta Nokta Hanım’ın Hayatı, (2007) Küçük Şeyler 3 Yaşama Yerleşmek, (2008) Küçük Şeyler 4 Eşitler Evi, (2009) Miyase'nin Kuzuları, (2009) İnsanın Korunakları 1 Deriden Kültüre, (2010) İnsanın Korunakları 2 Mimari, (2011) Kelebekler ve İnsanlar,(2011) Metrestepe, (2013). OYUNLARI -Otoyolda Piknik -Padişah-ı Hali Osman -Toplumsal Cinsiyet -Komşu Köyün Delisi -Nokta Nokta Hanım’ın Hayatı

Elçin IRMAK 25

Bağlanma Stillerinin Duygusal İlişkilerdeki Rolü John Bowlby’nin Bağlanma Kuramı, kişinin çocukluk döneminden itibaren yakın çevresiyle nasıl bir ilişki kurduğunu inceleyebilmemizi, bu ilişkilerin kalitesini değerlendirebilmemizi ve böylece kişinin ileriki yaşamında nasıl ilişkiler kurabileceğini yordayabilmemizi sağlar. Bu kurama göre bebeklik dönemimizde ebeveynlerimizden gerekli ilgiyi ve bakımı alabilmişsek güvenli bağlanma, yeterince ilgiyi ve bakımı alamamışsak da güvensiz bağlanma veya kaygılı-kararsız bağlanma gerçekleştiririz. Daha kapsamlı anlatacak olursak bebeklik dönemimizde ve bunu izleyen çocukluk dönemlerimizde bize bakım veren birincil kişi, ihtiyaç duyduğumuzda bize sığınacak bir liman olabilmişse, temel ihtiyaçlarımızı karşılamışsa, empatik ve destekleyici yaklaşımlarda bulunmuşsa ve bizi duygusal veya fiziksel bir ihmale uğratmamışsa hayatımızın ileriki dönemlerinde bakım veren kişiye karşı duyduğumuz bu güven duygusunu, yakın ilişkilerimize aktarırız Böylece kurduğumuz bağlarda empati kurmaktan, yakınlıktan ve güvenmekten yana sıkıntı yaşamayız çünkü birincil bakım verenimize karşı ‘‘güvenli bağlanma’’ gerçekleşmiştir. Aksi şekilde bakım veren birincil kişi veya diğer kişiler tarafından yeterince ilgi görmemişsek, destekleyici tutumlar yerine suçlayıcı ve olumsuz yaklaşımlar gördüysek, bu kişi veya kişilere karşı savunmasız hissediyorsak, onların bize karşı duygusal tutumlarında ciddi tutarsızlıklar varsa kısacası duygusal veya fiziksel bir ihmale uğramışsak bakım verenimize karşı güvensiz bağlanma gerçekleştiririz. Bu güvensizliği hayatımızdaki diğer yakınlık gerektiren ilişkilere de yansıtırız. Bağlanma çeşitleri yalnız iki ana başlık ile sınırlı değildir bazen bebek güven duymakta kararsızlık yaşar ve kararsız-kaygılı bağlanma gerçekleşir.

Bağlanma kuramına göre güvenli, kaygılı-kararsız ve güvensiz olmak üzere üç ayrı bağlanma stili vardır. Peki bebeklikte hangi bağlanma türü gerçekleştiğini nasıl anlarız? Güvenli bağlanan bebekler, anneleri veya birincil bakım veren kişi ortadan kaybolduğunda huzursuz olurlar, ağlarlar ve aşırı tepkiler gösterirler. Bu durum anneleri ortama tekrar girdiğinde geçer ve bebek sakinleşir. Güvensiz bağlanan bebekler bakım veren kişi ortamdan çıktığında ağlamaz veya tepki göstermez, rahatsız da olsalar oyuncaklarla veya başka cisimlerle huzursuzluklarını giderirler, yabancı ortamlar onlar için alışılabilirdir ve güvenli bağlanan bebeklerde olduğu kadar korkutucu değildir. Kaygılıkararsız bağlanan bebeklerde ise bakım verenin yokluğu ve olası bir yabancı ortamın varlığı huzursuzluk yaratır ve anneleri ortama girse bile huzursuzlukları geçmez, hırçın davranırlar ve güvensiz bağlanan bebekler gibi ortama adapte olamazlar.

26

Yetişkinlik dönemlerimizde de bebeklikte olduğu gibi bu üç temel bağlanma stilini yaşarız ve romantik ilişkilerimize de bağlanma stillerimizi yüksek oranda yansıtırız. Hazan ve Shaver’in 1987 yılında yayınladığı bir çalışmada; güvenli bağlanma yaşayan kişilerin duygusal ilişki içerisinde olduğu kişiye karşı büyük bir güven duyduğuna, terk edilme korkularının olmadığına ve yakın ilişkilerini sağlıklı bir biçimde yürütebildiklerine dair bulgular sunulmuştur. Güvensiz bağlananların ise partnerleri tarafından terk edilme korkusu taşıdıkları, ilişki yürütmede güçlük çektikleri ve duygusal yakınlıktan rahatsız oldukları bulunmuştur. Kaygılı-kaçıngan bağlananlar ise ilişkide sürekli şüpheye düşer, kıskançlık yaşar ve sevilmediklerini düşünürler (Sümer, 2017). Peki içsel modellerimiz, yani kendimizi ve başkalarını nasıl algıladığımız bağlanma modellerimizle ne derece ilgilidir? Neden bazı insanlar sevileceklerine inanmazlar veya aldatmaya eğilimlidirler? Sevilmekten rahatsızlık duymanın nasıl bir açıklaması olabilir? Bartholomew ve Horowitz (1991), kişinin kendisi ve başkaları ile ilgili olumlu ve olumsuz düşüncelere sahip olmasını, benlik modeli ve başkaları modeli adında iki boyut üzerinden kategorilendirilen, güvenli, kayıtsız, korkulu ve saplantılı olmak üzere dört bağlanma stilinden oluşan bir yetişkin bağlanması modeli ile açıklamışlardır (akt. Sümer, 2017). Yani bizim kendimizi ve başkalarını nasıl algıladığımız ilişkilerimizi yüksek oranda etkiler aynı zamanda bu algılarımız bağlanma stillerimiz ile de ilişkilidir. Olumlu kendilik modeline sahipsek özsaygımız yüksektir, sevilebileceğimize inanır ve kendimize güveniriz. Olumlu başkaları modelinde ise aynı saygıyı ve sevgiyi diğer insanların da hak ettiğine inanır insanları sevebilme konusunda sıkıntılar yaşamayız. Olumsuz kendilik modeline sahipsek kendimizi sevmeyiz ve saygı duymayız dolayısıyla sevilebileceğimize de inanmayız. Olumsuz başkaları modeline sahipsek diğer insanları sevilmeye layık görmeyiz veya onlara güvenmeyiz. (Sümer, 2017).

Güvenli bağlanmaya sahipsek hem kendimize hem de başkalarına dair olumlu bir algımız vardır, ilişkilerimizde eğer karşımızdaki kişi de bu şekilde güvenli bir bağlanmaya sahipse kıskançlık veya terk edilme korkusu yaşamayız çünkü hem kendimizin hem de karşımızdaki insanların yardım edilmeye değer, sevmeye değer ve güvenmeye değer olduğunu düşünme eğilimindeyizdir. Issız adam filmini izlemişsinizdir oradaki Ada karakteri bu tür güvenli bir bağlanmaya sahipti, sevgiye değer veriyor ve karşısındakini de kendini de sevmeye, sevilmeye, emek vermeye layık görüyordu. Partneri Alper ise günübirlik ilişkiler yaşıyor, ilişki yürütmede başarısız, sevgi görünce rahatsız olan bir karakterdi ne kadar çabalasa da bağlanmayı başaramıyordu Alper karakteri de güvensiz bağlanma örneğidir.

27

Güvensiz bağlanan kişilerin bir kısmı kendileri hakkında olumlu kendilik algıları geliştirirler fakat başkaları hakkında olumsuz düşünürler böylece yakın ilişkileri ve duygusal bağları gerekli görmezler. Onlar için önemli olan kendileridir diğerlerinin hislerini anlamada başarısızdırlar çünkü onlara göre karşıdaki insanın sevgisi inandırıcı değildir, insanları güvenmeye değer görmezler. Bu tabii ki yanlış bir düşüncedir bazen güvensiz bağlanan kişiler bu yanlış düşüncelerinin farkındadırlar fakat alıştıkları düzeni değiştirmede zorlanırlar. Kendilerini bu şekilde korusalar bile yanlış yaptıklarının farkına varamayabilirler ve çoğunlukla yüksek düzeyde olumlu benlik algısına sahip oldukları için kendilerini haklı görürler (Sümer,2017). “Karda donmak üzeresin uyumak tatlı geliyor ama sen öldüğünün farkında değilsin” repliğini Issız Adam filminde Ada, Alper’e söylemişti. Gerçekten de güvensiz bağlanan kişilerin yalnızlık çekmesi kaçınılmazdır çünkü herkesi etrafından kovarken asıl güvenilmeyecek insanın kendisi olduğunu göremez. Tabi bu kişilerin hepsi kötü niyetli değildir bahsettiğim kişiler kibirli bir karaktere sahip olanlar veya olumlu kendilik algıları olup da olumsuz başkaları algısına sahip olanlar. Birçok güvensiz bağlanan kişinin de olumsuz kendilik algıları ve olumsuz başkaları algıları olabilir yani hem kendine hem de diğerlerine güvenmezler, terk edilmekten korkarlar, sevilebileceklerine inanmazlar ve bu yüzden birini sevmekten de korkarlar. Bu stil güvensiz bağlananlarda görülen korkulu bağlanma stilidir. Kişiler insanlardan kaçar ve sosyal alanlardan uzak durabilir ayrıca diğer insanları reddedici görüp kendini de değersiz görür, ona sunulan sevgiye inanmakta güçlük çekebilir. Genelde bunun farkına varan kişi bu durumu değiştirmek isteyebilir böylece BDT terapileri alırlar veya farkındalıklarını arttırarak yanlış düşünceleriyle baş etmeye çalışırlar. Peki kendini sevilmeye layık görmeyip de başkalarını gözlerinde yücelten kişiler de mi güvensiz bağlanmışlardır? Hayır. Karşıdaki kişiye takıntılı derecede bağlı ve kıskanç kişiler genelde kararsız-kaygılı bağlanmaya sahiptirler. Bu kişilerde yoğun olarak özgüven sorunu bulunur ve sevileceklerine inanmasalar bile sevmeye çalışırlar. Çoğunlukla da sevgileri takıntı haline dönüşür ve karşı tarafın onayını almak için yoğun bir çaba sarf ederler. Bu durum da oldukça sağlıksızdır çünkü bir süre sonra terk edilme korkuları onları ele geçirir ve yanlış yönlendirerek ilişkilerde başarısız olmalarına neden olur. Hatta filmlerde ve dizilerde çoğunlukla gördüğümüz karşı cinse aşırı takıntılı karakterler, genelde sevilmeyen bir profil çizerler ve esas karakter değillerdir. Kendi hayatlarının da esas karakteri olamamışlardır ve karşıdan onay almak için kendilerinden ödün vermişlerdir. İlişkilerde alma verme dengesi çok önemlidir, çok yoğun biçimde gösterilen sevgi karşıdaki insanı korkutabilir ve bizim değerimizden azaltabilir bu yüzden kendimizi sevmek ve kendimize güvenmek sevilebilmenin de ilk adımıdır. Sevilebileceğine inanmayan birinin sevilmesi oldukça zordur çünkü kişinin bu yanlış inancı, hareketlerine yansıyacaktır. Kaderimiz çocukluktaki bağlanma stillerimize göre şekillense bile bunu değiştirmek aslında elimizde olan bir durumdur çünkü güzel bir arkadaşlık bağı ve bağlılık dolu ilişkiler güvensiz veya kaygılı bağlanan kişilerin bağlanma stilini güvenli bağlanmaya dönüştürebilir. Bu konuda karşımızdakinden istikrarlı güvenilir davranışlar görmek ve sadakat bulmak çok önemlidir. Aynı zamanda yanlış insanlar ve sürekli tekrar eden terk edilme durumları da güvenli bağlanmayı güvensiz veya kararsız bağlanmaya çevirebiliyor. İlişkilerdeki asıl önemli nokta bağlanma stilimiz hakkındaki farkındalığımız ve hayatımıza aldığımız insanlar oluyor (Gömleksiz, 2018).

Beyza ZORLUKOL Kaynakça Gömleksiz, P. (2018). Erişim Adresi; https://yakiniliskiler.com/2018/10/21/baglanma-stillerimiz-degisebilir-mi/ Hazan, C., ve Shaver, P. (1987). Romantic love conceptualized as an attachment process. Journal of Personality and Social Psychology, 52, 511-524. Sümer, S. (2017) Klinik Psikoloji Yüksek Lisans Tezi “Romantik İlişkilerde Bağlanma Stilleri, Romantik Kıskançlık ve İlişki Doyumu Arasındaki İlişkinin İncelenmesi’’, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, Gaziantep.

28

MAGAZİN KÖŞESİ : Rob n W ll ams - B polar Bozukluk Herkesin hayatında en az bir filmini izlediği, çocukluk filmim “Jumanji” ve en meşhur yapıtlarından biri olan “Good Will Hunting” ile gönlümde taht kuran Robin Williams’ın hayatını ve intiharının ardındakileri gelin birlikte inceleyelim. 2014 yılında intihar eden ünlü aktör yaşamı boyunca alkol bağımlılığının yanı sıra bipolar bozuklukla (manik-depresif bozukluk) mücadele etmiştir. Bipolar bozukluğun iki dönemi vardır. Bunlar mani dönemi ve yeğin (majör) depresyon dönemidir. Mani dönemi kişinin duygularının arttığı, ölçüsüz tepki gösterdiği dönemdir. Bipolar bozukluğu mani döneminde bulunan bireyde kendi benliğine olan saygısının artması, mevcut durumlar ve olaylar karşısında kendini üstün görmesi, hayli kısa süreli bir uykunun dahi kendisine yeterli gelmesi, konuşkanlığının artması gibi belirtilerinin yanında konsantrasyon güçlüğü çekmesi, amaçsız ve düşüncesiz davranış örüntüleri geliştirmesi gibi belirtiler de görülür (APA, 2013) Robin Williams 21 Temmuz 1951’de ABD’de dünyaya geldi. Aslında aklında komedyenlik bulunmayan Williams, üniversitede Siyasi Bilimler bölümünü seçmişti. Daha sonra oyuncu olmak isteyen Robin Williams eğitimini yarıda kesip drama eğitimi almaya başladı. Hocasının kendisine: “Artık bilmen gereken her şeyi öğrendin sana öğretecek bir şey kalmadı” demesi üzerine drama eğitimini de bırakmıştır. 70’li yıllarda sitcom dizilerinde ekran karşısına çıkan ünlü komedyen daha sonraları kendi stand up gösterileriyle seyircilerle buluştu. Mani döneminin en büyük belirtilerinden biri de kişinin içerisindeki coşkunluk ve yaratıcılıktır. Robin Williams bu coşkunluğunu sahnelere aktarmış ve birbirinden güzel işlerin altına imzasını atmıştı. Herkesin neşe kaynağı olan Williams’tan kimse intihar etmesini beklemiyordu. Bilindiği üzere bipolar bozuklukta mani dönemini takip eden dönem depresyon dönemidir. Kişinin bu dönemini genel olarak tanımlarsak, ruhsal bir çöküntü hali yaşar dememiz yanlış olmaz. Bipolar bozukluğun depresyon döneminde bulunan kişi normal yaşamından daha durgun olmakla beraber kendini boşlukta hisseder. Mani dönemindeki aktiflik kaybedilir ve tam tersi kendi içine kapanılır. Mani dönemindeki kısa süreli uykular ve dinçlik yerini uzun süreli uyumaya ve ne kadar uyumuş olsa da kendini uykusuz hissetmeye bırakır. Kişi kendini güçsüz hissetmeye başlar. Bu dönemde kişi çoğu olay karşısında kendini suçlu görmeye başlar. Çoğu işe odaklanmada zorluk çekilir. Ve en sonunda kişi intihar düşüncelerine kapılır ve kontrol edilmediği takdirde intihar girişimlerinde dahi bulunabilir (APA, 2013).

29

Dünyaca ünlü komedyenin intiharı 14 Ağustos 2014’de gerçekleşti. Eve gelen eşi Robin Williams’ın cansız bedenini gördü. İntiharının önceden planlandığı araştırmalar sonucunda ortaya çıkmıştı. Herkesi güldüren ve enerji dolu bir insanın bu şekilde hayata veda edeceğine kimse inanmak istemiyordu (İntiharını ve son günlerini merak edenler için “Robin’s Wish” adlı belgeseli öneriyorum). 2009 yılından itibaren depresyon tedavisi görmeye başlayan Robin Williams aynı zamanda alkol ve madde bağımlılığıyla mücadele ediyordu. İntiharından bir hafta önce Minesota’da bir rehabilitasyon merkezinde tedavi görmüştü. Depresyonunu tetikleyen en önemli etken ise 2013 yılında yakalandığı Parkinson hastalığıydı. İntiharından sonra açıklamalarda bulunan eşi Parkinson hastalığıyla mücadele ettiğini ve uyku problemleri yaşadığını söyledi. İntiharından hemen sonra açıklamada bulunan menajeri şunları söyledi: “Robin Williams, bu sabah hayatını kaybetti. Uzun zamandır şiddetli depresyonla mücadele ediyordu. Bu, çok trajik ve ani bir ölüm. Oyuncunun ailesi bu zor zamanlarında özel hayatlarına saygı duyulmasını istiyor (BBC Türkçe, 2014).”

Geriye onlarca güzel film bırakan Robin Williams birçok kişiye ilham kaynağı olmuştur. Çoğu filmiyle gönlümüzde taht kuran bu usta oyuncuyu güzel hatırlayalım. Eşinin de dediği gibi: “Umarız Robin hatıralarda ölümüyle değil, milyonlarca insana verdiği sayısız keyifli ve kahkaha dolu anla kalır (BBC Türkçe, 2014).”

Mete BACAKSIZ KAYNAKÇA “ABD’li aktör Robin Williams hayatını kaybetti”. (2014). BBC Türkçe. Erişim adresi: “https://web.archive.org/web/20140813102106/http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/08/140811_robin_williams.shtml”. Amerikan Psikiyatri Birliği, Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı, Beşinci Baskı (DSM-5), Tanı Ölçütleri Başvuru Elkitabı’ndan, çev. Köroğlu E, Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 2013. s. 63-68. GÖRSELLER https://wallpapercave.com/robin-williams-wallpapers

30

Get in touch

Social

© Copyright 2013 - 2024 MYDOKUMENT.COM - All rights reserved.