kağnılar giderdi istiklal yolunda (1) Flipbook PDF

kağnılar giderdi istiklal yolunda (1)
Author:  M

87 downloads 193 Views 2MB Size

Recommend Stories


Porque. PDF Created with deskpdf PDF Writer - Trial ::
Porque tu hogar empieza desde adentro. www.avilainteriores.com PDF Created with deskPDF PDF Writer - Trial :: http://www.docudesk.com Avila Interi

EMPRESAS HEADHUNTERS CHILE PDF
Get Instant Access to eBook Empresas Headhunters Chile PDF at Our Huge Library EMPRESAS HEADHUNTERS CHILE PDF ==> Download: EMPRESAS HEADHUNTERS CHIL

Story Transcript

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

İstiklâl Yolu Kültür Turizm Derneği Yayın No: 9

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA Vadi ÇİÇEKLİ

Geliştirilmiş İkinci Baskı ÇANKIRI OCAK-2020 1

Vadi ÇİÇEKLİ

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA ISBN

Editör İsmail ÇAM Kapak Resmi İrfan ÖNÜRMEN İletişim [email protected] www.istiklalyolu.com Dizgi Hadi CANBAZ Baskı Kayıkçı Matbaacılık Yayıncılık San. ve Tic. Ltd. Şti. Cumhuriyet Mh. Necip Fazıl Kısakürek Sk. Atakoç Apt. No: 16 • ÇANKIRI Tel : 0376 213 19 88 • E-mail : [email protected] T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sertifika No: 42709 Geliştirilmiş İkinci Baskı 1.Baskı 2008 yılında Vadi Yayınları (yayın no:255) tarafından 1000 adet yapılmış, satış baskısı tükenmiştir.

2

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

İÇİNDEKİLER Önsöz 1................................................................................................................................... Vadi Çiçekli’nin Hayatı......................................................................................................... Önsöz 2................................................................................................................................... İstikâl Yolu.............................................................................................................................. I. bir zaman sıçramasının sinyalleri................................................................................. 1. ötede beride biraz kara çalı......................................................................................... 2. tarihî bir zihin kayması............................................................................................... II. inebolu - kastamonu hattı............................................................................................. 1. sabahın bu erken saatinde.......................................................................................... 2. gemiyle kaçak gelen yolcular...................................................................................... 3. hava zifri karanlık........................................................................................................ 4. kimisinin aklı evde...................................................................................................... 5. ne kadar uyumuştu bilmiyordu................................................................................. III. kastamonu - ılgaz hattı................................................................................................ 1. gece ağarmaya başladığında....................................................................................... 2. kafile kışla önüne gelmişti........................................................................................... 3. gâvurun hanı denilen.................................................................................................. IV. ılgaz - çankırı hattı......................................................................................................... 1. sabahın alaca karanlığında......................................................................................... 2. ölüm hoş gelmişti......................................................................................................... 3. üç saat kadar yol alınmış............................................................................................. 4. halil ağa’nın hanımı..................................................................................................... 5. katırcılar dayanıklı insanlardı doğrusu..................................................................... 6. sabah olmuş horozlar ötüyor...................................................................................... V. çankırı - kalecik hattı...................................................................................................... 1. tepelerin ardından....................................................................................................... 2. cephanenin nakli için.................................................................................................. 3. yusuf, önüne bırakılan................................................................................................. 4. arkadan gelen at arabaları...........................................................................................

3

Vadi ÇİÇEKLİ

5. gürültüye uyanmıştı..................................................................................................... VI. kalecik - ankara hattı.................................................................................................... 1. eşkıya derdi, sinek çilesi derken................................................................................. 2. at arabasıyla eşeklerin.................................................................................................. 3. dönüşe geçen çankırı kafilesi...................................................................................... 4. yusuf uykusunu almış.................................................................................................. VII. ankara - sarıkışla hattı................................................................................................ 1. gece boyu köyler geçilmiş........................................................................................... 2. duvar dibinde............................................................................................................... Dernek tanıtım...................................................................................................................... Dernek yayınları.................................................................................................................... Sözlük...................................................................................................................................... Kaynakça................................................................................................................................

4

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

ÖNSÖZ 1

5

Vadi ÇİÇEKLİ

1949 yılında Aydın’da doğdu. İlkokul yılları Heybeliada - Aydın arasında mekik dokuyarak geçti. Ortaokul’u Üsküdar’da bitirdi. Sonra ki yıllarını Polis Koleji ve Polis Akademisi’nde geçirerek mesleğe atıldı. 2020 yılında Uludağ Üniversitesi, Yönetim Organizasyonu Bilim Dalında Yüksek Lisansı’nı tamamladı. Halen Polis Akademisi Başkanı olarak görevini sürdürmektedir. Deneme türünde yazılar yazmakta ise de, şiire ağırlık verdiği görülmekte olan şairin 1991 yılında “18.15 Yalova Vapuru”, 1997 yılında “Bırakın Ağaçlar Beklesin Dağlar”, 1998 yılında “Şiir Yürürlükten Kalkmadı Daha” ve 2004 yılında “Rüzgârın Getirdikleri” adlı şiir kitapları bulunmaktadır. Şiirleri, Dolunay Şiir Güldete’leri, İnsan Saati, Güneysu, Söylem, Yalnızardıç, Galaksi, Hayvan, Le Poète Travaille, Imgelem ve Sincan İstasyonu dergilerinde yayımlanmıştır.

6

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

ÖNSÖZ 2 İnebolu - Kastamonu - Ilgaz - Çankırı - Kalecik - Ankara hattı, cephe gerisinin ana arteri, ana yolu Milli Mücadelenin İSTİKLÂL YOLU olmuştu… Milli Mücadeleyi anma etkinlilerinde, hak ettikleri ve destansı zafere ortak oldukları halde, İstiklal Yolundan bahsedilmemesi, İstiklal Yolu’nun tarihi gerçekleri ve fiziki olarak kaybolmaya yüz tutması beni çok üzüyordu; Zira İstiklal Yolunun ortasında önemli bir nokta olan Ilgaz’da doğmuş büyümüş, İstiklal Yolunun işlevlerini, bölgede yaşayan bazı hatıraları, olayları dinlemiş, Jandarma Karakollarını ve hanları yıkılmadan görmüştüm. 3 yıl 4 mevsim yokluklarla ölümüne cephane taşıyan ve bizlere bağımsız bir vatan bırakan ecdadımıza teşekkür etmek, saygı, takdir oluşturmak ve vefa göstermek için gönüllü ve kişisel olarak beynimden elimden geleni yapmaya karar verdim. 2002 yılında “İnebolu, Kastamonu, Ilgaz, Çankırı, Kalecik tarihi hattına farkındalık sağlamak ve tanıtmak için 2002 yılında çalışmalara başladım. Ancak atalarımız gibi mücadeleye yokluklarla başlamıştım. Tarihi İstiklal Yolu güzergâhının fiziki olarak çoğu kaybolmuş ve yapıları yıkılmıştı. Tarihi gerçekleri anlatan dokümanlar çok azdı olanların en yeni tarihlisi 1950 - 1970’ li yıllara aitti maalesef onların da mevcudu tükenmiş kütüphanelerden fotokopi ile sağlanabiliyordu. 2003 yılında yayımladığım “ Leyleklerle Bulutların Sevdası” manzum masal kitabımda “Bu Yol” bölümüyle farkındalık sağlamaya çalıştım. “İnebolu, Kastamonu, Ilgaz, Çankırı, Kalecik” tarihi hattının kroki haritasını Türkiye’de ilk olarak yayınladım. 15-17 Kasım 2005 tarihinde Çankırı Karatekin Gazetesi’nde yayımlanan “ÇANKIRI İSTİKLAL YOLU’NDA” başlıklı köşe yazım, kaybolmaya yüz tutan İnebolu, Kastamonu, Ilgaz, Çankırı, Kalecik tarihi hattının farkındalığı hakkında bir milat oldu. Hem hattın ismini “İstiklal Yolu” olarak koymuş ve isim babası olmuştum; hem de hattın ihyası ve tanıtımı için akademik düzeyde bir proje özeti sundum. Mahalli (Gazete ve internet) basında İstiklal Yolunun farkındalığının oluşması için köşe yazıları yazdım. Cephe gerisi hakkındaki her türlü dokümanın yetersiz olması, bunların ise eski tarihli olması, mevcutlarının tükenmeye yüz tutması gibi olumsuzluklar; cephe gerisinin tarihi gerçekleriyle öğrenilmesine, onlara vefa göste7

Vadi ÇİÇEKLİ

rilmesine engel oluyordu. Vadi Çiçekli’nin 2008 yılında yayınladığı. “Kağnılar Giderdi İstiklal Yolunda” şiir kitabı, İstiklal Yolu hakkında son yıllarda yayınlanan ilk kitap oldu. 2002- 2006 yıllarında Çankırı Emniyet Müdürlüğünü yapan Vadi Çiçekliyle,2004 yılında kurduğum Çankırı Yazarlar ve Sanatçılar Derneğine (ÇAYASAD) üye olması ve geceleri yaptığımız şiir sohbetlerine hiç aksatmadan katılmasıyla tanışmıştık. Vadi Çiçekli Çankırı’da kaldığı sürece İstiklal Yolu güzergâhında İnebolu, Kastamonu, Ilgaz, Çankırı, Kalecik, Ankara hattında incelemelerde bulunmuş; ilgisi olanlar ile mülakatlar ve kaynak taraması yapmıştır. 2006 yılında Çankırı’dan Ankara Polis Akademisi Başkanlığı’na atanan vadi çiçekli “Kağnılar Giderdi İstiklal Yolu’nda şiir kitabını 2008 yılında yayınlandı. Vadi Çiçekli davetim üzerine, 2010 yılında Çankırı Karatekin Üniversitesinin düzenlediği “ Milli Mücadelede İstiklal Yolu ve Çankırı” Sempozyumunda  değerli çalışması hakkında bildiri sundu. ÇAYASAD ‘dan 10 yıl sonra (2014) kurucu başkanı olduğum İstiklal Yolu Eğitim Kültür Turizm ve Gençlik Derneği tarafından hazırlanan ve T.C. İçişleri Bakanlığınca (2018 ) finanse İstiklal Yolu Vefa Projesi kapsamında, ödüllü edebiyat yarışması jüri üyeliği için Çankırı’ya gelen Vadi Çiçekli, 9 Nisan 2019 tarihinde Mevcudu tükenen “kağnılar giderdi istiklal Yolunda” kitabının Telif ve yayın hakkını süresiz ve karşılıksız olarak Deneğimize bağışlamıştır. Vadi Çiçeçkli’nin bu bağışı Derneğimize yapılan hem bir ilk hem de örnek olmuştur. “Kitabın mevcudu tükendiği için özellikle araştırma yapanlar ve okumak isteyenler bulamıyorlardı. Kendisine teşekkür ediyorum. Bu değerli eserin Derneğimiz adına basılması bana nasip olduğu için çok mutlu olduğumu belirtmek istiyorum. Derneğimiz şimdiye kadar yürüttüğü projeler kapsamında İstiklal Yolu hakkında 8 yeni eser kazandırdı. Böylece İlk defa yürütülen projeler haricinde bir kitap kazandırılmış oldu. Saygılarımla. Ocak 2020 İsmail ÇAM İstiklal Yolu Eğitim Kültür Turizm ve Gençlik Derneği Başkanı 8

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

9

Vadi ÇİÇEKLİ

İstiklâl Yolu Haritası 10

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

İSTİKLÂL YOLU İnebolu- Kastamonu-Ilgaz-Çankırı-Kalecik-Ankara hattı önemi işlevlerinin çeşitliliği ve Karınca Ordusu efsanesi ile Milli Mücadele cephe gerisi güzergahlarının ana yolu olma payesini ve temsilen “istiklal yolu” nişanını hak eden, tarihi milli park ilan edilmiş ve tescil edilmiş milli bir yoldur. Başkumandan Mustafa Kemal’in, örümcek ağı gibi Milli Mücadele cephe gerisi yollarının içinde “Gözüm Sakarya’da Dumlupınar’da, kulağım İnebolu’da” diyerek önemini vurguladığı İstiklal Yolu: 1. En güvenli ve stratejik öneme sahip hattı. • Hattın tamamı işgal edilmeyen topraklardaydı. • İşgal edilmeyen toprakların deniz sahili sadece Karadeniz idi ama limanları (Bartın, Zonguldak, Samsun, Trabzon) düşman işgalindeydi. Fakat İnebolu sahilinde liman olmadığı için işgal altında değildi. • Lojistik malzemelerin çoğu Karadeniz üzerinden geliyordu. İstanbul’a yakın ve Karadeniz sahilinin orta noktalarında olması avantajdı. • Hat üzerinde ve çevresinde hiç iç isyan (azınlık ve Padişah yanlıları isyanı) yoktu. • Hat üzerinde ve çevresinde yaşayan halk TBMM’yi destekliyor ve sevkiyatı gönüllü olarak vatan ve din aşkı ile yapıyordu. • Cephe gerisinde Ankara’ya uzanan en kısa mesafeli hat idi. • Doğu Anadolu’dan Karadeniz sahiline indirilen lojistik malzemeler ve Karadeniz’deki Türk limanlarına kaçak indirilen Rus yardımları,  deniz yoluyla İnebolu’ya getiriliyordu. 2. Ankara hükümetinin dünyaya açılan kapısı olmuş ve yabancı diplomatlar (ve gazeteciler) kullanmıştır. 3. İşgal altında yaşamak istemeyen gönüllü meslek elemanlarının ( Doktor, hemşire, öğretmen, nalbant, terzi vb. ustalar) ve zamanın aydınları kullanmıştır.

11

Vadi ÇİÇEKLİ

KARINCA ORDUSU Türk Milleti, Milli Mücadeleyi iki ordu ile yapmıştı. Birinci Ordu; askerlik yapabilecek yaştaki erkeklerin tamamından oluşan ve cephelerde savaşan görünen orduydu. İkinci Ordu ise cephe gerisinde kalan görünmeyen “Karınca Ordusu”ydu. Böylece Türk Milleti, Anadolu’nun her karış toprağında AİLECE savaşmıştır. Erkeklerin tamamı cephede olduğu için ordu mensuplarının yapması gereken lojistik malzeme sevkiyatı cephe gerisinde kalan; kadınlardan, askerlik çağına gelmemiş çocuklardan, ihtiyarlardan ve gazilerden oluşan KARINCA ORDUSUNA kalmıştı. Cephe gerisinde kalanlar kendilerine verilen Tekâlif-i Milliye/ milli sorumluluk kanunu zoru ile değil, vatan aşkıyla, din aşkıyla, ciddiyetle, olağanüstü özveri ve şuurla zafere kadar yerine getirmiştir.

12

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

Karınca Ordusu, cephede şehit olmak için savaşan askerleri bir an bile düşman karşısında eli boş, çaresiz bırakmadı ve destansı zafere ortak oldu. Cephe gerisinde de kağnı kamyonu yendi Türk kadını ve kağnı, milli mücadelenin sembolü oldu. İstiklal madalyasında hak ettiği yeri aldı. “Karınca ordusu,  cephelerdeki 100.000 Mehmetçiğe üç yıl boyunca ( dört mevsimde)  lojistik malzeme taşımıştır. Bir kağnı arabasının üç haftada taşıdığı cephaneyi cephedeki bir  topçu bazen 5-6 dakikada kullanmasına rağmen, karınca ordusunun adsız kahramanları cephelerde destanlar yazan Mehmetçikleri bir an bile düşman karşısında cephanesiz bırakmazken; (kendileri de  İstiklal Yolu’nda görev ve sorumluluklarını aksatmadan sürdürürken) kahramanlıklarıyla, destanlar yazmışlar ve destansı zafere ortak olmuşlardır. Cephe gerisinde de kağnı kamyonu yenerek Türk kadını ve kağnı, Milli Mücadelenin sembolü oldu. İstiklal madalyasında hak ettiği yeri aldı

13

Vadi ÇİÇEKLİ

14

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

onlar cephane çekerdi yalnızca evi ocağı bırakıp giderdi yolda ölmüştü kimileri sorsan bilinmez künyeleri isimleri..

bu kitap onlara adanmıştır 15

Vadi ÇİÇEKLİ

16

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

tarihî bir zaman sıçramasının sinyalleri tarihî bir zihin kaymasının ilk sinyalleri uzaktan gelmeye başladı... karadeniz kapsama alanımıza giriyor: inebolu lafını sakın etme karadeniz’e bir haller olur lodos kerempe burnundan bir kopar hışmını dağına taşına çarparak çıkartır birazda belki bu yüzden atölyelerde marla taşına dönüşen kıyılardan çıkartılan say taşları evlerin çatılarında konuşan kiremit sahanlık merdivenlerinde kırılgan basamak olur eşkıya gibi yol kesen lodos mudur karayel mi bir türlü dirlik vermiyor çatılardaki marla taşlarını hoplatıyor sanki ödünç verdiğini geri istiyor öğlesine vurup denizi hırpalıyor [belediye başkan yardımcısı mustafa fakazlı’nın dediğine bakılırsa: “dağları denize dayamıştır sırtını ovalarında kestane fındık biter inebolu, güneşin denizden doğup gene denizden battığı bir yer yöre halkı şunu iyi bilir: sabah, doğu yakası bulutluysa hava erkenden bozacak demektir akşamüzeri, batıda kızıllık çıktıysa ertesi gün hava günlük güneşliktir!’] 17

Vadi ÇİÇEKLİ

gözlük gözünüzdeyken daldırıp da yüzünüzü yıkadığınız oldu mu hiç? ve o gözlükle bakıp dışarıya uykuyla uyanıklık arası şaşkın ve sırılsıklam kaldıysanız bilirsiniz... durması gereken yerde değil dışarısı! say taşlarında kırılıyor dalgalar ‘bir abam var atarım nerde olsa yatarım’ diyen bir karadeniz geziniyor bu sabah evlerin damlarında ‘olsun da artık neresi olursa...’ diyerek... tanıdık bir mimariye sığınıyoruz köhne bir sinemaymış! karanlığın ta içine düşüyoruz gözümüz yeni alışıyor derken ansızın bir şeyler oluyor film kopuyor tekrar karanlıktayız! makara kurtulup gidiyor tırnaktan ışık hüzmelerindeki mavi tozlar ışıkla birlikte tavanda geziniyorlar gelen bir zaman sıçramasının bitmek bilmeyen sinyalleridir: cızzzzt..2008... cızzzztıızz...2001... 1990... yıllar hızla geri sarmağa başladı görüntüler hızla kayıyor perdeden: 1955 istanbul : ya taksim ya ölüm! 19 aralık 1941 : ekmek karneye bağlandı! 30 temmuz 1930 : uruguay ilk dünya kupasını kazandı! 18 ağustos 1936 : federico garcia lorca öldürüldü! 22 temmuz 1927 : çin’in nan-sen bölgesinde depremde 200 bin kişi öldü! 18

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

ve duruyor makara 1921 yılı ağustos ayındayız...

2 Orhan Veli KANIK, Bütün Şiirleri (İstanbul Türküsü), İstanbul. Adam Yayınları, 1996, s.6B 3 “Bu sinemalarda o dönem yabancı filmlerin hemen hepsi gösterilmekteydi. Beyoğlu tarafındaki sine­ maların sahip ya da işle­ticileri çoğunlukla yabancı olduğu gibi, sinema adları da listede görüldüğü üzere, yabancı dilde yazılmaktay­dı. Bu bölgedeki (Beyoğlu) sinemalarda oynatılan filmlerin seyirciye dağıtılan özetleri, resim aralarında gösterilen açıklama yazıları da Türkçeye çevrilmiyordu. Bu dönemde işgal ordu­ larının uyguladığı bir film sansürü yoktu. Bu tutumun nedeni açıktı; oynatılan filmler kendi ülkelerinin filmleriydi.”

daha bir aydınlanıyor ortalık aydınlığın orta yeri sinema “garipliğimi duyurmayın anama” 2 istanbul’un orta yeri beyoğlu... istanbul’u işgal eden yabancılar beyoğlu’nda kendilerinin işlettiği ve isimlerini kendilerinin koyduğu magic, etoile, majestlc gibi 3 yirmiye yakın sinemada kendi dilleriyle konuşan kendi filmlerini seyrediyorlar... birazdan biz de kendi sinemamızda bu savaşta kendimizin oynadığı gerçek bir film izleyeceğiz biletler önceden alınmış boş yer yok gösterimdeki film: “kağnılar giderdi istiklal yolunda” 1921 yılı ağustos ayındayız olayın geçtiği ilk yer: inebolu sahilleri...

Tevfik ÇAVDAR, Milli Mücadele’ye Başlarken Sayılarla Durum ve Genel Görünüm II, Cumhuriyet Gazetesi Tarih ve Kültür Dizisi: 204,2001, s. 5051

19

Vadi ÇİÇEKLİ

20

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

21

Vadi ÇİÇEKLİ

22

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

23

Vadi ÇİÇEKLİ

24

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

25

Vadi ÇİÇEKLİ

26

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

27

Vadi ÇİÇEKLİ

28

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

II. İnebolu - Kastamonu hattı

komut alınca duraksamadan tek sıra ve birer metre arayla yola düşmüş giden nefer gibiydiler 29

Vadi ÇİÇEKLİ

30

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

1 sabahın bu erken saatinde denizde birkaç tekne dışında kımıltı yokken istanbul’dan cephane ve kaçak yolcu getiren yabancı bandıralı bir gemi açıkta görünmüştü! ve bu gemiler daha sıkça demirler olmuştu demek ki istiklal harbinin içindeyiz... telaş içindeydi yüzbaşı mehmet ali yükleme-boşaltma komutanı olarak en sıkıntılı günlerini yaşıyordu önceleri gece el ayak çekilmesini bekler mustafa reis ve adamları gözcülük ederken gemilerin getirdiği cephane ve teçhizatı kayıklara yükler karaya çıkartırlardı inebolu’nun bombalanmasından sonra yarbaşında yığılı bekletilen cephane top atış menzili uzağında kalan ikiçay’daki cephaneliğe taşınmış bir an önce ankara’ya nakli için telgraf üstüne telgraf yağmıştı 4 açıkta güpe gündüz demirleyen bu yabancı bandıralı geminin üzerinde uçuşan martılar çığlık çığlığa pike yaparak dönüyorlardı ilk sandal iskeleden denize açılmış diğer sandallar onu izlemişlerdi gemi mürettebatı koşturuyor kürekler çengeller uzatılıyor

4 “Çankırı Mutasarrıflığına Şifre 15 Haziran 921 Üç günden beri inebolu’dan pek mühim miktarda cep­ hane sevkıyatına devam olunmaktadır. Bunların Çankırı’ya kadar zarar ve ziyana uğramadan nak­ line teminen taşıyanların vesa­itinden işe yarama­ yanların liva mıntıkasında teşkil olunacak jandarma kolları vasıtasıyla civar köylerden tebdil edil­ mesine gayret edilmesi. Kastamonu Vali Vekili Hay­dar” Nurettin PEKER, 19181923 istiklal Savaşının Vesika ve Resimleri, istan­bul: Gün Basımevi, 1955. s.351

31

Vadi ÇİÇEKLİ

sandallar dikkatlice yanaşıyordu bir gürültü kopmuş gemideki iki vinç hızla çalışmaya başlamıştı

5 “Bu itimat kağıdı göste­ rebilenlere karaya çıkma müsaadesi veriliyordu. Bu itimatname, istanbul’da Kuvva-i Milliyecilerin itimat ettikleri bir zât tara­ fından verilen bir tezkiye kağıdıdır, itimatnamesi olmayanlar, Anadolu’ya alınmıyorlardı. Nitekim bir çok adamlar geri dön­ müşlerdi. Enver Behnan ŞAPOLYO, Mustafa Kemal Paşa ve Millî Mücadele’nin İç Ale­ mi, İstanbul, İnkılap ve Aka Kitabevleri, 1967, s.19 6 İnebolu kayıkçıları kendi­ lerine verilmek istenen bu parayı almamakta ısrar ettiler. Ve Millî Müdafaaya bağışladıklarını bil­ dirdiler. Muhittin Paşa bu örnek fedakârlığı, Milli Müdafaa vekâletine ve Baş kuman­dan Mustafa Kemal Paşa hazretlerine bildirmekle kalmayıp, ga­ zetelere de yazarak her tarafa yayınla­dı” PEKER, a.g.e., S..369

32

yanaşan ilk sandaldan kuvva-i milliyeci oldukları anlaşılan bir komutan ve iki asker gemiye çıktılar bütün yolcular güverteye toplanmıştı sırayla herkesin itimatnâmesine bakılıyor denetimden geçenler sandallara alınıyordu 5 cephane ambardan çıkartılmıştı haydaaa! nidasıdır yükselmekte bu ‘işler yolunda gidiyor’ anlamına gelmekteydi... kayıkçılar cansiperane atılarak cephaneyi kayıklara yüklemiş denizde ine-çıka sahile taşıyorlardı 6 ahali koşarak sahile inmişti Çanakkale’den kalma gaziler yaşlı dedeler, kadınlar, çocuklar ve sevkiyat için bekleyen hamallar gemiden gelen sandallara yanaştılar yusuf iskeleye adım attığında istanbul’daki esaretten sıyrıldığını anladı iri kalpaklı ve avcı pantolonlu adamların kuvva-i milliye’nin güvencesindeydi artık (inebolu 9 haziran 1921’de bombalanmış ve aradan neredeyse İki ay geçmişti ama belli olmazdı düşmanın hali bölge komutanlığı, küre, ılgaz ve indağları’nın kar yağdığı zaman

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

tümüyle kapanacağını bildiği için yunan saldırısının yaklaştığı haberlerini dikkatle izliyor telaşlanıyor cephanenin kısa zamanda taşınmasını istiyordu) taşınan kendi malımızdı aslında... 7 kayıkçı kâhyası ilyas kaptan cephane çek çek yerine istiflenirken dalgaların yıkadığı iskeleye çıkmış sağ elini sağ kulağına kepçeleyerek herkesin duyacağı şekilde uzun uzun bağırmaktaydı:



- haydi inebolulular davranın ha... hava kararmadan bitirelim bu İşi!

cephane kayıkların demir halkalara bağlandığı çekçek yeri denilen sığınma sahilinden geçerek dik merdivenlerden yarbaşına çıkartılıyordu (atatürk, şapka devrimi İçin geldiğinde türk ocağı binası balkonuna çıkarak halkı buradan selamlamıştı) yarbaşına çıkartılan bu cephane ikmal komutanlığı deposu yerine iki kilometre uzaktaki top menzilinin dışında kalan ikiçay’daki cephaneliğe taşınacaktı gemiye kaçak olarak binen subay ve askeri memurlar kendi yükleriyle yetinmemiş 8 boşta kalan kollarına sıkıştırdıkları istanbul piyasasından gönderilen kaput bezi, ayakkabı, deri gibi

7 “...haritadan küreğe, tüfek yağından el bomba­sına kadar, bir orduya ne ge­ rekiyorsa, ambarlardan binbir oyunla çalıp çalıp yolluyorlar Kendi malımı­ zın hırsızı olduk.” Turgut ÖZAKMAN, Şu Çıl­ gın Türkler, Ankara. Bilgi Yayınevi, 2005, s.89 8 “..1912 yılında Harp Oku­ lundan mezun olan 25 topçu subayının 10 gün İçinde inebolu’ya gönderil­mesi emredil­ miştir. Ağus­tos ayında 628 eylülde 456 olmak üzere toplam 1184 subay ve ayrıca 154 askeri me­ mur ve sanatkar cepheye gönderilmiştir.” Osman BAŞBUĞ, Kurtu­ luş Savaşında Silah ve Cepha­ne Temini (Doktora Tezi), Ankara Üniversi­ tesi Türk inkılap Tarihi Enstitüsü. Ankara: 1988. s.127-128

33

Vadi ÇİÇEKLİ

malzemeyi de taşımışlardı burada denetimden geçeceklerdi menzil nokta komutanı emekli binbaşı zeki beyin yarbaşı’ndaki telaşı biraz gurur biraz da heyecanla izlediği anlaşılıyor kayyim ahmet efendiye sesleniyor:



- esir edilemez bu millet esir edilemez!.

aynı kelimeleri kaç defa söylediğinin farkına varmadan gözyaşına batmış boyuna usanmadan tekrarlayıp duruyordu kayyim ahmet efendi ise adeti olduğu üzere ortalığı inletiyordu:

- Allah’ını seven herkes çarşıdan cephane alsın götürsün boş gitmesin... kime diyom heyyyyy!

cephane yürüyüşe geçmişti hamal başı talimatını vermiş küfesini sepetini kapan hamal yarbaşı’na doğru koşturuyor tüm ahali elinde kalan eşeği katırı kağnısı ve el arabasıyla dedesiyle kadınıyla çocuğuyla yürüyüşe geçmiş gidiyordu

34

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

yahya paşa camisi geride kalmış askerlik şubesi önü geçilmiş iki kilometrelik yolu tüketen ayağına çabuk olanlar kan ve tere batmışlar ilk önce varmanın sevincini yaşıyorlardı gemiyle gelen cephane emin ellerdeydi artık ikiçay’a ulaşmıştı

35

Vadi ÇİÇEKLİ

2 gemiyle kaçak gelen yolcular önleri sıra giden subayı izleyerek kontrol noktasına doğru yanaştılar yarbaşı’ndakl ahşap bir barakada yolcuların eşyalarına bakılıyordu çarşıda bir insan selidir akıyor otellerde yer bulunamıyordu

9 “Şüpheli adamlar (AyınPe) askerî teşkilatı tara­ fından ya tev­kif ediliyor, yahut iade ediliyordu. Şüpheli şahıslar ise jan­ darmalar vasıtasıyla yaya olarak Ankara’ya sevk olunuyordu. Bunlar Anka­ ra Kalesi önünde, Sultan ikin­ci Murat zamanında ya­pılmış olan Mahmut Paşa Kervansarayının yanındaki hapishaneye konuluyordu. Anadolu’ya girmek kolay değildi. Bu sebeplerden dolayı, yolcular Ankara’dan telg­ raf gelinceye kadar heye­ can içinde idiler.” ŞAPALYO, a.g.e, S..26

36

inebolu millî dayanışmanın giriş kapısıydı buradan geçilerek gidilecekti ankara’ya bu yüzden herkesin geçmesine izin verilmiyor itimatnâmesi olanların belgesine bakılıyor olmayanların ankara’da adres gösterdiği güvenilir kişilerden sorulmak üzere peş peşe telgraflar çekiliyor iyi halleri araştırılıyor yoksa gitmelerine izin çıkmıyordu şüphe çekenler hakkında oracıkta erkanı harbiye’ye bağlı olarak çalışan askerî polis örgütü (ayın-pe) tarafından gereken tutuklama işlemi yapılıyordu 9 yusuf iç çamaşırlarıyla yiyeceklerini koyduğu valizden bozma çantasını masanın üzerine bıraktı görevli memurun dikkatini uzattığı itimatnâme çekmişti:

- herkese vermezler bunu evlat! - babam vurulmuş... ziyaretine gidiyom...

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

demişti, daha bir şey diyememişti sırtını sıvazlayıp bırakmışlardı yusuf, baygın ela gözleri yana yatmayan inatçı saçları yeni oturan yüz hatlarıyla çelişen doksan üç harbi sırasında kafkasya’dan göç etmiş bir ailenin on altı yaşına yeni basmış çelimsiz küçük oğluydu denetimden geçenler için telgraf çekilecek ve cevapları kaç gün sürerse beklenecekti gemiden inen herkes gibi yusuf’un da inebolu’ya ilk gelişiydi nereye gidecek nerede kalacaktı önü sıra gidenlerin peşine takılmıştı çarşı, ankara’ya gitmek isteyenlerin doluştuğu karnaval yerine dönmüştü her kılıktan adama rastlamak mümkündü şeref oteline girmişler yer olmayınca çıkmışlardı aşağıdaki handa yatılabilirmiş... handa aranan oda bulunmuştu dört kişi bir odaya düşmüşlerdi birisini istanbul’da limandan anımsıyor kıyafeti düzgün ama tedirgin bir hali vardı liman kapısını kolluyor gibiydi gazeteci ahmet nadir’miş... ikincisi: bacağında avcı pantolonu kafasında kalpağı olan eski bir subay ittihatçılardan üsküplü rıza şükrü yüzünün güldüğü pek görülmemiş... 37

Vadi ÇİÇEKLİ

üçüncüsü: kısa boylu ve gözlüklü berlin üniversitesi’nde maliye okumuş elini devamlı cebinde tutan birisi paşazâdelerden mustafa hulusi… limanda buluşup gemiye binmişlerdi odaya girerlerken dönerek yusuf’a şöyle bir baktılar bakışlarından çıkan anlam şu: dördüncü kişi sen olabilirsin! küçük bir odaya dört yatak sığabilir miydi? sığmıştı! kapı önünden karşı duvara kadar dört yatak bir hizaya geçmiş küçük bir masa ve iki sandalye duvar dibindeki köşeye yerleşivermişti üsküplü rıza sandalyelerden birine oturmuş diğerine ahmet nadir çökmüş paşazâde mustafa hulusi eli cebinde ayakta kalınca yatağın ucuna ilişivermişti üsküplü rıza, yusuf’a dönerek yakındaki yatağı gösterdi:



- arkadaş ayakta durma gel otur şöyle!

yusuf oturmuştu oturmasına ama kendini izlediklerini biliyor 38

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

bu onu çok huzursuz ediyordu masanın önündeki pencereden ikiçay vadisi boyunca uzanan dağlara bakarak oyalanmak işini kolaylaştırmışa benziyor... üsküplü rıza sessizliği bozdu:

- diyeceğim o ki artık her sıkıntı göğüsleniyor işyerleri postal ve elbise dikiyor atölyelerde top ve tüfekler onarılıyor mermiler eldeki silahlara göre uyduruluyor saban demiriyle pulluklardan bile nal kasatura ve üzengi yapılıyor

anlaşılan, önce yaptıkları bir sohbetin devamıydı bu konuşulanlar ve üsküplü rıza arada bir soluk alarak sürdürüyordu konuşmasını:

- ülke nüfusu on üç milyon on sekiz-otuz beş yaş arası erkekler savaşlarda hastalıklarda yitirilmiş kalanlar cepheye sevk edilmiş geriye kala kala yaşlı dedeler nineler gelinler ve çocuklar kalmış...

bunları söylemeliydi... işgal, içinde kangrene yakın bir yara gibi zonklamakta içten içe duyduğu acı alnına İki yeni kırışık daha eklerken gözleri biraz daha kısılıp kapanmaktaydı: 39

Vadi ÇİÇEKLİ



- mondros antlaşmasıyla topraklarımız işgal edilmiş elimizde kalan demiryolundan ancak, konya-afyon, eskişehir-ankara polatlı-ankara hattı kullanılmakta kırk üç savaş gemisi çekilmiş durumda...

tuhaf bir şekilde yüzü biçim değiştirdi karamsarlık hali birden çocuksu bir gülücüğe dönüşüverdi:

10 “...Bunun üzerine evvela Aydın Reis Gambotu, on beş gün sonra da Preveze Gambotu Novroslski’ye gitmiştir. Ankara Hükûmeti’nin Rusya ile yaptığı anlaşma sonucun­ da, 1921 Nisanından sonra her İki gemi tamir edilmiş, silahları ve techizatı ta­mamlanmış olarak tekrar vazifeye ve Rus li­ manları ile Türk Limanları arasında silah nakliyatına başlamış­tır.” Ersal YAVİ, Batırılan Bir Ülke Nasıl Kurtarılır, Yazıcı Yayınevi, İstanbul. 2001. s.218

40

- yeni duydum, aydın reis gambotu ile preveze gambotu tamirden çıkmış silah nakliyatına başlayacakmış... 10

paşazâde mustafa hulusi sözün kendisine geldiğini düşünmüş olmalı ki birden lafa girdi:

- artık ankara’ya kadar yol boyu kendimiz göreceğiz! eğer söylenenler doğruysa II. mahmut zamanında yapılan 4 metre enindeki 344 km lik ankara-inebolu şosesi bakım istiyormuş köy ve kasaba girişlerinde kağnıların ve öküz arabalarının tekerlekeri yolları bozmuş...

rahat bir ifade oturdu gözlerine meğer uzmanlık alanına girecekmiş!

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA



- 3 ocak 1921 günü mecliste bütçe tasarısı görüşülürken 11 maliye bakanı ferit bey adam başına düşen vergiyi fransa’da: 3500 yunanistan’da: 1600 türkiye’de 600 kuruş olarak açıklamış yunanistan milli savunmasına 53 milyon lira ayırırken türkiye savunmasına 28 milyon lirayı anca ayırabilmiş!

rıza şükrü ‘bu kadar rakamı nasıl aklında tutuyor bu adam’ diye düşünüp cevap aranırken farkında olmadan vapurda konuşurlarken yarım bıraktıkları münakaşaya giriverdi:

- üzüldüğün şeye bak! isteyiversinler amerika’dan bu kadar sıkıntıya mahal var mı?

mustafa hulusi bunun manda sataşması olduğunu anlamıştı

- o günler geride kaldı rıza bey... hazinenin durumu düzelmedi ama amerika’yla aramızda avrupa hatta koca bir okyanus var ingiltere gibi zorlayamaz



- refet bey gibi konuştun! 12 ahmet nadir



11 “Maliye Vekili halka ağır vergiler yükletildiği iddialarının ileri sürüleceğini şüphesiz önceden tahmin etmişti. Bütçeyi takdim konuşmasında bu konuya dokunmuş ve bazı kıyaslamalar yapmıştı” YAVİ, a.ge., S.1S6 12 “Refet Bey, Amerika’nın Türkiye’de incelemeler yapmakta olup, mandayı kabul edip etmeyeceğinin kesinlik kazanmamış olduğuna değiniyor, “Bizim Amerikan mandasını tercih etmekten maksadımız, bütün cemiyeti esir eden, kalpleri, vicdanları söndüren ingiliz mandasından kurtulmak, milletlerin vicdanlarına riayetkar Amerika’yı kabul etmektir... Amerika’dan uzaktayız, o gelip bizi İngiltere gibi tazyik edemez... YAVİ, a.g.e., s.100

41

Vadi ÇİÇEKLİ

ortamı yatıştırmak istiyordu gene biribirlerinin kalbini kıracaklardı:

- ingilizlerin oyununa düşmeyelim... osmanlı’yla araları açık olduğu için bilerek amerika’yı öne sürdüler niyetleri ortadoğu petrolleri!

üsküplü rıza ‘erzurum kongresi sırasında manda ve himayenin kabulü için kimlerin telgraf çektiği herkesin malumu!’ diyecekti ama... vazgeçti

- konuşmanı yarım bırakmıştın!

bunları söyleyen ahmet nadir’di yani mustafa hulusi’ye: ‘bitir de sıra bana gelsin’ demek istiyor gibiydi...

- eveeet... nerede kalmıştık?

‘tadım tuzum kalmadı... bundan sonra ne anlatayım ki’ edasında bir evet’ ti bu! ama her şeye rağmen konuşması gerektiğini biliyordu: 42

- eveeet... ne diyorduk? zaten dışarıya borçlanılmış dış ticaret dersen devamlı açık vermekte... yabancı sermaye dersen

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA



sömürüyü tümüyle hızlandırmış... hasat mevsimi bitmediğinden tarıma dayalı vergi alınamaz... pamuk, üzüm, zeytinyağı dersen ancak eylülden sonra ihraç edilecek...

ukala hali değişmiş çözüm arayan ve sorgulayan hali umutsuzca açılan ellerine yansıyor ve dudaklarını umutsuzca kasıyordu:

- emisyonla dersen kısa zamanda gelir sağlanabilir ama sonuçları savaştan daha yıkıcı, kağıt para basacak darphane yok... savaştığımız ingiltere, fransa ve italya’dan borç istenemez... amerika kabuğuna çekilmiş... rusya beş küsur milyon altın ruble tutarında yardım zaten yapmıştı... 13

üsküplü rıza şükrü dalmış düşünüyordu: ‘kütahya ve eskişehir’in düşmesinden sonra uçakların ankara’ya, malzemenin polatlı’ya askerin Sakarya’nın doğusuna çekildiğini şehitlerle asker firarilerin tespitine çalışıldığını kağnıların acınacak bir halde yaralılarla meclis önünden geçtiğini oturumlarda her kafadan bir ses çıktığını bu gidişe suçlu arandığını duymuştu... sıkıntı sıkıntı üstüne gelmekteydi neyse ki meclis önergeyi kabul etmiş mustafa kemal paşa 5 ağustos 1921 günü başkomutan seçilmişti...’

13 “16 Mart 1921 ant­ laşmasından önce 10 milyon altın rublelik akçalı yardım anlaşması yapılmış ve bu akçalı yardım şu şekilde verilmiştir: Nisan 1921’de 4 milyon, Mayıs-Haziran 1921’de 1.4 mil­yon, Kasım 1921’de 1.1 milyon ve Mayıs 1922’de 3.5 milyon” Fahir H. ARMAOĞLU, Siya­si Tarih 1789-1960, Anka­ra, Sevinç Matbaası, 1964, s.635

43

Vadi ÇİÇEKLİ

paşazâde mustafa hulusi rıza şükrü’nün gözlerini görse sözün gerisini ona bırakabilirdi ama o son noktayı koyma derdindeydi:

- büyük yunan saldırısı her an başlayabilir... zaman yok çare: karşılıksız para çıkarmak yerine zorunlu borçlandırmaya gidilmeliydi... sonunda böyle bir uygulama geldi 7-8 ağustos 1921 günü tekâlif-i milliye emirleri (millî yükümlülük emirleri) hâkimiyeti milliye gazetesi’nden bütün halka duyuruldu mustafa kemal paşa kanun hükmündeki emir verme yetkisini ilk kez burada kullandı

dedi ve sustu... yusuf konuşmalar sürerken unutulduğu duygusuna kapılmıştı orada yatağın ucuna ilişmiş odada olmayan beşinci yatak konumunda gibi kalıvermişti bu defa sözün kendisine geldiği duygusu gazeteci ahmet nadir’e geçmişti kesik bir öksürük bunu halledebilirdi:

- öhhööö... öhhööööö...

bu öksürük yetmişti 44

- öhhö...

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA



zor günler geçiriyoruz kolay olmuyor... öhhö... konuşmayı keseyim derken öksürüğü başına musallat mı etmişti?



- millette bir yılgınlık var... öhhö...

‘gemide üşütmüş olmalıyım’ diye düşündü, böyle sürerse konuşmasının devamını getiremeyebilirdi

- canıyla katılıyordu savaşa tekâlifi milliye emirleriyle şimdi malıyla da katılacak... emre göre her hane giyim eşyaları verecek gıdaların yüzde kırkına eldeki silah ve cephaneye ülkeyi terk edenlerin malına el konulacak bütün imalathâneler ordu için çalışacak

boğazına yapışan gıcığı aksırarak yutkunarak temizlemiş sol elinin parmaklarını açarak sağ el işaret parmağıyla küçük parmaktan başlayarak ve ucundun kıvırarak konuşmasına vurgu yapmaya bile başlamıştı:



- beş numaralı emir hemen uygulandı 14 cephane çeken kağnılar ve arabalardan düzenli olarak kafileler oluşturuldu

14 “5 sayılı emrimle, ordu ihtiyacı için alınan taşıt araçları dışında, halkın elinde kalan her türlü taşıt araçlarıyla yüz kilometre­ lik bir uzaklığa kadar, ayda bir defa olmak üzere, pa­ rasız askeri ulaşım yapıl­ masını mecbur tuttum.” ATATÜRK a.g.e., s.418

45

Vadi ÇİÇEKLİ



on numaralı emrin yerine getirilmesi için yüzde yirmisine el konulan hayvanların bütün kağnı ve öküz arabalarının kayıtları titizlikle tutuldu alınan malların bedelleri nakit olarak ödeneceğinden karşılığında senetleri verildi

rıza şükrü yanında oturan mustafa hulusi’yi dürttü

- emir işe yaramış... öyle değil mi? köyden inen kağnıları gördük ya!

ahmet nadir ‘şimdi bilmediğiniz varsa sorup öğrenebilirsiniz’ edasıyla bildiği başka bir konuya geçiverdi:

- kuvayi milliyenin ilk gazetesi irade-i milliye 14 eylül 1919 günü sivas’ta yayın hayatına başlamıştı... anadolu’da birkaç yerel gazete acentesi karargâh gibi kullanılırken bir yandan da ulusal bilincin oluşumuna öncülük etmekte ankara’da iki gazete çıkmakta biri, ankara hükûmetinin resmi yayın organı gibi çalışan hakimiyet-i milliye gazetesi diğeri, yunus nadi’nin yeni gün gazetesi

‘bilmediğiniz varsa sorun’ edasından ‘bunu zaten bilmiyorsunuzdur’un 46

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

ukalalık kokan edasına geçivermişti ahmet nadir sanki söyleyeceklerini önceden tasarlamış bunları söylemek için hazırlık yapmış gibiydi:



- kırım harbi sırasında fotoğraf makinesi devreye girmiş sıra telgrafın harpte kullanımına gelmişti 1902 yılında bu havalide deprem olmuş çankırı telgrafhânesi zarar görmüş onarılması için padişah emir vermişti sonraları çok gelişme oldu telgrafta atılımlar yaptık şimdi telgrafçılarımız gizli bir haberleşme örgütü kurdular 15 gece gündüz demeden ne pahasına olursa olsun irtibatı sağlamaya çalışıyorlar 16

bundan sonra söylenmesi gerekenleri sanki rıza şükrü söylemeliydi odada bulunanlar bakışlarını ona doğru çevirdiler bunu bekliyor gibiydi:

- demek sıra bize geldi! diyeceğim o ki...

diyecekleri ahmet nadir’e göre de gerçekten çok önemliydi o savaşın çilesini çekmiş eski bir serdengeçtiydi

15“Telgrafçılarımız (P.R) adıyla gizli muhabere teşkilatı kurdular. Bu teş­ kilatı Manastırlı Hamdı, AH Kuşça, Mümtaz Çavuş idare ediyordu. Bunlar istanbul’dan gizli bir teli İzmit civarında bulunan Kuşcalı Mevkiinde bir di­ reğe bağlamak suretiyle Ankara ile gizlice konuşu­ yorlardı”. ŞAPALYO, a.g.e, s.23 16“Telgraf haberleşmesini gerçekleştirebilmek için 1920 sonları ile 1921 yılı başlarında 500 km’lik tel çekilmesi ve 100 km’den fazla hat yapılması o za­ manın şartları içinde ba­ şarıdır” Nurettin GÜLMEZ, Kutruluş Savaşı’nda Anadolu’da Yeni Gün, Ankara: AKD-TYK Atatürk Araştırma Merkezi, 1999, s. 519

47

Vadi ÇİÇEKLİ



- yıllar yılı süregelen savaşlar köyü mezrayı basan eşkıyalar asker firarîlerinin ettikleri milleti canından bezdirmiş bana göre biraz da sindirmişe benziyor...

anlaşılan uzun bir konuşma olacaktı dinleyenler oturdukları yere iyice yerleşip kuruldular

17“Tekâlif-i Milliye, ilçe­ lerde kurulan Tekâlif-i Milliye Komisyonları eliyle uygu­lanmıştır. Bu komisyonlar­da yerel Mü­ dafaa! Hukuk Cemiyetleri temsilcileri, imamlar, muhtarlar ve mahallin en büyük askeri amiri ile mal müdürü gibi devlet memurları dışında, halk tarafından seçilmiş on üye bulunuyordu” YAVİ, a.g.e., s.197-199

48



- bütün bunlara rağmen tekâlif-i milliye emirleri köylerde ve kasabalarda harfiyen gönülden uygulanıyor başta kaymakamlar olmak üzere muhtar ve üyeler çok çırpınıyorlar emirleri köylüye iletmekle kalmayıp kendi arabalarıyla sevkiyata katılıyorlar yetimlere sahip çıkıyor köylüyü yüreklendiriyor kafile başı olarak kolcularla birlikte sevkiyatın üstesinden geliyorlar az şey mi bu? ahâli elinde avucunda ne varsa götürüp veriyor kılıcını tüfeğini getirip teslim ediyor millet birlik içerisinde imece usûlü cephâneyi orduya yetiştiriyor 17

sesi sertleşti rıza şükrü’nün herkesin gözüne tek tek bakarak ‘noktayı koyuyorum, fazla söze gerek yok!’ edası ses tellerinden dışarıya sertçe yansıdı:

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA



- beyler! böyle fedakâr millet tarih sahnesinde görülmemiştir!

sanıldığı gibi uzun bir konuşma olmamış söylenecek olanlar söylenmişti dağarcıkdakiler ortaya dökülmüş odaya bir sessizlik çökmüştü rıza şükrü’nün her bir parmağı kısa kesilmiş odunu andıran kılla kaplı elleri yan ceplerini hoyratça yoklayıp tütün tabakasını buluverdi sol elinin baş parmağı ile işaret parmağı arasına yerleştirdiği ithal malı sigara kağıdına bir tutam muş tütünü gezdirdi aynı eliyle yuvarlayarak ve diliyle ıslayarak bir sigara imal ediverdi! otomatiğe bağlanan eller tezgâhtan çıkan sigaranın ağza yerleşeceği ucunu birkaç darbeyle tabakanın sırtında düzleyerek dudağın kenarına yerleştirivermişti mustafa hulusi yelek cebinden çıkardığı çakmakla kendi imalatını ateşleyiverdi! rıza şükrü’nün ilk çekişte ciğerinden arta kalanlar 49

Vadi ÇİÇEKLİ

odayı tütsülemeye yetmişti tabakayı cebine koymak ayıp kaçacaktı masanın üzerine cömertçe bırakırken sanki şunu demek istiyordu: ‘bir imalat da siz yapın!’ yusuf’un dumandan gözü yaşarmış bunu gizlemeyi becermiş aksırık mı öksürük mü ne olduğu pek kestirilemeyen tiz bir ötüşe engel olamamıştı:

- ühhhüüüü...



- evlat... senin için vakit erken!

rıza şükrü’ydü söyleyen kahkahalar odayı kaplamış bir kıpırdanma başlamıştı:

- biz çarşıya çıkıyoruz istersen bizimle gelebilirsin kalacağım diyorsan bu oturduğun yatak senin artık burada yatıp uyursun

yusuf kalmayı yeğlemişti çok yorgun ve uykusuzdu gözlerine hakim olamıyordu olanı biteni ve dinlediklerini düşünmeye fırsat bulamamıştı gecenin orta yerinde denizin oldukça açıklarında 50

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

dalgaları yararak ilerleyen bir teknenin tıkırtısı ninni görevi yapmaktaydı çantasını başucuna çekti gözleri kapanıverdi ... sabah otelden erken çıkmış fırından ekmek alarak bir çeşme başında peyniri katık edip karnını bir güzel doyurmuştu oda sakinlerini horlarken bırakmış erkenden uyandırmak istememişti çarşıda pazarda oyalanırken olan biteni aklına getiriyor dinledikleri onu heyecanlandırıyordu öğleye doğru kalabalık artmıştı karakola uğramak geldi aklına telgrafın cevabı gelmiş olabilirdi doğruymuş... gençten bir polis memuru :



- biz de kaldığın yere haber salacaktık geldiğin iyi oldu

diyerek gelen telgrafın cevabını ve itimatnâmesini uzatmış iznin çıktığını artık gidebileceğini bir kafileye katılmasının daha güvenli olacağını söylemişti 51

Vadi ÇİÇEKLİ

hana gelmiş odada kimseyi bulamamıştı onlarda gelecek telgrafı bekliyorlardı hancıya parasını ödedikten sonra selamını iletmesini isteyerek ayrıldı artık cephanenin kafilelere yüklendiği ikiçay çıkış noktasına gidebilirdi

52

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

3 hava zifiri karanlık ay ışığı olmayan gecede küre’nin orman köyleri boşalıyor alacık, ersizler, sipahiler ve çiğilerik köylüleri karanlıkta ter içinde kalmış patikaları sanki karınca basmış ay ışığında eğilip bükülmeye başlamış köylüler evde ocakta ne varsa azık olarak yanlarına almış atı öküzü katırı ve kağnısıyla ikiçay’a doğru yollara dökülmüşler biriken cephaneyi menziline çekecekler... ikiçay’da ise hareketli saatler yaşanıyor erken gelen kağnılar ve öküz arabaları cephaneyi yükleyecekleri dere ağzında ileri geri kımıldayarak gıcırdayarak kendilerine yer açarak yerleşiyorlar küre’li hasan dede doksanüç harbinde kafkas cephesinde yaptığı takım çavuşluğunu anımsamış işi ağırdan alan öküze homurdanarak kağnısını hizaya sokmağa çalışıyordu yusuf ikiçay’a geldiğinden beri gözünü küre’li hasan dededen alamamıştı yaşı sekseni çoktan geçmiş olmalıydı öküz arabalarının arasına girmiş kimi hayvanı örseliyor kimine: 53

Vadi ÇİÇEKLİ



-höst! dovah!.. diyerek

ortalığı birbirine katıyordu hırsı giderek azalmış kağnı ve öküz arabalarının hizaya girdiğini görünce rahatlayıp yerine oturmuştu cephanenin toplandığı alanda hâlâ bir kargaşadır yaşanıyordu ölen oğullarının yetimlerine bakmak için komutandan yalvar yakar izin kopartarak kağnısının yarısına tüccar malı dolduran nineler ellerinde övendire kendilerinden umulmayan bir çeviklik göstererek kafileye girmişlerdi az önce atıyla gelen bir zabit askerleri sağa sola koşturuyor yola çıkması gereken kafilenin sonuna yeni eklenmeler oluyor bir türlü çıkış verilemiyordu şakir ağa iklçay’da gezinirken verdiği sözlerin sıkıntısını yaşamaktaydı... kırk küsur katırı, nalbantı ve altı hizmetkarının içinde nakliyecilerin duyacağı şekilde komutanlar: “ankara’ya yirmi dört günde indirebilir misin cephaneyi” demişlerdi

- merak etmeyin inmiş belleyin!

demişti... demez olaydı 54

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

o kadar katırı dağları atlatarak yirmidört günde ankara’ya nasıl ulaştıracaktı? boşta bulunmuştu... böyle söz verilir miydi? hizmetkârlara hırslanması belki de bu yüzdendi

(şakir ağa’nın on yedinci günün sonunda cephaneyi ankara’ya indirdiği söyleniyor... bu çabukluğuna bir ödül olarak mustafa kemal paşa’nın hediye ettiği gümüş kakmalı tüfeği torunları saklıyormuş)

şakir ağa çavuşa takılmayı bırakmış: başka bir katır ağasının derdine düşmüştü:

- yeni ali hepimizden esgidir bu işte bu vahte gadar gelmesi gerekirdi başına bir iş gelmiş olmaya?

yüzü aşkın katırı ve sekiz hizmetkarıyla çoktan yola çıkan yeni ali küre dağlarını iniyordu o sırada şakir ağayla yolda karşılaşacaklardı.. deveci ismail Çankırı’nın hasakçe köyünden inönü cephesinde bileğine yediği kurşunun tutan sancısını unutmuş garip hasanla birlikte ikiçay’a getirmiş olduğu sekiz katırı dereye sokmuş suluyor 55

Vadi ÇİÇEKLİ

vakıf köy sırtlarındaki kavunlarını düşünüyor... kıyısın’dan gelen şaklr ağa’nın adamlarıyla dalaşmak işine gelmiyordu şakir ağa katırları zaptetmenin telaşındaki yanından ayırmadığı yakın ahbabı koca çavuş’a takıldı:

- ula çavuş gelemedin şu gatırın haggından... çavuş mavuş dahtığı yoh bahsana!

ağa oğlu mehmet’le baş edememiş yanına katıp ikiçay’a getirmişti on beş yaşlarında uzunca boylu bıyığı yeni terlemeye başlamıştı çavuşun deredeki haline gülmekten katılıyordu...

18 “ ...Şubelerce at, araba, mekkari, binek satın alı­ nıyordu. Sâir şubelerden katır ve diğerlerinden at, kısrak toplanıyordu ve paraları komisyonlarınca ödeniyordu. Halk şube­ lere geldi, ölçüye uyanlar ve kullanmaya elverişli olanlar alındı. Kafile kafile Ankara’ya şevke başlan­ dı.” PEKER, a.g.e, s.266

56

... ilk nakliye kolunun kurulması zaman almışa benziyor inebolu askerlik şubesine 3 kasım 1920 tarihli yazıyla telgraf emri olarak bildirilmişti! bu zamana kadar ki sürede tüccar mallarının nakliyesinde ucuz olduğu İçin tercih edilen katırlar mühimmatın şevkinde çok işe yaramışlar kağnı ve öküz arabalarının gidemeyeceği sarp yollarda dere tepe kestirmeden aşarak kısa zamanda orduya cephane yetiştirmişlerdi 18

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

jandarmalar az önce duymuşlardı kafiledekilerin duymasını istemiyorlardı: yunan, eskişehir - kütahya hattında cepheyi yarmış hızla ilerliyormuş! tam da kurban bayramı günüydü... hoş kimsenin aklına gelmiyordu bayram hasan dede fırlayıp gene ayağa kalkmış araya girmeye çalışan bir ihtiyarla karşılıklı bağrışmaya başlamıştı yusuf oturduğu taşın üstünden bu atışmayı izliyordu

- hayırdır arkadaş!

yusuf sesin geldiği yere döndü kendi yaşlarında uzunca boylu sırıtarak bakan bir gençti bu

- hayırdır... yoruldum da nefesleniyom...



- bu gafileyle mi gidecen?

adının mehmet (aktaş) olduğunu sonradan öğrendiği bu meraklı genç kartırcı şakir ağa’nın oğluymuş yanındaki taşa çöküp oturmuş derenin kavis çizdiği düzlükte yayılan katırları göstererek konuşmaya başlamıştı:

- gatırcıyız biz dere depe gider geliriz...

57

Vadi ÇİÇEKLİ

bu bilmiş eda yusuf’un canını sıkmıştı konuşmayı nereye vardıracağını merak ediyordu

- cepaneyi gağnılara yüklüyorlar önce onnara yol verecekler herhal ama kulak asma yarı yolda eker geçeriz onları...

biraz kibir yapıyor yerli yersiz konuşuyor...

- zemheride gitmiştik angara’ya daşhan’da galdıydıh bi gece

aklına bir şey gelmiş olmalı ki telaşla ceplerini yoklarken sordu:

- senin ohuman var mı?



- var, ne oldu ki?



- hah! buldum işte



- bah şuna bir

mehmet’in iç cebinden çıkartarak kendisine uzattığı iki tomar kağıda şaşkın baktı anlaşılan cebe girsin diye boylamasına kesilerek deste haline getirilen kağıttaki yazıları dikkatle okumaya başladı: “9 kanun-ı sanı 337 yevm-i pazar İstanbul Reşid Paşa Vapurunda. 58

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

vapurumuz tahrik-i çarhla merbut bulunduğu istanbul rıhtımından hareket ettiği zaman vakit saat on biri geçiyordu. Güneş neşr-i envâr eyliyor, sokaklar ise iş ve gücüne gidenlerle doluyordu. Herkes güverteye çıkmış, istanbul’un matem-engiz ufuklarına ....müteharrirâne bakıyordu..” 19 (neşr-i envar, mütehar... ne ola ki?)

- daşhan’da yatağın altında buldum bu ağıtları ne yazdığını merak etmiştim ohudacaktım cebimde unutup gitmişim ne yazıyo?



- benim gibi sekiz ay önce istanbul’dan yola çıkan biri. vapurdan gördüklerini yazmış

yusuf kağıtları alması için mehmet’e doğru uzattı

- varsın sende kalsın... yol boyu ohur oyalanırsın artıh

tepeden bakıldığında koşturmaca bitmiş yerini alanlar yola çıkmaya hazır ayakta bekleyip oyalanıyorlardı yusuf kağıtları cebine koydu bayır aşağı koşarak indiler ancak iki mermi sandığı taşıyabilen sıradaki kağnıların sayısı elliye çıkmış daha fazlasını taşıyabilen öküz arabalarının yükleme işlemi henüz bitmişti ki zabitten çıkış komutu geldi

19 Eski bir polis memurun istanbul’dan Ankara’ya; Ankara’dan da, görevlen­ dirildiği Zonguldak ‘a gider­ken tuttuğu notlar”. Ömer TÜRKOĞLU, Ta­ rihçi - Araştırmacı, Özel Arşivin­den

59

Vadi ÇİÇEKLİ

kafilenin başına müzaharet bölüğünden 20 omuzunda rus mavzeri, göğsünde fişek olan iki jandarma koruyucu olarak geçmişti kağnılar büyük bir gürültü çıkartarak gıcırdıyarak yerlerinden oynadılar kafile ip gibi yola dizildi öküzler ve mandalar insiyatifi ellerine almışlardı kağnıların göblerini hoplatarak kendi kendilerini hizaya soktular daha işin başında anlaşılmıştı yolculuk çetin geçeceğe benziyordu dedeler kağnıların önünde yola koyulmuş siyatiklerini romatizmalarını unutmuştu çoğu kadınlar sürüyordu kağnıları kimisi hamileydi zoru karnındaydı kimisinin aklı evde kalmış kimisinin de sırtında uykuya varmıştı çocukları... komut alınca duraksamadan tek sıra ve birer metre arayla yola düşmüş giden nefer gibiydiler

20

“Müzaheret Bölükleri Kuvva-i Milliyenin geri hizmetlerni görmekte idi. Bunlar hapishanelerdeki mahkumlardan köy ve ka­ zalardaki kabadayılardan gönüllü olarak toplanmış milis jandarma birlikleri idi. Hepsi belalı, gözü pek adamlardı.” ŞAPALYO, a.g.e, s.31

60

(işte tam bu sıraydı birazdan gazi mustafa kemal paşa geceden beri uyku tutmamış:

- “gözüm Sakarya’da dumlupınar’da kulağım inebolu’da” diyecekti...)

... yusuf düşünmeden edemiyor aklına istanbul’da geçen sıkıntılı günler geliyordu babası cephede savaşırken

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

hastaneye kaldırdıklarını öğrenmiş kuvayı milliyeci bir akrabadan bir itimatnâme edinmişti yerinde duramıyor ‘herkes gidiyor ben hâlâ buradayım’ diyerek, günde birkaç kez iskeleyi yokladığı oluyordu sonunda askerin arasına karışarak inebolu’ya giden bir gemiye binebilmişti şimdi gerekli izin alındığında öğretmeninden gazetecisine hekiminden sıhhiyesine eli kalem tutanından silah tutanına kafile halinde yürüyüp geliyorlardı (aynı coğrafyanın güney uzantısında bundan dört bin yıl önce yaşayan nippur’lu şair ludingirra’da yurdunu kırıp geçiren akatlara kızıp elde kalem yaşım yetmiş beş dememiş evini çocuklarını ve sanatçı dostlarını bırakıp yollara, dağlara düşmemiş miydi?) artık yola çıkılmıştı o delikanlı yusuf’da o han senin bu han benim inebolu’dan ankara’ya adım adım kağnılar görevi başka kağnılara bırakırken görevi yeni alan kağnıların peşine takılacak yorulunca öküz arabalarının terkisinde yeri gelince katır koluyla dağlara vuracak asker kaçakları ve eşkıyayla karşı karşıya kalacaktı 61

Vadi ÇİÇEKLİ

yusuf, istanbul’dan inebolu’ya kimliğini gizleyerek geçen vatansever bir polisin yazdığı anılarını cebine koymuş önünde görebildiği tek manzarayı; susuzluktan kuruyarak çatlamış çorak toprağa dönüşen ayakların ritmik olarak ancak kalkabilen nasırlaşmış tabanlarını seyrediyor yollara düşmüş düşünerek gidiyordu... kontrol noktasını geçtikten sonra cephanenin gideceği yolu öğrenmişti cephe gerisinde kalan bu yol: inebolu - kastamonu - çankırı - ankara arasında belli hatlardan geçmekteydi 21 EK-1

21 “Bolu ve Adapazarı çev­ resinde isyancılar olduğu için haliyle güvensizlik vardı. Kastamonu ili cep­ he gerisi konumundaydı. Sa­vaşta bu bölgenin em­ niyet içinde olması gerek tiğin­den Kastamonu’ya büyük önem verilmiştir.” Mustafa ESKİ, Mustafa Necati Bey’ln Kastamonu ‘daki çalışmaları, Ankara. Ayyıldız Matbaası, 1990, s.8

62

inebolu sahiline çıkarılan lojistik malzemeler kıyıdaki tepelerin arkasına iki çay depolarına kaçırılıyor acil olanları anaikmal merkezi ankara’ya taşınıyor acil olmayanlar hat üzerinde nokta komutanlıklarının olduğu kastamonu, ılgaz, çankırı ve kalecik’teki depolarda saklanıyordu. taşınan lojistik malzeme sadece cephane değil ordunun ihtiyacı olan tıbbi malzeme, çadır, elbise, benzin, gazyağı, dikenli tel vs. her türlü malzemelerden oluşuyordu. tekalifi milliye kanunu gereği kendi aracıyla

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

her ay ordu için 100 km taşıma yapılacaktı inebolu - ankara hattı 344 km idi bir seferde taşınamazdı hatta 3 devir teslim noktası gerekiyordu kastamonu 1. ılgaz kıyısın köyü 2. çankırı tüney köyü 3. devir teslim noktasıydı menzil ve başlangıç noktasının değişmesiyle çankırı2. kalecik 3. devir teslim noktası oluyordu. inebolu - kastamonu hattı: ikiçay, küre dağları, şeydiler, kastamonu kastamonu - ılgaz hattı: kastamonu, beşdeğirmen, dip han, ılgaz dağı, derbent karakolu, kalehan, ılgaz ılgaz - çankırı hattı: indağı, üç oluk karakolu, kıyısın, doğdu karakolu, ayan, çankırı çankırı - kalecik hattı: karaşıh, tüney, dümbelek yazısı, çandır, kalecik kalecik-ankara hattı: kalecik, baykuş boğazı, akyurt’dan ankara’ya kadar uzanmaktaydı inebolu - çankırı - ankara hattı değişebiliyor bazen eldivan, şabanözü, çubuk akyurt üzerinden ankara’ya gidiliyor acil gelen talimatlar üzerine polatlı veya Sakarya’ya gidildiği de oluyordu

63

Vadi ÇİÇEKLİ

EK-2 uzak köylerden başlangıç noktasına gelen ve yükünü boşalttıktan sonra dönen kağnıların kat ettiği yol toplamda 100 km.nin iki katını geçiyordu köylü bu gerçeğin zorluklarına her ay vatan aşkına din aşkına katlanıyoru. Bir kağnının düz yolda hızı saatte 5 km idi ama İstiklâl Yolu cephanenin geldiği karadeniz gibi azgın dalgalara sahipti yol boyunca kuzey anadolu’nun üç tane yüksek sıra dağı küre, ılgaz, köroğlu dağlarının uzantısı indağı küçük dağları dağ gibi tepeleri köprüsü olmayan akarsuları çamurlu karlı tozlu yolları vardı. bu yollarda saatte 5 km hız ne mümkün? azaldıkça azalırdı. köylü bu gerçeğin zorluklarına her ay vatan aşkına din aşkına katlanıyoru.

64

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

4 kimisinin aklı evde kimisinin de sırtında uyuya kalmıştı çocukları... jandarmalar önden gidiyor peşleri sıra gelenler çok ağır ilerliyordu nasıl hızlı gitsinler ağır aksak gidebilen kağnılar önde gidenlerin izini sürdüğünden tekerlek izleri yolu yolluktan çıkarmıştı çarıklar batağa girip kaldığı için ancak yalın ayak sorunsuz gidilebiliyordu yamayla kaplı olan mintanlar çamurlar kuruyunca ağırlaşmış yüzler, önünden geçtikleri köylerde samanı çıkmış kerpiç duvarların devamı gibi geçmekteydiler kağnılar öküz arabalarından daha geriye düşmüşlerdi hasan dede geriye düşmemenin çabasını veriyor öküzü ha bire övendireyle kakışlıyordu yusuf çantayı taşımaktan usanmıştı dede kağnıyı göstererek takıldı:

- evlat tirene binince bavul taşınmaz bırak da tiren taşısın deel mi?

yusuf gülünecek haline içerlemiş dedenin susma hali geri gelmişti

65

Vadi ÇİÇEKLİ

konuşmaya niyeti yok gibiydi böyle vakit geçer miydi hava kararmaya başlamış yorgun ninelerin iniltisi kağnıların gıcırtısına karışmıştı acaba ne zaman mola verilecekti? taşköprü’nün akdoğan tekke köylülerinden kel hasan (hasan kaçar) inebolu’dan beri zelveyle uğraşıp durmuştu kara ağaç’tan yapıp taktığı dedeğıl ince gelmiş yerinden çıkıp duruyor mandaları boyunduruğa sokamıyordu yusuf bunu fark etmiş kağnıdaki yedeği dedeye sorarak kel hasan’a uzatmış böylece aralarında bir dostluk başlamıştı soğuksu hanı uzaktan belli belirsiz görünüyor bulutlar kuzeyde kavakların üstüne yerleşmiş çocuklar kağnıların içinde uykuya dalmış hayvanlar boyunduruktan bunalmıştı yükler gittikçe ağırlaşıyordu sanki çarıklar ayaktan çıktığı anda yarılıp dağılabilirdi küre kasabasına daha çok vardı kafile gecenin içinde kıvrılarak uzuyor ayın buluta girdiği zamanlarda gıcırtılar sanki biraz daha artıyordu çaresiz handa mola verilecekti kafiledekiler acıkmış ve yorulmuşlardı han çalışanları kağnılara doğru koştular hayvanlar çözülünce yalağa yöneliyor ahırdan yem çıkartılıyordu yemek yemeden uyuya kalanlar vardı kadınlar için dip avluda yer açılmıştı 66

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

… erkenden yola çıkılmıştı cephane cepheye yetişmeliydi kafiledekiler bunu çok iyi biliyor yıllardır bu işi yapıyor gibiydiler arabalar arayı biraz açsa da kağnılar birer metre arayla yanaşarak gitmekteydiler çocuklar düz yolda kağnılara biniyor rampanın başladığı yerde iniyorlardı yokuşun iyice dikleştiği yerlerde top mermileri kucaklanıyor çuvallanarak omuzlara alınıyor bazen kağnılara sırt veriliyor adım hesabı ol alınabiliyordu jandarmalar düzlükte yavaşladılar kafileye ayak uydurmuşlardı yusuf arkalarına yanaşmıştı konuştukları kulaklarına ulaşıyordu:

- bizimkiler eskişehir’den çekilirken tirenleri bi türlü çalıştıramamışlar odun yok... vagonları parçalamış kazan dairesinde yakmışlar o kadar makinist nerden bulucan üç koca lokomotifi orada öylece bırakmışlar...



- bizim kumandan konuşuyordu işittim elimizde ancak 35-40 lokomotif kalmış



- kalmış da ne olmuş... giden cephaneyi silahı adam kıtlığında kadınlar indiriyo!.. 67

Vadi ÇİÇEKLİ



- kadını kızanı mı kaldı işin kafiledeklleri görmüyon mu?

birazdan küre kasabasına gireceklerdi bir zamanlar 1400 işçinin çalıştığı 1840 yılında kapanan bakır madeni yamaçların arasından görünmekteydi bakır çıktığı için eskilerin bakır ocağı anlamına küre-i nuhas dedikleri küre’de 1889 yılında yangın çıkmış ondört mahalle yanmış nüfus azalarak 3000’e düşmüş bir kısmı harpte istanbul’a gidince azınlıklardan pek kimse kalmamış zamanla değişim geçirmiş nüfusu iyice azalmış 22 kabuğuna çekilip kalmış...

22 “Azınlık Nüfusu, 1907 yılı sayımlarına göre:479 Rum erkek, 431 Rum kadın, 138 Ermeni erkek, 177 Ermeni kadın” Çankırı Belediyesi Dr. Rrfkı Kamil URGA Çan­ kırı Araş­tırmaları Merkezi Arşivi

68

yusuf jandarmaların peşini bırakmış kel hasanla birlikte gidiyordu kafile kasabaya yaklaşırken ahâli yollara dökülmüş ev sahipliği yapmanın toplu sevinci yaşanıyordu kağnılar yokuş çıktıktan sonra bakır ve demirci dükkanlarını altı kahvehane olan hanları ve yol kenarındaki ahmet çavuş’un otelini geçerek ismail bey hamamı önüne vardılar meydan ana baba gününe dönmüş bucak müdürü de çalışanlarıyla gelmiş millet kilerinde ne bulduysa getirmiş

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

tekkeden yemek pişirmek için getirilen ve saç ayakların üzerine bırakılan üç büyük hayrat kazanında çorbalar, bulgur pilavları pişiriliyor (kazanların çoğu orduya verilmişti) pişirilen yemeklere ilâve olsun diye kadınlar saplı kazanları ateşe sürüyorlardı tandırdan çıkartılan ekmekler ve sahanlar dolusu yoğurt yer sofralarına konulmuştu kafiledekller sofralara oturdular kasabalı hayvanları boyunduruktan ve huylandıkları zelveden kurtarıp bayır aşağı otluğa doğru salmıştı yusuf hayvanların bırakıldığı otlağa doğru dalgın baktı çelimsiz ve zayıf oluşları içini burmuşa benziyor... (şimdiki hayvanlar teknolojiyle tanışmış tarım müdürlükleri ektikleri mısırların koçan ve yaprağını silaj makinesinde ufalayıp arasına arpayı ve melası da katarak çukurlara basıp kırk elli gün bekletiyorlar al sana fermantasyona uğramış turşu! hayvanın eti de sütü de artıyor avrupadan teşvik kredisi geliyor hayvan artıklarının oksijensiz ortamda bozulması sonucu ortaya çıkan biogazın küre dağlarındaki köylerde yerel enerjiye dönüşmesi için yeni tesisler planlanıyor! harpte canını çıkarttığımız tarlamızın evimizin parçası 69

Vadi ÇİÇEKLİ

o hayvanların şimdi de şeyinden enerji çıkartacağız!) 1921 yılının ağustosunda küre’de boyunduruktan ve zelveden boynunu kurtaran hayvanlar biçilmiş tarlaya girmiş anızların arasında buldukları otlarla yetinip gidiyorlar... bizim hayvanlar merayı tanır bayırı düzü tanır tanımaz öyle silajı filan onun için ürkek ve cılız onun için anadolu kalır... jandarmaların kıdemlisi çorumlu hasan telaşlanmış ‘yemekler yenmiş azıklar yüklenmiş hayvanlar kağnılara koşulmuştu hava kararmadan yola çıkılmalıydı’ diyerek, söylenmeye başlamıştı ki birden kafile yürüyüşe geçti çıkış komutunu kim vermişti? bunun önemi kalmamış işi ağırdan alanlar suç işlemiş gibi telaşa düşmüşler kafile önündekiler erken davranıp askerlik şubesinin altından geçmişti önlerinde çıkılacak koca bir küre dağı sarp yamaçlar aman vermez yokuşlar vardı yusuf yola çıkamamış her yerde hasan dedeyi arıyor nereye koştuysa bulamıyordu akdoğan tekke köylü kel hasan’a sordu: 70

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA



- hasan emmi bizim dedeyi gördün mü ?



- aha sindik buradaydı!

hasan dede küreliydi evine gitmiş olmasın? gittiyse niye söylemedi? peki bizi niye buyur etmedi ? yoksa yerine birini mi yollayacak?23 şimdiye çoktan gelmesi gerekirdi sorularıyla boğuşup dururken dede nefes nefese çıktı geldi:

- dedem nerede kaldın?



- salmıyolardı... güç kurtuldum ellerinden yollarda ölür galırmışım... hoşşşt oradan! ben bu halimle daha çoh yol teperim...

yusuf gerisini sormaya cesaret edemedi kendince konuşmasını sürdürüyor homurdanıp küfürü basıyor ne dediği anlaşılmıyordu ellerini çabuk tutup kafileye yetişmeleri gerekiyordu … kayıncak doruğu çıkılmıştı küre dağları kuytularından bir kaval sesi geliyordu nereden geliyor derken bir çığlık geçti tepesinden sonra bir kanadın yüzüne çarpan serinliği... meğer çığlığın sahibi bir kara kargaymış!

23 “Arabacılar köylerinde ba­baları, oğulları, anaları ile değişmeler yaparlar ve bu yüzden gecikmeler olurdu. Bununla beraber araba­sında hayvanını sü­ ren her kadın, erkek ne taşıdığını, ne için ve ne­ reye taşıdığını bilir, hayatı pahasına da mahalline ulaştırırdı.” BAŞBUĞ. a.e.e.. s.90

71

Vadi ÇİÇEKLİ

bir yerden duymuşluğu vardı kargalar yüz seneden fazla yaşarmış! yeni yetme olduğu anlaşılan bu karga aradan yüz sene geçtikten sonra: ‘ben bu yollarda kağnıların cephane çektiğini görmüşüm’ diye anlatır mıydı torunlarına..?

24 “Yolun zor kısmı İne­ bolu’nun Ikiçay’danÇatalçeşme’ye kadar, Topguoğlu, Kayguncak, Küre-Ecevit yokuşları idi. Yokuş başlarında bütün arabaların çiftelendiği, yani bir arabadan çıkartı­ lan çift atın diğer arabanın ok başına takılarak yokuş başına varılması demekti. Böylece birbirine yardım­ la mâniler aşılırdı yağ­ murlu çamurlu zamanlar­ da bu usul kullanılırdı.” BAŞBUĞ, a.g.e., s.90

72

bunları düşünürken tilkiyi anımsadı sise girdiklerinde deli gibi önünden geçen o boz tilki yakınlarda bir yerde olmalıydı demeye kalmadı çamın ardına saklanmış kulaklarını dikmiş bakan tilkiyi gördü! sanki ölmüş de doldurup oraya koymuşlar! arabaları yokuşta görünce tilkiyi unuttu bir at arabası kolu yokuşta durmuş koşturmaca ve değişim yaşanıyor... uzaktan göründüğü kadarıyla bazı arabalardan atlar çıkartılıyor arabayı çeken okların başına takviye olarak ekleniyordu. 24 demek atlar bu yokuşu çıkamadı! peki öküzler nasıl çıkacak?’ jandarma kafileyi durdurmuştu hayır.. öküzler ve mandalar yokuşu görünce durmuştu! mermiler çuvallara dolduruluyor mühimmat küfelere yükleniyor ve sırtlara vuruluyordu anlaşılan o kl cephane yokuşun başına kadar sırtta taşınacak...

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

kaç yokuş çıkmışlardı? yusuf hatırlamak istemiyordu yorgun düşmüş mecali kalmamıştı hava da iyice kararmıştı ay ışığı altında karartılar yamulup yola doğru uzuyor kişiler çıkardığı sesten seçilebiliyordu

- evlat uyuma! öküze sahab ol...

öküzün genç olanı yoldan çıkmak üzereymiş! yusuf önce bir panikledi sonra hasan dede’nin yaptığı gibi iki öküzün yularını birbirine bağlayarak yola doğru asılarak kağnıyı hizaya soktu uykusu şimdi iyice açılmış yorgunluğu da unutmuştu ... sabah serinliğinde görünmüştü ecevit han geçen sene refet paşa’nın kaldığı bir zamanlar tüberküloz hastalarına ev sahipliği yapmış öksürüklerine katlanmış şimdiyse ayakta zor duran bu üç katlı ahşap bina yıpranmış haline bakmadan hoş geldin diyordu konuklarına!.. bodur çamlar inadına yeşil kalırken yamaçtaki meşeler yaprağını dökmüş rüzgarın götüremedlği yapraklar

73

Vadi ÇİÇEKLİ

yerlere yayılıp kalmıştı kağnıları hanın önüne çektiler öküzleri de iterek ahıra aldılar yusuf ayakta zor duruyor oturacak bir yer aranıyordu ki hasan dede yukarıdan yüksek sesle bağırarak çıkması için işaret etti han çalışanları koşturuyor öküzleri yemliyor su taşıyorlardı ahırın üzerinden dolaşan merdivenleri çıkmaya hiç takati kalmamıştı bir gayret gösterip üst kata çıktı çarığı çıkartıp odaya girdi içerisi oldukça kalabalıktı kafilenin erkekleri yemek sinisinin etrafında bağdaş kurup oturmuş kadınlar yandaki odaya alınmıştı hasan dedenin yanına illşiverdi sıcak ve kıvamında olan o meşhur yoğurtlu çorbayı kaşıklamaya başlamışlardı yağ gibi süzülüp gidiyordu... yusufun içi ısınmış iliklerine can geldiğini hissetmiş sıra sofradakileri incelemeye gelmişti: yol, alışkın olanları bile yormuş harap ve bitkin düşürmüştü annesinin yanındaki çocuklar uykuya yakındılar biraz daha diri kalan çocukluktan yeni çıkan gençler 74

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

dedelerin yanına yanaşıp şalvardan bozma pantolonlarıyla diz kırarak sofraya çökmüşlerdi çorbanın arkasından sahanda bulgur gelmiş azda olsa nohutlu olan bulgur yüzleri güldürmeye yetmişti kaşıklar gidip gelmeye başlamıştı uykusuz ve yorgun da olsalar usul adap bilen kişilerdi sofradakiler herkes nasibini önünden kaşıklıyor nohut kimin bahtı açıksa onun kaşığına çıkıyordu... derken hoşaf da gelmez mi! artık bu kadarı beklenmiyordu! yusuf doymuştu ama kalkamıyor henüz doymamıştı çünkü dede yemesi için ha bire kakışlıyordu neredeyse üç gündür uyumamış molalarda çöktüğü yerde hırsızlama uykusunu geçiştirmeye çalışmıştı kafıledekiler başlarını koyacak birer yastık ve şilte bulmuş yerde rasgele kıvrılıp çoktan uykuya dalmışlardı 25 nasıl olduysa inebolu’yu anımsadı ikiçay’a kadar yürüdükleri yol nehir yatağındaki katırlar derken mehmet aktaş ve bayır aşağı koştukları geçti gözlerinin önünden kağnı kolu katırlardan önce çıkmıştı

25 “...bir Türk Savaş Mu­ habiri burasını ‘berbat bir okula’ benzetmişti. Han­cılar kendisini alay­ lı bir gülümsemeyle selamlıyor­lardı. Şehirdeki kalabalık o dereceydi ki, oturacak yerler adam basına metre kareyle he­ saplanıyordu. Yatabilmek için birkaç merdiven ba­ samağı bulur­sa ne mutlu. En sonunda, bir elbise dolabında gece­ledi.” Lord KINROSS, Atatürk, Bir Milletin Yeniden Do­ ğusu, Altın Kitaplar, istan­ bul, 1994, s.258

75

Vadi ÇİÇEKLİ

ama kağnıdan hızlı giden katırlar yolda niye kavuşmadılar? derken... mehmet’ln verdiği kağıtlar geldi aklına

- vay! unutmuşum ben onları...

elleri ceplerine gitti bıraktığı yerde öylece duruyorlardı baş tarafı bulup okumaya başladı: “... İstanbul’un matem-engiz ufuklarına... Müteharrir-ane bakıyordu...” bunları okuduğunu anımsadı daha alt satırlara geçti: “...vapur aheste aheste, Kız Kulesi açıklarına gelerek orada demirledi. Esir İstanbul’umuzun manzara-i umumiyesi hazırun üzerinde amik bir hüzün ve tesir bırakıyordu. Grandi direğine çekilen kontrol bayraklarını müteakip bir... İtilaf Zabitine ait bir kontrol heyeti geldi. Kontrol Heyeti Türk, İngiliz, Fransız, İtalyan Zabıtasından müteşekkil idi. On dakika kadar süren bir tetkikten sonra geminin serbest hareketine müsaade edildi. Vapurumuz yarım saat sonra yavaş yavaş demirini alarak Boğaz’a doğru gitmeye başladı. Üsküdar’ı müteakiben Kuzguncuk, Beylerbeyi Sevahilini geçtiğimiz sıralarda yolcular vapurda, karşı tarafta bulunanlarda...mendillerle yekdiğerlerini selamlıyorlardı” bazı kelimeler okunmuyor bazısını da anlamadan geçiyordu 76

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

sonra daldı gitti yusuf... kuş konmaz camisinden salacak’a doğru yürüyüp giderken bir an için kız kulesi açıklarında akıntıya kapıldığını hayalledi... artık moda sahillerine mi çıkardı yoksa marmara’da bir adaya mı?... yoksa bir sabah balıkçıların ağlarına mı takılır kalırdı... “... Kandilli, Rumeli Hisar... dolaştıktan sonra vapurda bulunanlar İstanbul...yolluyorlardı. Vapur sekiz mil üzerine Boğaziçi’nde yol alıyordu. Güneş... ziyasıyla kainatı tenvir, Boğaziçi...bu güzelliğini... etmiş idi. Vapurumuz Anadolukavağı’nı geçip Karadeniz’e dahil olduğu vakit saat bir buçuğu biraz geçmekte idi.” vapur yolculuğunu sıcaktan terlediği gemi ambarında karanlıkta geçirdiği saatleri anımsadı türlü malzemenin yüklendiği küf ve rutubet kokan bu ambarda yaşamaya mahkum bir fare gibi daha kaç saat geçirecekti? anlam veremediği tıkırtılar neyin nesiydi? neyse ki ambar geride kalmıştı ayaklarını uzattı yana doğru kaykılarak kollarını başının altına aldı birden çok kötü yanmıştı canı kolu bacağı her yeri kaşınıyordu kaşına kaşına gözleri gittikçe ağırlaştı...

77

Vadi ÇİÇEKLİ

5 ne kadar uyumuştu bilmiyordu... aslında beş saat uyumuş bu da yetmişti merdivenlere yöneldi ‘bu kaşıntı ne zaman bitecek yoksa bitlendim mi? diyerek kaşına kaşına inerken yaşlı bir adamla merdivende burun buruna geldi dede avluya inmiş olan biteni seyrediyordu sıkışmış hela derdine düşmüştü yol verdiği yaşlı adam dedeye döndü:

- hasan gardaş, bu defa sırtın yere gelmez - yiğit bir yol arkadaşı bulmuşun maşallah



- sağolsun sahip çıkıyo bize... sen de sağol ağa sayende gamımız doydu içeri sesleneyim de yola çıkalım bizden sonrakilere yer açılsın deel mi?

dedenin konuştuğu bu gani gönüllü ak sakallı yaşlı adamın handa verdiği çorba ile ünlenmiş misafir düşkünü ismail ağa olduğunu yola çıkıldıktan sonra öğrenecekti … ecevit han’dan çıktıktan sonra karadere ve çataldoruk köyleri geçilmiş birkaç yerde yemlemeyle 78

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

su ihtiyacı için durulmuş yaklaşık 30 km’ye yakın gündüz ve gece yol alınmış hava aydınlanmaya başlayınca şeydiler yoluna girilmişti alpagut jandarma komutanlığında hareketli saatler yaşanıyor... sabahın bu erken saatinde jandarma komutanı yüzbaşı cevdet bey telefonla karakollara emir yağdırıyor telefondaki mehmet ali çavuş’a çıkışıyor bölgesinde 50 arabayı 15 saat içinde şeydiler mıntıkasından toplayarak yeni bir kafile oluşturmasını yolda gelmekte olan cephaneyi bu kafileye nakletmesini emrediyordu. 26 yüzbaşının telaşı boşuna değildi ecevit han’dan gelenler için şeydiler yolu hayli yorucuydu sırtta taşınan mermiler ağırlaşmış kadınlar iyice kamburlaşmış öküzler yalpalamaya başlamıştı emri alan mehmet ali çavuş sorumluluğu altındaki erleri yakın köylere koşturmuş kendisi de karaş köyüne gitmiş kısa zamanda çoğunluğu kağnı elli arabayı bulmayı başarmıştı erlerin getirdiği haberler sevindiriciydi arabalar köylerden yola çıkarmışlardı... aradan oniki saat geçtiğinde elli araç jandarma önünde artık sevkiyata hazırdı

26 “Bombardımandan sonra Milli Müdafaa ve Garp Cephesi emirler veriyor ineboludaki cephane ve eşyaların cepheye ulaş­ tırılması isteniyordu. Vali­ ler, kaymakamlar, müdür­ ler, jandarma ka­rakolları geceyi gündüze kattılar. Kastamonu Jan­darma K. Yüzbaşı Cevdet Bey te­ lefonla karakollara emir veriyor. (0 zaman yalnız karakollara telefon var­ dı) bu meyanda Alpagot jandarna K. Mehmet Ali Çavuşa, bölgesine düşen 50 arabayı 15 saat için­ de Şeydiler Mıntıkasında bulundurması ve oraya gelecek cephanelerin ta­ şınması emrolunuyor.” PEKER, a.g.e, s.352

79

Vadi ÇİÇEKLİ

kafile geç de olsa seydiler’e varmıştı cephane, refet paşa’nın yaptırdığı söylenen şeydiler jandarmasında el değişecekti yeni sevkiyat için gelenler yorgun ve uykusuz köylülerin kağnılarına yanaşarak selam verdiler güvenliği sağlayan muhafızlar ve askerlerin yardımıyla cephane yüklenmeye başladı (nakliyenin güvenliğini sağlayan seyyar jandarma müfrezeleri 10 şubat 1921 de bir kanunla kaldırılmıştı bu görevi zorunlu hallerde müzaheret bölükleri denilen milis jandarmalar yerine getirmekteydi) hasan dede kızmış çavuşla Inatlaşıyor:

- çavuşşş! bah ne dlyom sana... öküzlerim sağlam tekerleklerim gavi gale han’a gadar gitmeye gararlıyım bilesin

inebolu bombalanmıştı iki çay depolartı acilen boşaltılmalıydı çok kağnı gerekiyordu uzak köylere haber salındı kastamonu yolundaki kağnı kollarının bile devir teslim yaparak dönmesi istendi seydilerde cephaneyi teslim eden kağnılar ineboluya dönüyorlardı... yeni kafile yola koyulmuştu gah! doaahhh! sesleri kağnı gıcırtısına karışıp gidiyordu kolbaşı değişmiş dede buna biraz içerlemiş yeni kolbaşı seydiler’den musa çavuştu işinin çanakkale’dekinden daha zor ve sorumluluk getirdiğinin farkındaydı bu yüzden düşünceli ve dalgın yüksek sesle öfkeleniyordu:

80

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA



- deli itmen beni hizaya geçin! öküzü mandayı başı boş goman...

ineboluya dönüşe geçenler tepeyi aşıp gözden kaybolmuş çavuş atlı iki jandarmayı yeni kafilenin önüne katmıştı kendisi yanındakilerle birlikte karakola dönme hazırlığı içindeydi sipahiler köyünden pilavcıoğlu hakkı (pekacar) boynunu bükmüş kendinin duyacağı şekilde bir türküyü mırıldanıyor... [ismail ölmez hoca yörede taşıma yapanlar hakkında mektupla geniş bilgi vermişti pilavcıoğlu hakkı’dan sözettiği bölüm]:

“...askerlik yaşı gelmediği halde cepheye gitmeyi düşlemiş jandarma haber salınca fırsat bu fırsat deyip anasını da yanına almış şeydiler sevkıyata gelmiş...” 27

yükledikleri cephaneyi güzelce sarmış sarmalamışlardı millet malıydı iyi bakılmalıydı hakkı türküyü keserek bir daha yokladı emanetleri attığı düğümleri gözden geçirdi geriye döndü anasına baktı:

27 İsmail ÖLMEZ, 06 Mart 2002 Günlü Mektubu, Küre, Kastamonu

81

Vadi ÇİÇEKLİ

‘gelmesine hiç gerek yoktu işin üstesinden gelebilirdi son günlerde ne kadar çökmüş bu sıtma dedikleri illet elden ayaktan düşürmüş bu yol daha da yıpratacak...’ bata çıka ilerlemeye çalışıyorlar yolun onarılması gerekiyor... 28 hakkı, meşe ağacından yapılmış üç parçalı kağnı tekerine pek güvenemiyordu: -bu gağnı tekeri didiğin gırılsa gırılsa boşken gırılır doluyken maraza çıharmaz ama boş gidiyorsa çıhar bir daşın üstüne inerken gözden düşer çaddan yarılır ortadan inşallah yolda gomaz... diyerek söylenerek gidiyordu ki... çataltepe’ye vardıkları anda: -çatırrrr!... 28 “İnebolu-Ankara yolunun llgaz-İnebolu bölümünde 110-139’ncu kilometreler arasında onarım gereken 48 köprü ve menfezden ancak 13’ünün onarımına karar verilmiş ve gerekli kereste ve diğer inşaat malzemesi taşınmıştır “ BAŞBUĞ, a.g.e., s.91

82

teker karpuz gibi ortadan yarılıverdi! kocamış kağnı sağ yana yatıverdi bastı küfrü hakkı ‘anası duymuş muydu acaba?’ ama alışkındı bu sürprizlere baltayı kaptığı gibi ormana girdi az sonra uzunca bir meşe ağacını

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

peşi sıra sürüye sürüye ve yontarak getirip tekeri yarılan dingilin altına boylu boyunca itiverdi... kendini boşta kalan dingile teker olarak adamıştı! kim bilir kaç kilometrelik yolu ter ve çamur içinde kalarak köyünün yakınından geçerken bakmağa fırsat bulamadan annesi önde o arkada ödemiş han’a vardılar ama ayakları kan revan içinde ama kolları biraz daha uzamış ama insanlıktan çıkmış umurunda değildi... cephane ulaşmıştı ya ödemiş han’a gerisi önemli değildi ... mola kısa verilecek kafile elini çabuk tutmalıydı öğleye doğru hana gelmiş olan kereste yüklü birkaç öküz arabası onlar girerken yola çıkmak üzereydi 29 koşturmaca başlamıştı millet ihtiyacını görüyor hayvanlara yem alınıyordu hakkı biraz daha soluklandı elini yüzünü yıkayınca rahatlamıştı hancının ahırdan bulup getirdiği yedek kağnı tekerleğini

29 “Yollar hiç tenha değildi; sürekli kereste taşıyan öküz arabalarına rastlı­ yorduk. Sevindirici olan bu arabaların dört teker­ lekli olması, kağnı denilen hayvan cenderesinin terk edilmesidir.” Ahmet Talat ONAY, Millî Mücadele Yazıları, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları: 2630, (Sadeleştirildi) İs­tanbul ,1995, s.109110

83

Vadi ÇİÇEKLİ

kucaklayıp kaldırdı yeter ki teker olsun takması kolaydı yolda anasına diklenmiş o da cevabını sertçe vermişti ama inadını sürdürmekte kararlıydı:

- ne gırıldıyon ana... uğraşma boşuna gastamonu’ya kadar illaki gidecem ben!

... yol uzundu böyle nasıl vakit geçerdi hasan dede kendini koyuvermiş kağnıya yaslanıp giderken bir türkü tutturuvermişti:

30 “Gece yarısına doğru Seydiler’e geldik. İndiği­ miz han pek eski idi. Her tarafla olduğu gibi aza kanaat, görgüsüzlük, ba­ yağılığın devamı burada da temiz bir kahvehane bile konulmasına mani ol­ muş!” ONAY, a.g.e. s.112-113

84

- aman evlerine varamadım arımdan ayırdılar beni nazlı yarımdan yar... yar... kim ayrılmış ben ayrılamam yarimden armudu daldan edalı yardan ayrılmam senden yar... yar...

dökük bir hanın önünden geçiliyor ağustosun bu ikindi vaktinde sığırlara yapışan sinekler iyice bunaltmaya başlamıştı sığırların kaldırdığı toz teri çamura çeviriyor yanından geçtikleri han bu manzarada pek sırıtmıyordu 30 olanca sıcağa rağmen biraz daha yol alınmış

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

oyrak yokuşu çıkılmıştı gelin dağı’ndan iniliyor sol yandan oyrak deresi bir kıvrılıp bir bükülerek kendince bir gümüş olmuş gönlünce akıp gidiyordu ki dede bağırarak sessizliği bozdu:

- evlat boyunduruğu dut! sakın bırahıyım dime öne geçiyom ben...

kağnılar ve öküz arabaları aşağı doğru akmaya başlamıştı!.. mandalar huysuzlanıyor bayır aşağı panik yaşanıyor...

- höstt!.. doah!



- köpek yiyesi seni!



- çatlayası!

bağırtılar çocuk ağlamaları kaldırdıkları toza karışıyor... yusufun ayağı tökezlemiş hırsla boyunduruğa asılarak ayağa kalkmayı becermişti ama hayvanları zapt edemiyor kağnının arkasında duran hep aşağı düşerek bayır aşağı inmiş oyrak deresinde takla atarak dere yatağındaki taşların ve cılız akıntının arasında bir görünüp bir kayboluyordu dede okun ucuna dayamıştı sırtını 85

Vadi ÇİÇEKLİ

kağnı kendini aşağı doğru iterken zorlanmanın acısı yüzünden okunuyordu kanayan ayaklarını inatla kırıyor sırtıyla arkaya doğru kaykılarak bir yandan hızı kesmeye çalışıyor arada geriye dönüyor övendireyi rasgele savurarak öküzün alnına vuruyor bu telaş sırasında bile bağırmayı ihmal etmiyordu:

- doah!... goca öküz doah!

yusuf görerek ve boğuşarak işi iyice kavramıştı: kağnılar yokuş aşağı kayarken öküzler başını havaya dikiyor kağnının önünün kalkmasına arkasının yere yapışmasını sağlıyor yükler geriye doğru aktığı için kağnının hızı kesiliyordu yokuş çıkarken ise öküzler başını yere eğiyor kağnının önü yere yapışırken bu kez arkası havaya kalkıyor kağnının geriye kaçması böylece önlenmiş oluyordu... yani bıraksalar öküzler İşini biliyor yusuf’a kolaylaştırmak kalıyordu...

86

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

“şurayı dut ulan...şurayııııı!...” demiş, gerisini getirememiş ağzıyla öküzleri yönlendirmiş övendireyi alınlarına vuruvermiş kıçını ön göbe yaslayarak hız kesmiş yusuf da asılarak ona yardım etmişti... dede bu kadar işi bir arada nasıl yapabiliyordu? çalışmayan bir kaşı gözü kalmış yardım isterken onu da kullanmıştı! yavaşlayınca noktayı koymuş okun ucunda sallana gelen dayağı yere kakınca koca kağnı zınk! diye durmuştu çok yorulmuşlar çöktükleri yerde nefesleniyorlar... önleri sıra akıp giden kağnıların başına gelenleri henüz fark ettiler! yusuf kaldırdı başını iniş aşağı doğru baktı: kağnının biri yana yatmış eysanı yuvasından çıkmış mermiler yola doğru kaymıştı 31 yeni kolbaşı musa çavuş aşağı doğru yuvarlanan mermilerin telaşına düşmüş toplamaya çalışıyor birkaç kağnı tozu dumana katarak ve yalpalayarak hoplayarak rampa aşağı gidiyor... öküzün biri aniden tökezleyince

31 “Kastamonu Vilâyetinin yolları arasında en işlek ve en muntazam olan Kastamonu-İnebolu şosesidir. Senelerden beri tamir görmediği için ba­ zen büyük kazalara mey­ dan verdiği söyleniyor.” ONAY, a.g.e. s. 110

87

Vadi ÇİÇEKLİ

yana yatıp kağnıyı durdurmuş ama telef olmuş gidici gibi bakıyordu ortalık sakinleşince zelvenin ipini kesip boyunduruktan kurtardılar kağnının sahibi çaresiz çotanaktaki suyu kaldırdığı gibi öküzün başından aşağı boca ediverdi:

- bu kadar nefeslenme yeter mundar kalmasın hayvan

diyerek ve tekbir getirerek başını gövdeden ayırıverdi... akşama milletin karnına et girecek! jandarma da hayli çabalamış kafiledeki zayiatı belgelemek için musa çavuşla birlikte zabıt tutuyor

-kuyruğunu kesin çuvala koyun sevk pusulasında kaydı var sorulduğunda ispat gerek!

dört tekerlekli bir öküz arabası iki kağnı kullanılamaz halde hayvanlardan biri telef oldu iki öküz yürürken aksıyor... arabalar kenara atıldı öküzler yedeğe alındı kafilenin karnı doymuş oyrak rampasında verilen hasar tespiti molası iyi gelmiş milleti biraz kendine getirmişti 88

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

hava kararmış yolun altındaki eski bir hanın önünden geçiliyor... gazyağıyla aydınlatılan hanın camlarından yorgun bir ışık davetiye çıkartıyor dışarıya han sakinlerinden iki kişi kapıya çıkıyor nereden geldiği kestirilemeyen köpekler kafileye doğru havlayarak yaklaşıyorlar ve karartılar... ayın ısıttığı yamaçlarda gelinlerin sırtında çocuklardan oluşan bir kanbur ihtiyarların elinde övendire olarak uzuyorlar... görünen o ki şeydiler bu şeklide geçilecek sabaha kışla önünde mola verilecek

89

Vadi ÇİÇEKLİ

1 gün ağarmaya başladığında 41 derece 21 kuzey enlem 33 derece 46 doğu boylam 775 metre yükseklikte göknar ardıç ve çınarların gökırmak ve devrez çaylarının kendilerine memleket olarak seçtiği kastamonu’ya doğru yaklaşmaktaydılar... nasrettin köprüsü ve tekkealtı’nda henüz ortalık aydınlanmamış taş binadaki istiklal mahkemesi bakırcı ve urgancı dükkanları kapalı açıksöz gazetesi penceresinden kısık bir lamba ışığı dışarı sızmakta... uzaktan kimin söylediği anlaşılmayan isfendiyaroğlu hamza’ya kafa tutup gülpü dağına çıkan sepetçioğlu’na halkın yaktığı türkü duyulmakta... “sepetçioğlu bir ananın kuzusu hiç gitmiyor kollarımın sızısı öyle İmiş alnımızın yazısı yassıl dağlar osman efem geliyor” toprak köprü geçilmiş ağır aksak gidiliyordu seher vaktinde ortalık anaların evlatlarının ellerini kurbanlık koçlar gibi kınaladığı o kına rengi gibi kızardığında kışla önüne kadar gelinmişti 90

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

kışla bahçesinden komut sesleri yükselince yorgunluktan öne düşen başlarını ağırdan alarak ve zoraki kaldırarak askerlerin sabah yoklaması için toplandığı alana doğru baktılar (nereden bileceklerdi!...) yörede gezmedik köy bırakmayan gözünü kısıp yandan süzmenin kendine yakıştırdığına inanan edebî konuşmaya meraklı devrekanl’nin çayırcık köyü ilk mektep muallimi tahir bey 32 eşen köydeki arkadaşı muallim hilmi beyden ve şeydiler köylülerinden çok dinleyip efkârlandığı sevkiyat sırasında yaşanan trajik olayı gittiği yerde anlatırdı (beş ay sonra yaşanacak olan o üzüntüyü ondan dinlemenin zamanıdır tam da oradan geçiyordu kafile):

32 10 ncu Yıl Cumhuriyet Bayramı Hatırası. Kasta­ monu il Yıllığı, Kastamo­ nu, 1933. s.290



“1921 yılının aralık ayında bütün kastamonu uykudayken karanlıkta yolunu şaşırınca panikleyen asker firârisi gibi samla gelen kar taneleri birden bastırıp yolları kapamış... kağnısıyla mermi çekerken kafileden uzak düşen şerife bacı hızını artıran tipi yüzünden önü sıra gidenleri kaybetmiş 91

Vadi ÇİÇEKLİ



kışla yoluna saptıklarını görememiş ellerini ovuşturarak ayakları buz gibi kağnısıyla yoluna devam etmiş... top mermilerinin yanına yatırdığı emzikteki kız çocuğunu korumak için sarmaladığı yorgana tutunarak zorlanarak ve tipiyle inatlaşarak kışla yakınına kadar gelmiş...



sabah devriye geldiğinde çok geçmiş tipi, kağnının karda bıraktığı teker izini örtüp kapatmış kurt ulumaları durmuş şerife bacı takatsiz ayakta öylece kalmış !”

gerisini yeni terhis olan devrekani’li cemil çavuşla beşiktaş’lı rıfat çavuş’tan dinleyelim: 92

“kar her yanı kapamıştı hava pusluydu önümüzü zor seçiyorduk birden ileride bir karartı gördük ‘bu ne olabilir?’ dedik karlara bata çıka güçlükle yanma ulaştık ne görsek iyi bir kağnı önünde zoraki kımıldayan öküzler ve öküzlerin önünde ayakta donakalmış bir kadın! ne yapacağımızı şaşırmıştık bir bebek ağlaması geliyordu

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

33 “...kar kış bastırmıştı. Yol boylarında kar altında cep­hane taşıyan kadın erkek kafileden hayvanı zayıf, kendisi zayıf olanlar, birbir­lerine yardım etmiş­ lerse de yollarda hanlarda soğuktan donanlar ol­ muştu. Kafi­leler arasında donanların cephanesi diğer arabalara bölünerek boşalan araba veya hay­ vanla kahraman şehidin cena-zesi köyüne gönde­ rilir. Uzak köylerden ise, yola yakın herhangi bir köyün muhtarlığına veya imamına teslim edilirdi.” PEKER, a.g.e., s.396



çaresizlik dedikleri bu muydu? bebeği alıp kucağımızda ısıttık şerife bacıyı da kağnıya koyup takatları kalmamış öküzlerin yerine kendimizi koşarak kışlaya ulaştırdık 33



sade bir tören yapıldı kışla komutanı osman bey’e konuşurken bi haller oldu sesine bir hıçkırık geldi konuşmasını bir türlü bitiremedi...



şerife bacının bebeği geceyi kışlada geçiren köylüsüne emanet edilmişti tabutu kendi kağnısına yüklenerek geri dönenlerle köyüne gönderildi

(şerife bacı’nm beş ay sonra donarak kalacağı o yerden geçmekte olduklarını nereden bileceklerdi...) yusuf bir buz parçasının boğazından aşağıya doğru kayarak indiğini hissetti (?!) yutkundu bir anlam veremedi ölüp yiten şerife bacı gibi kendini feda etmişti kimileri kimileri de cepheye gitmek için dilekçe veren tosya’lı kız latife gibi gediz cephesinde küçük nezahat aydın’ın imam köyünden çete ayşe osmaniye’den tayyar rahmiye erzurum’dan fatma seher 93

Vadi ÇİÇEKLİ

gördes’den makbule tarsus’dan kara fatma gibi heba etmişti kendini hilâl-i ahmer kadınları günlerini aşhânelerde ve hastanelerde geçirir köydeki kadınlarımız ise afyon-çobanlar gibi hatlarda demiryolu raylarını onarır yükleme boşaltma yaparlar sevkıyata gitmemişlerse 1915 yılından beri bu işe alışık olanlar 34 hemen çevreyi toparlar gecelerini askere mintan ve çorap dikerek eskitirlerdi şerife bacı gibi daha niceleri bilinmeyen o kadınlar kağnı kollarında yitip gittiler... analarımızdı onlar bu toprağın kadınlarıydılar ana tanrıçamız oluşları taaa 8500 yıl öncesi konya çatalhöyük’te başlayan bir serüvendi hititler’de kubaba frigler’de kibele türkler’de fadime ana! olarak tarlada bağda doğura gelmişlerdi davarda, hasatta, tandırda iş olan her yerde andız gibi bitivermişler yaşmaklarını çekivermişler 94

34 “Çankırı’da Katip Oğuz Ce­mâl Bey’ln başkanı olduğu Askere Yardım­ cılar Derneği tarafından açılması düşü­nülen şehit çocuklarının parasız ka­ bul edileceği yatılı okulun inşâ ve dâ­imi masrafla­ rına karşılık olmak, aynı zamanda fakir ve dul ka­ dınların da ge­çimini sağ­ lamak üzere bir çorap ve fanila imalathâ­nesi tesis edidiği hakkında Çan-kırı Mutasarrflığı’nın yazı su­ reti...” Osmanlı Belgelerinde ÇAN­KIRI, a.g.e, 157

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

çarşı ortası demeyip erkek çocuğa yol vermişlerdi zorda kalmadıkça canlarına tak etmedikçe nasıl konuşurlardı hancıyla komutanla? çocukları gönderip anlatırlardı meramlarını onlar cephane çekerdi yalnızca evi ocağı bırakıp giderlerdi yolda ölmüştü kimileri sorsan bilinmez künyeleri isimleri... (yıl 2006... aylardan mart ülkede “yürekli kadın ödülleri” dağıtılıyor! kadın sorunlarını araştırma merkezleri’nde statülerini yükseltmek üzere sürdürülen çabalara bir yenisi daha ekleniyor): örnek kadınlar ön plana çıkartılmalı (??!!..) yıl 1921... aylardan ağustos cephaneyi sırtında kağnısında gece gündüz dinlenmeden neden niçin demeden devamlı çeken menziline yetiştiren olayları geriden izlemekle yetinen arka plandaki o meçhûl kadınlar ne çabuk unutuldular! birisi çıkıp da:

“bu kadınlarımıza da geçmişe dönük “yürekli kadınlar ödülü” verilmeli demeyi akıl edebilecek mi?” göreceğiz (...)

95

Vadi ÇİÇEKLİ

2 kafile kışla önüne gelmişti oraya dönelim kastamonu’da mustafa çavuş ve abdullah kalfa han odalarında birkaç esnafın dışında kimse yoktu ortalık manda ve öküz böğürtüleri kağnı gıcırtıları arasında ağarıyordu telgraf direkleri gece boyu uyumamış telgraf tellerine de uyutmamıştı yoldaki nokta komutanlıklarına aralıksız telgraflar yağmaktaydı: “cephane gecikmeden yerine ulaşmalı!” kastamonu kışlası 1. devir teslim noktasıydı 5 köyde gece konaklaması yapmışlar 6 günde kastamonu’ya ulaşmışlardı. kışla önüne geldiklerinde kağnılardan oluşan bir kafilenin kendilerini beklediklerini gördüler değişim burada yapılacaktı er ve erbaşlar koşarak geldiler arızalanan kağnıların yerini öküz arabaları alıyor subayın verdiği talimata göre cephanenin bir kısmı depoya bir kısmı yeni kafileye yükleniyordu pilavcıoğlu hakkı’yı bıraksalar tepine tepine ağlayacaktı bütün dünyaya küsmüştü hayalleri suya düşmüştü annesinin hastalanacağı tutmuştu babasının vasiyeti olmasa tutamazlardı aslında onu ne yapar yapar cepheye giderdi saman ve yem aldıktan sonra dönenlerin peşine takılarak annesine kıza söylene köyünün yolunu tutmuştu...

96

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

III. Kastamonu - Ilgaz Hattı

ılgaz dağı çok yaman yokuşu vermiyor aman çıktıkça uzaklaşıyor mu?

97

Vadi ÇİÇEKLİ

98

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

yeni kafile kastamonu’dan yola çıkalı birkaç saat olmuştu güneş bütün sıcaklığını tepelerinde hissettiriyordu yusuf yolun kenarında dikilen yaşlı ve düşkün bir köylünün manda koşulu bir kağnıyı götüren götürürken de topallayan bir adamın önünü keserek durdurduğunu gördü

- ihtiyar saftır evlat geçen bir sakat görmesin oğlu cepheden dönüyor sanır...

hasan dedenin zorlukla konuştuğu seziliyor... kafkas cephesinde yediği kurşunu aynı yerden bir daha yedi sanki! duymuyordu şimdi yusuf’u

- oğlu hangi cephedeydi billyon mu dede?

sorusu cevapsız kalmıştı bu düşkün köylüye bakarak ve merakını geride bırakarak yoluna devam etti dede bir yandan kıvranıyor bir yandan konuşmasını sürdürüyor ne dediği anlaşılmıyordu 35 2006 yılı Nisan ayında gönderdiği Mektup Mustafa GEZİCİ Alalarla ilköğretim Okulu, Taşköp­ rü, Kastamonu

99

Vadi ÇİÇEKLİ

taşköprü’lü mustafa gezici’nin derlemelerinde sözünü ettiği 35 topallayan genç adam eşen köylü memişoğulları’ndan ibrahim olmalı... ameliyattan sakat çıktığında çürüğe ayırmışlardı o da: “ben daha ölmedim” diyerek cephane çekmeye adamıştı kendini... kafilede kimler yoktu ki... kuzyaka köylü karaoğullarf ndan mehmet sessiz kendi halinde yaşayan biriydi konuşmadığı için hikayesini bilen yok... göl köylü tekkesin oğullarından ahmet oğlu kör ahmet gözleri görmediği için askere alınmamıştı... geymene’den hacı osmanoğullan’ndan mehmet onunda kim bilir bu kaçıncı gelişiydi “ cephane çekilecek” demeleri yeterliydi... hepsi elindeki davarı kağnılara koşarak gelmişlerdi kışla önüne … parmaklı türbe geçilmişti ardıcın üzerinde duran ağzı kalabalık bir saksağan kuyruğunu rüzgara salmış kafileyi merakla izliyordu kısa bir yokuştan güneşin tam tepede olduğu yaz sıcağında aşağıya iniliyordu 100

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

çamların gerisinde kımıldayan bir şey gördü yusuf dikkatli bakınca tilki olduğunu anladı yamacın ardındaki tümseğe girivermişti dede önü sıra kendi halinde gidiyordu yalpalayarak çıktı kafileden çamların arasından geçerek tümseğe doğru yavaşça yaklaştı tilki görmüştü geri geri uzaklaştı! yusuf durdu tilki durdu! yusuf yürüdü tilki geriledi! her seferinde adım hesabı matematik yapan tilkiyi sınadı... sonunda yusuf usanıp durunca tilki de kulağını dikti öğlece kaldı! yusuf bu oyundan pek hoşlanmıştı ama hasan dedenin çağıran sesi aklını başına getirmişti elindeki ekmeği usulca önündeki tümseğe bıraktı koşarak ormandan çıktı güneş tesirini kaybetmiş kovalı’dan sonra bulacık köyü de geçilmiş mola için durulacak zannettikleri bir türkmen yerleşim yeri olan kayı köyü’de uzaklarda kalmıştı sol yanda karasu deresi akıyor tepelere doğru meşeler seyrekleşiyordu mola verilecekmiş!.. yüreklere su serpilmiş kafile beşdeğirmen’e yaklaşmıştı 101

Vadi ÇİÇEKLİ

menzil komutanlığı’nın askerleri kafilenin geldiğini görünce uzaktan koşarak geldiler hancıya ahırı açtırdılar kadınlar ve çocuklar koşarak ayak yoluna doğru saptılar geriden gelen opluk köylü sucular’dan nuriye ablanın kağnısı yol kenarındaki balçığa saplanmasın mı! yusuf’un önü sıra giden kağnıydı bu hasan dede çoktan hana girmişti yardım etmek boynunun borcuydu hemen koştu nuriye ablayla ite kaka kağnıyı balçıktan çıkardılar

- oğul bir koşu git şu ibriği doldu getir elimizi yüzümüzü yuyalım

dizden aşağı çamura bulanmışlardı balçık çarığı yutmuş önce çıkarana sonra çamuru atana kadar yorgunluktan canları çıkmıştı sudan başkası çâre olamazdı nuriye ablanın üçüncü gidişiymiş sevkiyata ilk seferinde ikiçay’a kadar gitmiş yol uzun ve meşakkatliymiş anlata söyleye hana girmişlerdi kağnı gıcırtıları kesilmiş boş durmayı sevmeyen 102

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

hanın altındaki değirmen kendi iniltisini sürdürmekteydi dede tütün tabakasını çıkarmış işini ciddi ve ağırdan alıyordu yusuf ayağını sıcak tutması için çarığın içine koyduğu keçeyi çıkartıp düzeltirken düşünüyordu: ankara’ya kadar idare edecek mi?

- meraklanma evlat bu çarık var ya bir ankara daha yapar!..

dede tütün sararken bir yandan onu mu izlemişti?.. musa çavuş’un cırlak sesi uzaktan güç duyuluyordu:

- mola diphan’da virilecekkkk... toparlanın ha., yola çıkıyozzz!.

ancak yarım saat sonra çıkılabilmiş kağnılar tespih taneleri gibi dizilmiş ortalığı yeniden inletmeye başlamışlardı ki hava aniden karardı... yağmur mu serpeliyor? demeye kalmadı, bir sağanaktır başladı! bir telaş bir koşturmaca yaşanıyor cephanelerin üzerindeki örtüler elden geçiriliyor geriliyordu

- handayken başlasaydın ya mübarek!

kim söylemişti bunu? fundalık yapraklarına düşen 103

Vadi ÇİÇEKLİ

yağmurun çıkardığı ses kağnılar durduğu için duyulabillyordu... şimşek çakmaya başlamıştı ağustos ayıydı! ortalık gökyüzünden aşağıya maviden sarıya aydınlanıp kararıyordu hasan dedenin muziplik damarı tutmuştu:

104

- bi yağdın sele verdin bi estin yele verdin yetmedi kavı yakdın bakıyon halleri nicedir deyi!

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

3 gâvurun hanı denilen diphan diye de bilinen konaklama yerine girilmek üzereydi kırka yakın kağnı davarının ahıra alındığı anlaşılıyordu kağnılar sıralı bırakılmıştı bunlar cephaneyi teslim almak için ılgaz köylerinden gelen kağnılar olmalıydı hava karardığına ve yağmur başladığına göre handa yatıp sabah yükleme yapacaklardı dağı atla aşmak isteyenler kağnıların gittiği yolunu izlemez yolu kısaltmak için diphan önünden gülmezler köyüne geldikten sonra bostan köyüne doğru saparak ılgaz dağı zirvesine ulaşırlardı cephaneyi teslim almak için gelen arabalar yönlerini bu yüzden kağnı yoluna çevirip yanaşmışlardı musa çavuş, hana yanaşırlarken kafileyi yönlendirmeye başlamıştı jandarmanın uzaktan görünmesiyle kolbaşının telaşının nedeni anlaşıldı bir kumandan sesi duyuluyor karanlıkta rütbeleri gözükmüyordu:

- kolbaşıyı çağırın gelsin! sevk pusulalarını kontrol edelim

bir jandarma selam verip kolbaşına doğru yöneldi 105

Vadi ÇİÇEKLİ

komutan biraz tedirgin arada başını kaldırıp derbent’e doğru bakıyor arada jandarmayla konuşuyordu:

- hasar gören kağnıları ayırın gelen cephaneyi avluya hayvanları ahıra alın zayıf düşenler var bakın bakalım sabah yola gitmeyi gözleri alıyor mu?

kumandan uzaklaşmıştı jandarmalar iş görürken kendi aralarında konuşuyorlardı:

36 “Sakarya’dan önce, bir yurttaşımızın italya’dan satın alarak getirdiği bir uçak ile toprakla­ rımıza yanlışlıkla inen bir Yunan uçağının ele geçirilmesiy­le, hava gücümüz 3 uçağa yük­ selmişti. Bu uçaklardan birisi havada ateş alarak düşmüş ve iki havacımız daha şehit olmuştu. 21 gün 21 gece süren Sa­ karya Meydan Savaşı’nın bütün hava hizmetleri, geri kalan iki uçakla yürü­ tülmek zo­rundaydı.” YAVİ. a.e.e. s.217

106



- sakarya kana bulanmış takviye birlikler gidiyormuş...



- bulanma mı tertip Allah güçlerini artırsın



- zorlu savaş oluyomuş geçtiğimiz 23 ağustos günü üç koldan yürüyen yunan ordusu haymana’dan genel saldırı başlatmış askeri de bizden kat kat fazlaymış diyorlar



- bir tayyaremiz havada ataş almış iki pilot şehit olmuş 36 kafiledekiler duymasın bunları birde onların maneviyatını bozmayalım





KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

doğruydu meydan muharebesi çetin geçiyordu hastaneler yetmediği için yeni servisler sıhhî imdat koğuşları açılmış koğuşlar açılır açılmaz yaralılar dolmaya başlamıştı 37 az sayıdaki doktor ve hemşire uykuyu unutmuş ölümüne çalışıyordu yağmur yağışı sürdüğünden dlphan’da hayvanlar ahıra cephane avluya alınmış sıra dinlenmeye gelmişti çorbanın kokusu dışarıya çıktı... gaz lambasının dışarı sızan aydınlığında gelip geçenlerin gölgeleri uzayıp kısalıyor ormana has olan o derinden gelen uğultu kara derenin şırıltısına karışıp uzuyordu sayım için kalan hasan dede hanın kapısından giriverdi:

- selamün aleyküm ağalar! - ve aleyküm selam! hasan emmi buyur...

hasan dedenin meraklı gözleri odayı kısa zamanda tarayıverdi bu han diğerlerine göre küçüktü hemen bir yastık ve yorgan bulmalıydı herhalde sırt sırta verip yatacaklardı oda ortaya koyulan mangalla ısıtılmıştı kafiledekiler dip tarafta açılan yer sofrasına kurulmuşlar kadınlar yan odaya alınmışlardı

37 “...Sakarya Meydan Mu­ harebesi’nin Hinci gü­ nüne doğru Ankara’nın içi tıklım tıklım yaralılarla dolmaya, harbin ne kadar elem ve­rici tarafları varsa burada belirip serilmeye başladı.” Sabahattin SELEK, Anado­lu ihtilali, ll.cilt Kaslaş Ya­yınevi Ocak 200411. baskı Taksim/ istanbul s. 684

107

Vadi ÇİÇEKLİ

yer açmak için kımıldadılar eşen köylü topal ibrahim’in bacağını bükemediğinden kapladığı yer için duyduğu üzüntüyü yusuf fark etmişti:

- ibrahim ağa kıpraşma! buncacıkyer kafî bana...

çorba gelince tahta kaşıklar hızlandılar milletin yüzüne kan geldi bir sofra da yan köşeye yeni gelenler için açılmıştı ormanın bütün ağırlığı sanki üzerlerine basmıştı bu ağustos ayında bile dışarısı soğuk içerisi sıcaktı sabaha doğru yola düşerler içerisi sıcak dışarısı soğuk kalırdı... dışarıda gezinen kumandanı bir düşüncedir almıştı merzifon’dan yola çıktığı söylenen ermeni eşkıyası hanı basar mıydı? daha geçenlerde dağlarda yolları kesen cinayetten hükümlü ermeni bir katilin istiklal mahkemesince alınan karar gereği nasrullah köprüsü başındaki idamını izlemişti hemen nöbetçilerin sayısını artırmalıydı yemekler yenmiş dualar edilmiş sofradan kalkan kendini bir köşeye atmış 108

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

yorgunluktan sızmaya başlamışlardı üzerlerini örtmek yusuf’a düşmüştü artık severek yapıyordu bu işi ortalık henüz aydınlanmamıştı gaz lambalarının altında esnerken eli göğsündeki kağıtlara değdi buruşarak topak haline gelen iki tomar kağıdı karıştırarak okurken bıraktığı yeri buldu: “... vapurumuz Anadolukavağı’nı geçip Karadeniz’e dahil olduğu vakit saat bir buçuğu biraz geçmekte idi ...artık vapur engine açılmış muttarid çarhların sadasının... işitilmiyordu. Deniz sakin ve rakîd idi. Vakit saat ilerliyor, vapur da yola devam ediyordu. Ketken adası’nı geçtikten sonra vapur halkının kimisi kamaralarına ve kimisi da umumî salona avdet ediyorlardı... (yusuf birkaç satırı çabucak atladı) 10 kanun-ı sani 337 pazartesi. Reşit Paşa Vapuru Gözlerimi açtığım vakit, güneş maverayı ufuktan arz-ı didâr-ı ihtişam ederek . . . vapurumuz o sıralarda Cide Kazası açıklarında bulunuyordu... Yelkovan kuşları... deniz üzerinde suya dokunacak kadar yakından... Saat 10.30’a doğru uzaktan uzağa İnebolu Kasabası görünmeye başladı. Cesim kayalık bir tepe üzerinde mini Hükûmet Konağı manzur olmakta idi... buraya çıkacak yolcular arasında bir faaliyet başlamış vapurun etrafını bir takım kayıklar sarmış idiler. Bir çeyrek sonra bende karaya çıkmış bulunuyordum.” gözlerinin önüne

109

Vadi ÇİÇEKLİ

inebolu sahilleri geldi... bindiği gemi demirlediğinde tıpkı bu satırlarda olduğu gibi kayıklar yolcuları almak için geminin etrafını sarmışlardı sıkıntı basmıştı biraz hava almalıydı han kapısını itip dışarıya çıktı karşıdaki çam ağaçlarının altında iki kişinin silueti yüksek sesle konuştukları için hemen kendilerini ele vermişti seslerden birini tanıyor hana girdikleri sırada askere talimatlar veren kumandanın sesiydi bu

- delikanlı!.. seni de uyku tutmamış anlaşılan buraya kadar gel de tanışalım

yusuf’un istediği de buydu... biraz merak biraz korku siluetlere doğru yanaştı yanlış tahmin etmemiş kendisine seslenen talimatları veren kumandanmış! gösterdikleri yere çekinerek oturdu gelmeden önce acaba ne konuşuyorlardı?

- bu yöreden değilsin izin çıktığına göre ankara’ya gidiyorsun ha?

o kumandandı konuşan 110

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

peki diğeri kimdi acaba? rütbelerine bakılırsa teğmen olduğu anlaşılıyor yusuf zaten dertliydi konuşacak birini arıyordu istanbul’dan başlayarak başından geçenleri gemide geçen saatleri her şeyi bir bir anlattı ne kadar zamandır konuşuyordu?

- merak etme yusuf kardaş ben babanı araştırır bulurum senden önce ankara’ya varacağım verdiğim adresten beni bulursun

onu teselli ederek babasını bulacağını söyleyen o sıra ankara sarıkışla’da 20. süvari alayında görevli genç bir teğmen olan Seyfettin çalbatur’muş 38

- ne diyorduk kumandanım?

diye lafa girince yarım bıraktıkları konuşmayı kendisini görünce kestiklerini anladı

- uykun gelmediyse kalabilirsin bizim için hiçbir mahsuru yok

38 Mahalli Basın Işığında, MIHI Mücadele’de Kasta­ monu ve Çevresi, Fazıl ÇİFÇİ Türkiye Diya­ net Vakfı Yayın Mat. Ve Tic. isi. Kastamonu 2006, s.104

111

Vadi ÇİÇEKLİ

konuşmasını kestiği yeri anımsayıp yeniden konuşmaya başladı:

- miralay osman beyi kastamonu ve civarını kuvva-i milliyeye katması için ali fuat paşa atamıştı ama vali padişah yanlısıymış jandarma kumandanıyla telgraf müdürünü kandırmış bizim osman bey’i tutuklatmış

kumandan lafa girdi:

- desene teğmenim - kastamonu bayağı karışmış?



- ne diyorsun kumandanım! - hem öyle bir karışmış ki - mütarekeden sonra - hayat çekilmez olmuş - sadece kastamonu’da değil - sinop’ta bir ingiliz yüzbaşı - valilik makamını basıp ingiliz bayrağını çekmekle yetinmemiş makam masasına ayaklarını uzatıp valiyi yanına kadar getirtmiş tabii ki halk galayana gelmiş

Seyfettin teğmen çok kızmış karanlıkta bile yüzünün kızardığı gözlerinin büyüdüğü seçilebiliyordu

112

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA



- inebolu’da azınlıklar işi iyice azıtmışlar sabahlara kadar içki içip boyuna nara atıyorlarmış bir gün bir gazinoda kaymakam celil beyin altındaki sandalyeyi çekip düşürecek kadar ileri gitmişler... bıçak gelip kemiğe dayanmış bir saat sonra zanbana iskelesinde toplanan şaban reis komutasındaki 41 tane bıçkın delikanlı milis iki sandala çektikleri türk bayrağını dalgalandıra dalgalandıra ve denizi yara yara: “ - ey gaziler yine yol göründü bize” türküsünü söyleyerek yarbaşına kadar çıkmışlar - ne iyi yapmışlar helal olsun yiğitlere!

dayanamamıştı kumandan kızdığı, hırsla yana çekiştirdiği bıyıklarının gerilmesinden anlaşılıyordu

- polis komiserine: “biz eşkıya değiliz milli türk kuvvetleriyiz” 39

dedikten sonra tekrar sandallarına binip genelde rumların oturduğu patriyos mahallesine giderek gözdağı vermiş bizim yiğitler...

39 “İnebolulular ansızın gelen bu milis kuvveti­ ni sevinçle bağırlarına bastılar. Polis komiseri niçin geldiklerini sordu. Dediler ki: “biz eşkıya değiliz. Milli Türk Kuvvet­ leriyiz. Düşman dretnotu varsa bizimde imanımız var. Devlet ve milletimizi tanımayan şı­marıklara varlığımızı gös­tereceğiz. Şerefimizi koru­yacağız. Haydi komiser bey siz vazifenize gidiniz ve Kay­ makam Beye de haber veriniz.” ÇİFÇİ, a.g.e. s.36

113

Vadi ÇİÇEKLİ

bir sessizlik olmuştu seyfettin teğmen birden kumandana dönerek sordu:

- bir papazdan söz ediyorlardı milleti teftiş mi ediyormuş ne!



- evet ben de duydum papaz dacat efendi derler ermeni lideri bir din adamıymış işgal kuvvetlerinin baskısıyla büyükelçi protokolü uygulayıp kendini valiye karşılatıyormuş... silahlı muhafızlar eşliğinde şehirde faytonla dolaşıyor devlet başkanı sıfatı ile çevre mutasarrıflarını geziyormuş hiçbirinin esamesi okunmuyor anadolu onlara da yar olmadı nasıl gittilerse kaçıp gittiler... sözünü kestim!.. azınlıklardan bahsediyordun

seyfettin teğmen biraz durakladıktan sonra yeniden konuşmaya başladı:

- evet azınlıklar işi azıtmıştı ama sesleri çıkmaz oldu sonra şimdi padişah yanlılarıyla uğraşıyoruz “emrime yirmi süvari alsam kuvva-i milliyecileri dağıtırım” diyen kastamonu kalem reisliği ile mevki kumandanlığına atanan binbaşı mustafa

bununla da yetinmemiş bir de yaverini çağırıp: 114

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

“padişah ve halifeye hizmet etmeyenler varsa vazifelerinden ayrılsınlar” 40 diyerek sağa sola telgraflar çektirmiş... seyfettin teğmen azınlıklardan hilafetçilerden konuşurken asıl konuşması gerekenlerden uzaklaşmıştı atanma sebebini anlatıyordu kumandana... kolordu erkanı harp reisi binbaşı halis beyin görevlendirilmek üzere kendisine verdiği mumla mühürlenmiş zarfın içinde yazılı olanlar gözlerinin önüne geldi: “16 eylül şafakla beraber Ankara’dan hareket edilecek. Çankırı Boğazı yolu ili 20. Kilometre katedilecek ve 20. Kilometreye rastlayan Değirmenler Mevkiinde zarf açılacak vazife okunacaktır. Zarfın daha evvel açılması yasaktır.” 41 sabah erkenden değirmenin dibinde zarfı açtığı günü de anımsadı kolordu emri şöyleydi: “Kolordu Kumandanlığı tarafından Kastamonu’ya Kuvva-i Milliyemizin teşkili için memuren gönderilen Miralay Osman Bey’e karşı, padişah taraftarı olan Vali, Jandarma Kumandanı ve Posta Telgraf Müdürünün teşvik ve iğfalleri üzerine, Ankara’ya ve kolordunun emirlerine isyan eden Kastamonu Piyade Alayı tarafından Osman Bey tevkif edilmiş ve Ankara ile muhabere kesilmiştir. Sür’atle Kastamonu’ya giderek adı geçenleri tevkif edecek, Osman Bey’i hapisten kurtararak, vazifesine başlamasını temin edecek ve Osman Bey’inde muvafakatini alarak tutukluları Ankara ‘ya getireceksiniz...” 42

40 Kastamonu Kalem Reisliği ve Mevki kumandanlığına ise önceden Kuvva-i Milli­ yeci iken dönen Kastamonu 58. Alay Kumandanı Binba­ şı Mustafa Bey atanmıştı. Bu değişikliğin yapıldığı gün­lerde Fırka Levazım Reisi Alay Emini Emin Bey ile Binbaşı Mustafa Bey ara­ sında geçen şu konuşma Kastamonu’daki fikir karga­ şasını özetler niteliktedir: Mustafa Bey: Şimdiye kadar hizmetinde bulunduğumuz padişah ve hükûmetten ayrılarak Kuvva-i milliyecilere katıl­ mak doğru değildir. Hem dinen hemde kanunen is­ yan etmiş sayı­lırız. Mustafa Kemal Paşa milleti daha büyük bir fela­kete sürükle­ miyor mu? Emin Bey: -Kumandan! Böyle zam­ manda ihtiyatlı konuşunuz. Ne olur ne olmaz. - İstanbul’dakiler düşman tesiri altında çalışmıyorlar mı? Mustafa Bey: -Hayır olmaz. Şimdi em­rime yirmi süvâri alsam Kuvva-i Milliyecileri dağıtırım. Pa­ dişah ve Hükûmete itaat şarttır. Mustafa Kemal’e uyanlar varsa vazifelerinde ayrılsınlar! Bu konuşmanın ardından Mustafa Bey yaverini çağı­ rarak: “Bütün Mülhakat Şubelerine telgraf yaz. Padişah ve Halifeye itaat etmeyenler varsa vazifelerinden ayrıl­ sınlar. Bu husustaki kanaat ve kararlarını telgrafla bana bildirsinler” Emrini veriyor ve şubelere şifreli telgraflar çekiliyor. Şubelerden kaça­ maklı veya istediği cevap­ ları almasına rağmen Sinop Şube Reisi Binbaşı Şevket Bey,” düşman emellerine hizmet eden bir hükûmeti



115

Vadi ÇİÇEKLİ tanımıyorum. Milletin önü­ ne düşen Mustafa Kemal Paşa’nın emrine iltihak edi­yorum ve kuvvetimle oraya gidiyorum” cevabını vererek kumandanı telaşa düşüyor. Makine başında tartışmalar oluyor. ÇİFÇİ, a.g.e. s.70 41 Ne paramız ne de tah­ sisatımızın olmadığını ve bu İtibarla da size harcı­ rah veremeyeceğimizi, bu mukaddes yurt vazifelerini hasbi olarak yapacağınızı üzülerek biliyorum. Sadece vazife esnasında ekmeğinizi temin etmek üzere Kolordu Kumandanımız size ancak beş lira tedarik edebildi. Bunu lütfen hoş görerek ka­ bul ediniz. Söyleyecek baş­ ka bir kelimem yoktur. Size vazifenizde muvaffakiyetler diler, vazifenin ehemmiyeti dolayısıyla da çok dikkatli olmanızı tavsiye ederim. Yolunuz açık olsun. Reisin bu ciddi ve nazik sözleri karşısında bir tek kelime dahi söyleyememiştim. Sanki dilim tutulmuştu. Sert bir resmi ta’zimi müteâkip sür’atle odadan çıktım alaya uğramadan evvel o günleri yaşayanların hafızalarında canlı bir abide olarak hala yaşıyan Ankara’nın meşhur Kuyulu Kahvesine gittim sakin bir köşede oturarak, cebimden zarfı çıkardım, dikkatle üzerini tetkik ettim. Mühür mumu ile kapatıl­ mış olan orta büyüklükteki zarfın üzerinde şu cümleler yazılıydı:

- teğmenim daldın gittin... istirahate çekilelim istersen



- miralay osman bey’den bahsediyorduk nasıl oldu da başka yere kaydık? onu düşünüyordum



- tıpkı memleketin hali gibi hepimizin kafası karışık! sen tamamla diyeceğini

mühürlü zarfdan ve kolordu emrinden şimdilik söz etmek istemiyordu açıklama yapmak gerekirse bunu kolordu yapmalıydı...

- demin anlattığım gibi vali, jandarma komutanı ve telgraf müdürünü kandırmış miralay osman beyi tutuklatmış bize de bunları tutuklamamız osman beyi kurtarmamız emredildi

teğmen biraz rahatlamıştı o rahatlık içinde konuşuyordu

“16 eylül şafakla beraber Ankara’dan hareket edile­ cek. Çankırı Boğazı yolu ili 20.Kilometre katedilecek ve 20. Kilometreye rastlayan Değirmenler Mevkiinde zari açılacak vazife okunacaktır. Zarfın daha evvel açılması yasaktır.” ÇİFÇİ, a.g.e. s.106

116





- mülazımevvel şevket bey meğer bize iş bırakmamış on beş-on altı eylül gecesi bölüğün başına geçerek askerlik dairesini basıp osman beyi kurtarmış... vali istanbul’da imiş! vali yardımcılarını tevkif etmiş alay kumandanını hapsetmiş...

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA



hatta miralay osman bey sabah mesaiye bile başlamış... sonra da “ankara’dan süvâri alayı geliyor!” diye balon uçurarak halkı yatıştırıp padişah yanlılarının gözünü korkutmuş ben yanımdaki kuvvetlerle şehre girince çok rahatlamış ve gururlanmıştı...

göğüs geçirdi Seyfettin teğmen o günü yeniden yaşıyordu sanki:

bana, “yalanımız sahileşti süvârilerinizle yetişerek bize nefes aldırdınız... gerideki süvâriler de şehirden dört nala geçerek kışlaya gelsinler” demişti ben de iki atlıyla haber gönderdim süvarilerimiz dört nala kışlaya geldiler sonra ortalık yatıştı haliyle makinalı tüfek takımını alarak jandarma komutanıyla telgraf müdürünü kapalı bir araba içinde zorlu bir yolculuktan sonra ankara’ya götürüp teslim ettim giderken bu hana da uğramıştım!

42 Bu küçücük kıtaya ne gibi bir vazife verilebilirdi. Niha­ yet cürmü kadar iş yapabi­ lecek olan şu takım, ancak tali derecede hiz­metler yapılabilirdi. Gerçi tarihi günler yaşadığımız yaz mevsimi içinde, Ankara Va­ lisi Muhittin Paşa’nın takibi, menfi ruh taşıyan ve Kuvayi Milllye’ye aleyhtar olan bir kısım köy ve nahiyelerdeki şüpheli şahısları tevkif ederek Ankara’da kolordu merkezine götürüp teslim etmek gibi vazifeler yap­ mıştım. Fakat bu vazifelerin ifası İçin hiçte böyle meçhul kapsamlı emirler almamış­ tım. Bu gibi düşüncelerle muayyen olan mesafeyi kat ettik ve güneşin ilk ışıkları sabah sislerini dağıtırken güneş gibi pırıl pırıl akan değirmen sularının kena­ rında yürüyüş koluna mola emrini vererek istirahata ge­tirdim, kendim de büyük bir heyecan içinde asker­ lerden ayrılarak bir ağacın altında ve titreyen ellerim­ le zarfı açtım. İçinden iki büyük eseri cedit kağıdı çıkmıştı. Bunlardan birisi vazifemi tafsilatı ile bildi­ ren kolordu emri, diğeri de uzunca bir mektubun sureti idi.

teğmen hem esniyor hem de geriye doğru geriniyordu kumandan derin bir göğüs geçirdi:

- şafak atıyor biraz uyusak iyi olacak ►

Pek tabii olarak evvela emri okudum, hulasası şu idi: “Kolordu Kumandanlığı tarafından Kastamonu’ya Kuvva-i Milliyemlz teşkili için memuren gönderilen Miralay Osman Beye karşı, padişah taraftarı olan Vali, Jandarma Kumandanı ve Posta Telgraf Müdürünün teşvik ve iğfalleri üzerine, Ankara’ya ve kolordunun emirlerine isyan eden Kastamonu Piyade Alayı tarafından Osman Bey tevkif edilmiş ve Ankara ile muhabere kesilmiştir. Sür’ atle Kastamonu’ya giderek adı geçenleri tevkif edecek,

117

Vadi ÇİÇEKLİ

o sırada hanın önünde nöbet tutan asker çavuşla dertleşiyordu:

Osman Beyi hapisten kur­ tararak, vazifesine başla­ masını temin edecek ve Os­man Beyin de muva­ fakatini alarak tutukluları Ankara’ya getireceksi­ niz... “ Kastamonu’ya emrin okun­masını müte­ akip hareket edeceksiniz ve behemehal Çerkeş üzerinden yürüye­ceksiniz. ... ÇİFÇİ, a.g.e. s.107 43 “1921-1922yılları inebolu-Ankara yolundaki taşımala­rın arttığı ve yolları tıkayacak bir hale geldiği kış aylarında bu hanlar birer kervansa­ ray halini almış, iptidâi şartlara rağmen insan ve hayvan hayatını koru­ muşlardır.” PEKER, a.g.e, s.206

118



- tekâlif-i milliye emirleri işe yaradı samsun ve amasya’daki rumlardan 2000’den fazla silah toparlanmış... çavuşum kumandana soruver kafileyi uyandıralım mı? eşkıya kalıntılarına rastlamadan ılgaz dağı’nı aşmış olurlar



- ilişme dinlensinler biraz yarın çok yorulacaklar

han imdatlarına yetişmişti gerçekten yorgunlukları biraz olsun çıkmıştı kervanlar buralara uğrarlardı anadolu’da yolları köyleri birbirine bağlayan bu hanlar yolcuların sıcak yemek yatacak yatak buldukları ve ticaret kervanlarının soluklandığı yerlerdi. 43

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

1 sabahın alaca karanlığında bulutlar hacet tepesini dönmüş devrez vadisinin üstü açılınca dökülen ilk ışık serpintileri çamlarla oynaşmaya başlamıştı dip handa camlar buğulanmış öküzler mandalar böğürüyor kağnı gıcırtısı ve hoyrat komutlar ormanın sessizliğini bozuyordu

- sişşt yusuf uyan evlat! topla şu kağıtları...

uykusundan sıçrayınca dedenin bakışlarıyla karşılaştı meğer yola çıkılacakmış... okurken uyuya kaldığı için düşürdüğü kağıtları toparladı gerinerek dışarıya çıktı dönecekleri uğurlamalıydı opluk köyünden nuriye bacıyı hatun anayı aradı bulamadı bir türlü dertleşemediği topal ibrahim göl köylü kör ahmet’te gözükmüyordu cephaneyi ılgaz köylülerine teslim edip kastamonu yoluna düşmüş olmalıydılar niye bu kadar uyuya kalmıştı ki! hasan dede musa çavuş’la kucaklaşıp helalleşmiş gidenleri köyüne uğurlamıştı... 119

Vadi ÇİÇEKLİ

değişim için gelen kağnılar cephanenin hepsini alamamış hasan dede’nin sezgileri doğruya çıkmış kastamonu kafilesinden sekiz-on kişinin daha kale han’a kadar devam edecekleri anlaşılmıştı kolbaşılık görevi artık hasan dedenindi! belli etmiyor ama verilen bu görevden bayağı gururlanmış gibiydi şimdi konuşurken kaşının üstünden etrafı şöyle bir süzüyordu... yükleme bitmek üzereydi birazdan yola çıkılacaktı önce gölgesi geçti yusufun sonra kendisi koşarak aşağı geçti nezihe kadın zor durumda kalmış öküzü boyunduruğa girmeyince yardımın gerekli olduğunu farketmişti... [bu nezihe kadın bilgisine başvurduğumuz numan oğlu 1936 doğumlu arif ergün hocanın ninesiydi dizinin dibinde dinlediklerini bize şöyle aktarmıştı: 120

“gecenin bir yarısı kurmalar köyünden çıkarak beş kağnıyla yollara dökülmüşler dip hana vardıklarında hayvanlar huysuzlanmaya başlamış öküzün biri çıkmış boyunduruktan inat edip yaklaştırmazmış yanına

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA



gençlerden biri yardıma koşmuş bu yusuf olmalıydı ! bizim köylüler de el atmış kağnıyı yola sokmuşlar

kendini kaptırmıştı lafını kesmemiştik daha doğrusu o fırsat vermemişti:

“jandarmanın da yardımıyla geceden hana indirilen cephaneyi kendi kağnılarına yüklemiş sabahın er vakti yola çıkmışlar bakmışlar ki kağnılar yokuşta zorlanır o yana bu yana devrile yata gider ve böyle giderse menzile erişemeyecekler cephaneyi sırtlarına vurmuş ılgaz dağını böyle aşmışlar dört gün içerisinde akçaköy yöresine kadar taşımış çankırı kağnılarına devir yapmışlar” ]

sorup araştırdıkça kağnıların gittiği yol daha iyi anlaşılıyor [aynı gün içinde ninesinin cephane çektiği bir torunla daha karşılaşıyoruz! onun da anlatacakları var adı numan yumrutaş ali oğlu 1938 doğumlu Ilgaz’ın kazancı köyünden ninesi, hüsükgil’lerden gülsüm kadınmış sormaya fırsat bırakmadan bildiklerini anlatıyor: 121

Vadi ÇİÇEKLİ

- “gülsüm nine çok sertbirgadındı cephaneye gitme sırasının kendisine geldiği bildirilince lafı ikiletmemiş kalkmış ayağa yün dolağı sarmış bacağına” - dolak ne ? -“çorabı dutsun diye üzerine doladıkları guşak” (lafını kestiğimiz için sesi sertleşmişti... susmuştuk)

- “sırtına vurmuş saltasını sargıyı beline dolamış (salta ne ola ki?) çekip çıkarmış gağnısını tarladan öküzleri koşmuş düşmüş yollara... göylüsüne yolda gavuşmuş goca ılgaz dağını bi günde aşmışlar diphana ulaşmışlar... gastamonu gafilesinin getirdiği cephaneyi sabah vakti hep birlikte yükleyip ılgaz dağına sarmışlar ninemin yakın göylüsü nezihe abla da gelmiş sevkiyata yokuşlarda sırtlarında daşımış galecik’e kadar ulaştırmışlar...

rastlantıysa bu kadar olurdu! onlar da şaşmıştı bu işe

122

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

85 yıl sonra aynı kafilede giden ninelerini şimdi buluşturuyordu torunlar... ... ılgaz dağı çok yaman yokuşu vermiyor aman çıktıkça uzaklaşıyor mu ne? rampada toprak ağlıyor rüzgar yön değiştiriyordu böyle yokuş çıkılmazdı indirdiler çocukları kağnılardan bebeleri alıp sırtlarına vurdular mermileri kucaklarına aldılar sedyelik olana kadar damarı tutan keçi gibi düşene kadar elden ayaktan elleriyle, tırnaklarıyla, omuzlarıyla ha babam ılgaz’ın yokuşuna dayandılar... gönyesi kaymış menteşesini zorlayan metruk bir bahçe kapısı susuz kalmış değirmen gibi nasıl gıcırdayıp salınırsa rüzgarda kağnı tekerleri de aynı öyle bir o yana bir bu yana yalpalıyor gıcırdayıp gidiyordu yazıda birden karıştı gökyüzü! bulutlar tası tarağı toplamış ılgaz’dan aşağı hızla iniyor... gelen yağmur olabilir ama bir gelen daha var (..!) evet, bu kağnıların sesidir! uzaktan yakına dağdan taşa 123

Vadi ÇİÇEKLİ

bata çıka yayan yapıldak sanki bir destan kağnı tekerlerinden tek tek notalara dökülüyor: ya istiklal... ya ölüm! ya istiklal... ya ölüm! yaya gidiliyor istiklale kağnılarla katırlarla gidiliyor “it ürür kervan yürür”denmiştir... hoşt oradan esaret! biraz daha cesaret biraz daha’sı yok artık bunun hoşsun ya istiklal!.. geldinse ya ölüm... türkülerle geldin hoş geldin!

124

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

2 ölüm hoş gelmişti ama sefâ getirmemişti... aman vermiyordu yokuşu ılgaz’ın yusuf baştan ayağa tere batmıştı ‘ya aralık ayında olsaydık kar yağsa bir de tipi vursa acaba ne olurdu halimiz? ne olacak... anca katırlar çıkardı bu yolu...’ diyerek yokuş çıkarken bir katır kafilesi yanlarından geçmesin mi? öylece baka kaldı arkalarından... dip han’da kafileye eklenen kıyısın’ın bu gözü pek adama hendek atlatan dağdan bayırdan yılmayan bıçkın nakliyecilerin katırları yolda kalan kağnıların yüklerini yokuşta alarak düzlükte vermek için traversleri zorlayarak devrile giden bir trenin katarları gibi peşi peşine ip gibi dizilip gidiyorlardı... yokuş yukarı çıkarken zorlanan nezihe abla ile gülsüm ninenin çaresizliğini gören katırcılar 125

Vadi ÇİÇEKLİ

kağnıların yanında eyleşip öküzleri kenara aldılar sıra yükleri aktarmaya gelmişti cephane katırlara yüklenirken öküzler de soluk alıp rahatlamış kadınlar bir kenarda konuşmaya bile başlamışlardı:

- gız nezihe abla... pek acıktım içim gurulduyo ne zaman eğleşcez acep?



- öldün mü gız! bi lokma ative ağzına... ne bilem ben herhal derbent’de durular...

derbent sırtlarından aşağıda köknarların ayak ucunda bir karış boylarıyla çam filizleri sallanıyordu rüzgarda çürüyerek kabarmış toprağı ve yosunuyla yasaya gelmiş börtü böceğlyle orman burada da ormanlığını yapıyor çoğalmanın çaresine bakıyordu üzerindeki kar yığınlarının uzun süren ve gittikçe ağırlaşan misafirliğinden bıkan köknarların dalları dayanamayıp ardı ardına kırılıvermiş cazcavlak çıkan gövdelerden geriye hayata küsmüş dal uçları kalmış onlar da birer merdiven gibi gelip göğe dayanmış: 126

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

‘hadi gelin de çıkın çıkablliyorsanız?!’ diyorlar gelin de çıkın diyen ve kimisi yana devrilen köknarların biraz daha yol gidince niyetleri mi değişti? şimdi: ‘hayır olmaz böyle buyurun!?’ dedikleri bir yerdi burası... burası dağı inerken sağda kalan derbent jandarma barınağıydı... birden kafile durmuş bir jandarma eri koşarak gelmişti:

- hoş geldiniz anam bacım biraz oturup soluk alın biz de sayım yapalım

dip han’dan sonra devamlı yokuş çıkarak ancak 6 km. yol alınmış sayım yapılırken millet biraz soluk almıştı yusuf başını kaldırmış yamaçlara bakıyor paldır-küldür inecekmiş gibi duran göğe dayanmış çamların altında eşkıya pusuya yatabilir miydi? köyüne geri dönmeyip yeni kafileyle yola devam eden 127

Vadi ÇİÇEKLİ

kuzyaka’lı karaoğul mehmet verilen molada taşa çökmüş yönünü köyüne dönmüş kafasını iki yana sallayıp mırıldanıp duruyordu bir sevda türküsüydü bu... kadınları bir telaş almıştı yanlarında mı getirmişlerdi yüzlerine gözlerine yanmış odunun tozunu ziftini rasgele sürüyorlardı yusuf bir anlam verememişti buna hasan dede görmüştü olanları

- ne yapıyo bunlar?



- ne yapsınlar ay oğul çikinleşiyola görmüyon mu? eşkıya pis gördü mü ilişmezmiş!

anlıyordu yusuf ama şunu anlamıyordu: memleket savaşın içindeyken erkekleri cephede olan bu kadınlara kendileri cepheden kaçan bu eşkıya nasıl olur da ve hangi akla hizmetle?! gerisini hasan dede yusuf’un aklından geçenleri sanki bilmiş gibi dile getirdi: 128

- sakata ayrılan hava değişimine gelen askerlerden işitiyoruz olan bitenleri... yunan’ın başı boş çapulcu askerleri de köylerde gadınları erkeklerden ayırarak türlü rezalet çıhartıyormuş...

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

birden kesti konuşmasını tiksintiyi dile getiren okkalı bir tükürüğü bayır aşağı fırlattı...

- cephe gerisi burası yol emindir deyi buradan gönderiyorlar cephaneyi... ama ne halt idicen yusuf düşmana reva görmediğimiz işleri bu soysuzlar reva görüyorlar gadınlara bunların topunun Allah belasını vere!

sayım için uzatılan mola bitmiş muhafızlar önde yola çıkılmıştı bu sefer bayır aşağı gidilecekti kuzyaka’lı kalktı oturduğu taştan tabakasını yeleğinin cebine koyarken son kez bakıyormuş gibi tepelere takıldı gözleri “işin sonu selamet” dedi usulca ılgaz’ın yaşlı köylülerinden ali dayı, yusuf’la sohbete dalmış çanakkale’de şehit düşen oğlunu torunlarını anlatıp duruyordu adam kalmamış köylerde kalanlarsa çocuklar yaşlılar ve hava değişimine gelen edermiş askerlik çağı gelmemiş gençler çift çubuk işleriyle uğraşırlarmış ali dayı sohbeti kesti eliyle bir yeri gösteriyordu: 129

Vadi ÇİÇEKLİ



- iyi bak delikanlı! aha bunnar var ya garınca depesi başka bir yirde göremen bunları sen

yusuf bir anlam verememiş köknarların altına doğru yanaşmış meraklı bakışlarla inceliyordu daha önce hiç görmemiş kimseden de duymamıştı. yüksekliği bir metreyi bulan kümbet gibi bir tepeciğin üzerinde binlerce karınca nasıl da geziniyorlar! (ormana zarar veren haşaratı kışın yemek üzere üst üste yığan ve yığdığı tepe evlerde yaşayıp giden karınca kadar eski ormanı ayakta tutan karınca kolonisiydi bunlar)

- yahu bunlar da tıpkı bizim gibi mühimmat çekiyorlar...

diyerek izlemeye dalmıştı ki:

- evlat tiz gel!

hasan dedeydi çağıran karıncaları bırakıp koştu dede yusuf’u beklemeden ormana dalıp kaybolup gitmişti... biraz sonra ormanın alt ucundan şalvarı tumanı toplayarak çıktı 130

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

yusuf gülmesine gülecek de zor tutuyor kendini... dede fark etmiş umurumda değilmiş gibi yapıyor yusuf hariç herkesle selamlaşıyordu... birden tilkiyi anımsadı bu nasıl olurdu? baktığı yerde görmüştü onu! kendinden başka gören de olmamıştı dedeye dönüp biraz da alaycı sırıtarak

- bende ormana gidiyom

gibisinden söylenmeye kalkınca: - gidiyosan git ormanın bi tarafa gittiği yoh! dedi mi... der gibi mi yaptı? yusuf ormana dalmış tilkiyi aramaya başlamıştı … kafile bayır aşağı çomar köyünü geçmiş yorgun argın yenice köyüne girmişti yamaçtaki handa kimseler gözükmüyordu kenarda tekeri kırık kağnılar vardı yalnızca hava kararmış tepelere bulutlar toplanmıştı hasan dede kafile sonuna doğru olanca sesiyle bağırdı:

131

Vadi ÇİÇEKLİ



- yenicehan’da molaaa! değişim gale han’da yapılacah ona göre elinizi çabuh dutun bacılar

kağnılar hana doğru yanaştı kadınlar ve çocuklar dağıldılar yaşlı iki dede abdest için kollarını sıvamağa başlamıştı verilen kısa molalardan biriydi yarım saat içinde yola çıkılmıştı hacet tepe’nln eteklerinden çıkan gökçay kazancı yatağında nazlı nazlı akarken devrez’de suyunu artıracaktı o sırada kafile gülsüm kadının köyü kazancı eteklerinden geçiyordu... birden bir cesaret geldi gülsüm kadına kağnıyı nezihe bacıya bırakıp köyüne doğru yöneldi nefes nefese çıktı yokuşu duvar dibinde yakılmayı bekleyen ağaç köklerini ve tandırı geçti kapıyı ittiği gibi içeri girdi evi bıraktığı gibi duruyor... hem kim ne yapacaktı ki! bir solukta kilerin altını üstüne getirmişti koşarak kafileye yetiştiğinde nefes nefeseydi eline doladığı çıkında soğan ve kül çöreği taşıyordu nezihe kadınla diğer kadınlar 132

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

bu işe pek sevinmişe benziyor... açıktan kaş göz işmârı yaparak bir tutam vermesi için çıkışıyorlar vermesine verecek de kıymete bindi ya kendince nazlanıyor:

- tadımlık getidim anam bacım... az durun hele! yamaçta bir başına duran musaköy hanı yanı başından yorgunca geçen ve kendisine yönelmeyen bu kafileye küsmüş gibi arkasını dönmüştü...

(seneler geçtikten sonra bu han enaryosunu tank dursun k.nın yazdığı osman f. seden’in rejisörlüğünü yaptığı eşref kolçak ve sadri alışık’ın oynadıkları ‘düşman yolları kesti’ filminde set gibi kullanılacak köylü figüran olarak kağnılar köyden çıkarken kamerada yerlerini alacaklardı...)

133

Vadi ÇİÇEKLİ

3 üç saat kadar yol alınmış yolun altında kaldığı için karşıdan tek katmış gibi duran altı depo ve ahır olarak kullanılan katırcı halil ağa’nın işlettiği kale han’a varılmıştı

- lütfü gardaş nassın?



- iyiyiz gardaşlar... gözümüz ipiydir yoldaydı hoş gelmişiniz buyrun giçin hele!



- ayakta dinelip durmayın ahıra yanaştırın hayvanları!

son konuşan kolbaşı hasan dede ‘kafile benden sorulur’ edası içinde yanaşacakları yeri eliyle gösteriyordu kafilede yusuf’un dışında herkes birkaç sefer buraya gelmiş gitmiş hal hatır sormalarından anlaşılıyordu han çalışanları yardıma koştu hayvanlar ahıra alındı yirmi kadar kağnıyla üç beş araba sabahtan köylerden çıkıp gelmiş hayvanları ahırda kağnılar dışarıda değişim için sıraya geçmişlerdi dedenin aklı pek yatmamıştı yusuf’a söyleniyordu: 134

- bu gadar araba yitmez getirdiğimiz cephane nolacah?

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA



- ağzına keşkeh emşerim! buraya yahın köylerden on dört gağnı daha yola çıhmış...

bu konuşan kale han’ın sahibi katır ağası olarak da bilinen o meşhur halil ağa’ydı

- birazdan burada olurlar olmazsa depoya galdırırız sen gönlügü ferah dut yiter ki cepane gelsin...

kısa boylu saçlarına kır düşmüş hafiften sakallı yerinde duramayan mukallit gün görmüş bir adam etrafında illâki birileri oluyor o da onları işe koşturuyordu halil ağa’nın seferberlikten önceleri de 110 katırıyla nakliye yaptığı söyleniyor... buğday fasulye ve kereste gibi tüccar malını şehirden şehire taşımış harpte boş durmamış adapazarı-çerkeş üzerinden ankara’ya cephane ulaştırmış istanbul’dan ankara’ya geçen yurtseverlere kılavuzluk etmiş yaralarını sarmış sofralarını açmış şu sıralarda katırları inebolu’ya cephane sevkıyatı için gidiyordu 44 dedeye laf yetiştirmeyi bırakıp kapı önündeki hizmetkara seslendi:

44 “Bunlar Anadolu-An­ kara belkemiğinin bihalkası olup isletenle­ rin gerekti­ğinde şahsi yardımları da olmuş­ tur. Şehit ailelerin­den ve yaralılardan para almamışlardır...” BAŞBUĞ, a.g.e., s.88

135

Vadi ÇİÇEKLİ



- şu hayvanları içeri alın yimini neyini eksik itmeyin salak gibi orta yirde dinelmeyin bacılara yol verin de geçsinler yav!

kadınlar kucaktaki çocuklar ev halkının gündelik kullandığı yan bölümdeki odaya alındılar ağa gören görmeyen ayırmadan önüne çıkan herkese soruyordu:

- hafız memet geldi mi?

sofra bezleri serilmiş siniler konulmuş ekmekler dağıtılmış çorba bekleniyordu hepsi de yorgunluktan perişan haldeydi bazlamanın ucundan yemeye başlamışlardı sofrayı böyle kalabalık görünce yusuf’un aklına dayısı gelmişti komşu köye gittikleri günü anımsadı sofra açılmış önlerine yemek konmuştu dayısının fısıldadıkları hala kulaklarında:

- derviş gısmı böyledir kalkıp nere gitse ekmeğini kırık yatağını şerik bulur...

çorba gelince kaşıklar çalışmaya başlamış çok geçmeden kasenin dibi görünmüştü avludan yanık bir türkü duyuluyordu: 136

- eğil dağlar eğil üstünden aşam yeni talim çıkmış varam alışam ölmeden yarime bir dahi kavuşam ...

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

yemekler yenilmiş sofra toplanmış yataklar serilmiş yorgan bırakılmıştı yatağı beklemeden yere kıvrılanlar çoktan uykuya varmışlardı yarın erken kalkılacak koca indağı aşılacaktı gün yorgun geçeceğe benziyordu horultular kaşıntılar odayı kaplamıştı yusuf yorganı çekiştirerek gaz lambasına doğru yanaştı epey zamandır okumak istediği tomar kağıtlar cebinde buruşmuştu çıkartıp işaretlediği yeri buldu kısık ışık altında kaşına kaşına mırıldanarak okumaya başladı: “...bu sırada hava kararıyor, memleketin gürültüleri sukunetyâb olmaya başlıyordu, ibrahim Çavuş namında birinin kahvesinde oturmuş derin bir teessüre zebun olmuştum. otele geldiğimde saat alafranga 09.00 idi 11kanun-ı sani 337 salı inebolu Güneş, maşrığın bulutları arasından çıkarken uyanmıştım. Bir aheng-i mahsus ile akmakta bulunan derenin beyaz köpüklerini seyrediyor... ve kanatlarını tahrik ederek mesudâne uçuşan bir çok kuşlar görüyordum. Saat dokuz buçuğa geliyordu. Ankara Dahiliye Vekâleti’nin emri olmaksızın hiçbir kimseye dahile seyahate müsaade edilmediğinden telgraf keşidesi icap ediyordu. On iki kelimelik bir telgrafnâme keşide ederek müsaade istedim... acaba cevap ne zaman gelecek?” (telgrafı kendi çektirmiş... Ankara tarafından görevlendirilmiş bir memur olmalı diye düşündü) silik yazıyı seçmekte güçlük çekiyor satır atlayarak okumayı sürdürüyordu 137

Vadi ÇİÇEKLİ

gözleri kızarmağa başlamıştı hafifçe yana doğru kaykıldı tomar kağıtlar elinden kayıp düştüler derin bir uykuya daldı … handa çalışanlardan mülayim köylü ağacık’lı ismail sinirlenmiş ahırda bas bas bağırıyor:

- gice gelen katırları niye ahıra gomadınız?

halil ağa erken kalkmış ahırdan onun da sesi geliyor:

- bağırıp durma ulan! hafız memet geldi mi?

hafız memet ılgaz’da oturur çarşı camisinin imamlığını yapardı mesleği nalbantlık olduğundan günün çoğunu kale handa geçirir yolcuların hayvanlarını nallar cephane getiren katırların öküzlerin yaralarını tımarlardı kısadan kır sakallı avurtları içine çökük becerikli ve eline çabuk hiçbir şeyi merak edinmeyen kolay kolay konuşmayan konuştuğunda da dedikleri pek anlaşılmayan bir adam...

138

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA



- geldim halil ağa!

diyerek birden ahıra girdi peşinden yusuf’da girmiş bağırtıyı merak etmişti nalbant lafı uzatmak istemiyordu doğruca kapı girişindeki köşesine yönelmişti çabasıyla dükkana çevirmişti burayı kendince ufak bir tezgah yapmış duvarlarını kireçleyerek takım aletleriyle donatmıştı katır ısırmasın diye çenesine takılan tahta kıskacı tezgahın kenarına itti dün gece mengenede bıraktığı katır nalını incelerken yusuf’a doğru sertçe ‘sen de nereden çıktın’ imasıyla bakarak duvarda asılı duran önlüğü boynundan geçirdi yusuf kalktığında kimseyi görememiş okuduğu kağıtları yerde görerek dürüp cebine koymuştu bağırtıyı merak etmiş koşarak ahıra girmişti yoksa çıkıp gitmeli miydi? sevkiyat zor şartlarda yapılıyordu kafileler hana gelene kadar kağnılar kağnılıktan hayvanlar hayvanlıktan çıkıyor bozulan arabalar tamire 139

Vadi ÇİÇEKLİ

hayvanlar bakıma alınıyordu aslında emir gereği hanlarda nalbant bulunması da gerekiyordu. 45 köylerden toplanan arabaların yollarda değişmemesi için sahiplerine verilen numaralar arabalara kızgın demirle dağlanmış sevkıyatın bir disiplin içinde gitmesi için kaymakamlıklarca sıkı önlemler alınmıştı nalbant memet emeğini esirgemiyor yeni kafile geldiğinde koşup yetişiyordu bugün geciktiği için bu kargaşa yaşanmıştı ağacık’lı ismail halil ağa’nın has adamıydı seferberlik öncesi tüccar malı çekmişlerdi savaş uzayınca nakliye işi de azalmış adapazın’na iş çıkınca malı yıktıktan sonra ankara’ya ulaşmak İsteyen vatanseverlere yardım etmişler malzemelerini taşımışlardı şimdi kale han’da sürüyordu ahbaplıkları -tamam ismail uzun etme... bir ihmaldir olmuş işte halil ağa ismail’in koluna girmiş yusuf’la nalbantı ahırda bırakıp söylenerek dışarı çıkmışlardı 45 “...eşkal tespit edebi­ lecek nalbant bulundu­ rulmalı ve tanzim edilen mazbata içinde eşkalin kimin tarafından tespiti defter edildiği kaydolunmalıdır. PEKER,a.g.e,s.266-267

140

yusuf’un dayısı da nalbanttı onu izlemekten büyük zevk alır birlikte mıh çakar tırnağa yatırırlardı aslında kovsalar bile gitmezdi nalbant memet’i seyrediyordu -gardaş öküz topallıyo şuna bir bahıve...

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

bunları söyleyen ılgaz’lı genç bir gelin birden selamsız sabahsız ahırdan içeri dalıvermişti

- bakarız bacı bırak şuraya bir ara gelip alırsın



- acelem var hoca... köye dönmem ilazım

nalbant öküzün yanına geldi topallayan ayağı büküp inceledi tamam... gibisinden başını salladı kadın gittikten sonra elindeki kerpeteni tezgâha bıraktı duvarda asılı duran urganı aldı içeri giren öküzün beline attı sırtıyla yüklenip yere yatırdı duvar dibindeki bir sopayı vermesi için işaret ediyor! yusuf kendine iş düştüğü için sevinmişti nalbanta doğru sopayı dikkatlice uzattı ayaklarının arasından geçirip bağladılar aslında lütfü bulanık yardım ederdi hâfız mehmet’e o sırada handa olmaması yusuf’un işine yaramışa benziyor... çatal ağaçla öküzün hasta ayağını kaldırdı muayene kerpeteniyle şişen ayağı sıkınca hayvan aniden acıdan hoplayıverdi iltihap kapan yer bulunmuştu... nalbant bıçağı vurup orayı kanattı 141

Vadi ÇİÇEKLİ

kan kesilince dikkatlice yarayı yıkayıp yerdeki kutudan çıkardığı keçe parçasını yaranın üzerine kapayarak nalladı sıra diğer ayaklara gelmişti her ayağı çatal ağaçla kaldırarak tırnakların içini sındıraçla yontuyor ayaklara uygun bulduğu nalları şöyle bir törpüden geçiriyor mıhla çakarak tırnağa yatırıyordu

- duydum ki ankara hükûmeti bir nalbant okulu açacakmış...

yusuf oldukça heyecanlanmıştı bunu gizlemeyi de beceremiyordu çekine çekine sordu:

- nerde açılacakmış usta



- konya’da diye işittim

nalbant memet’in de ağzından laf almak ne kadar zordu

142



- memlekette nalbant yok mu? niye gerek duydular ki:



- istanbul’da yetişmişin evlat taşranın durumunu bilmiyon sen... bizimkiler sahaplanmadığı için bu nalbantlık işini şehirde rumlar ve ermeniler yapardı onlar da memleketi terk itti

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

süvarinin atını kim nallayacak? bunun okulunu açmak lazım hem de vakit geçirmeden... atatürk bu açığı fark ettiği için önce nalbantlık kursları açtırmıştı bunu, hafız memet’in sözünü ettiği nalbantlık okulunun açılışı izleyecekti 46

- kime gitsek memet usta ne yapmak lazım sen biliyon mu ?



- ankara’da sarı kışlaya varınca soracak birini nasılsa bulusun ankara’ya gidicen değil mi?



- evet... diyebildi

hayatı nereye doğru yönlenecek şimdi daha iyi biliyordu içi içine sığmıyor yerinde duramıyordu dükkandan dışarı çıkarken nallanacak bir katır daha getirmişlerdi bir subay cephane yığdıkları depo önünde ayaküstü halil ağayla konuşuyordu:

- ankara çok karışık ağa... askere yeni katılanlar talimgahdan geçiriliyor susuzluk var sıtma var... hastaneler yaralı dolu

46 Büyük taarruz öncesi, 1921’de, Konya. Nalbant­ lık Okulunu ziyaret eden Rus Elçisi S.İ. Aralov an­ latıyor: Mustafa Kemal bana dö­ nerek: şimdi sizinle çok iyi bir iş yapacağız, dedi. Kalkıp bir başka okula, nalbantlık okuluna gide­ ceğiz! Oraya gitmeye söz verdim. Bugün okul ilk Türk Nalbantlarını mezun ediyor. Şimdi size mese­ leyi anlatacağım. Nalbantlık okulu ne­ dir? Mustafa Kemal, heyecan­la bunu anlat­ maya başla­dı: “0 devirde Anadolu’da, Türkler ara­ sında nalbant bulunma­ ması tuhaf gö­rülecektir. Atları, Rum, Ermeni gibi sanatkarlar nallıyorlarmış. Şimdi Rumlar Türkler­ le savaş halindeydiler. Ermenilerle de dostluk ilişkileri kalmamıştı. Kötü, cahil nalbantlar atları sa­ kat ediyorlardı. Bu durum karşısında, orduda kısa süreli nalbantlık kursları açılmıştı” YAVİ, a.ge. s.205-206

143

Vadi ÇİÇEKLİ

komutan çok dertliydi iyi ki ağaya rastgelmiştl:

- doktorlar, gazeteciler, tüccarlar yollara düşmüş geliyorlar istanbul’dan kaçan kaçana aslında hepsine gerek var öğretmenler meclise alınmış zabıt kâtipliği yapıyor okullarda ders veriyor...

cephaneyi zamanında gönderememişti bunun sıkıntısı yüzüne yansıyordu ama konuşmadan da edemiyor ağaya konuşma fırsatı vermiyordu:

- diyeceğim o ki ağa gidip gördüm ankara’nın da buradan bir farkı yok! millî mücadele için gelenler bu handa yattıkları gibi yerde sırt sırta verip aynı yastığa baş koyuyorlar

bir çocuk çekine çekine yanlarına kadar gelmiş sözlerini kesmek istemiyor ama diyeceklerini hemen demeliymiş gibi olduğu yerde debelenip duruyordu halli ağa sıkıntıyı anlamıştı:

- ne var oğlum? çabuk deyive ne diyeceysen



- öküzlerden biri hasta biri de topallayıp duruyo...

144

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

- tamam sen git geliyom ben binbaşı sonunda halil ağaya sıkıntısını söyleyiverdi: - cephane yığıldı kaldı 47 pontus çete bozuntuları buralarda gezip duruyormuş şunları bir sevk edebilseydik! - telaş etme gomutan gelenlerle buradakileri birleştiririz gastamonu’dan gelenleri de göndermeyiz çankırı’ya kadar gldiversinler artık bu öneri sıkıntı yaratacaksa da binbaşının içini rahatlatıvermişti niye olmasındı? gelenlerin yolunu biraz daha uzatıverirlerdi... içi biraz rahatladı ya sıra başka bir soruna gelmişti - hava değişimi için köyüne yolladığımız eratın dediklerini sen de duydun ağa cephede göğüs göğüse gelindiğinde süngüsüz tüfekle savaşıyormuş bizimkiler 48 - içim yanıyor benim de süngüsünü ...na sohduğumun düşmanı gomutan kötü gonuştuma şimdi beni.. - gelen malzemenin içine baktım yirmiye yakın süngüyle kama var hiç değilse bunları göndereceğiz artık uydurup taksınlar...

47 “15 Nisan 1921 - 25 Temmuz 1921 tarihleri arasında: ... İnebolu’dan Ankara’ya: 20 ton silah, 636 ton cephane... 25 Temmuz - 1 0 Ekim 1921 döneminde:... İnebolu’dan Ankara ‘ya: 22,5 ton silah, 930 ton cephane nakledilmiştir .... Yukarıda belirtilen silah ve cephanelerin dı­ şında asgari onlar kadar teçhizat ve diğer harp malzemesi ile yiyecek ve hayvan ye­minin de taşın­ dığı gözden uzak tutula­ malıdır.” BAŞBUĞ, a.g.e., s.88 48 ”... Cephelerden gelen ha­berler acıydı. Süngü­ süz tü­fekle savaşıldığı, hatta bu tüfeklerin nö­ betlerde bile kullanıldığı öğrenilmişti!.. Erol MÜTERCİM LEB., Onlar Bizim için Öldüler (Bu Va­tan Böyle Kurtul­ du). Alfa yayınları 8. Bas­ kı, istanbul. 2005

145

Vadi ÇİÇEKLİ

4 halil ağa’nın hanımı nereden tanıdığını bir türlü çıkartamadığı bir kadına dikkatlice bakıyordu:

- gız sen o değilmin ?!.. neydi bu garibin adı Allah’ım..? ben iyice bunadım herhal.!

yanığın emine bir koşu nefes nefese geldi yanına

- sus fatı (fethiye) kadın sus!.. hanı ayağa galdırma evet... gışın bu handa doğuran bendim ben, yanığın emine...

fatı kadın hayretler içinde gözlerine inanamıyor... düş mü bu?

- köyde adam galmadı ne idiyim galktım bi daha yollara düştüm torununu da getirividim yanımda

halil ağanın ilk hanımı fatı kadına neler oluyor? sabah güneşinin şavkı gözüne değdiği gibi ani bir baş dönmesiyle geçmişe gidivermişti o şimdi 146

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

geçtiğimiz kış gününü yaşıyor... ... dağ taş her yer karla kaplı... kale han’da bir ilk yaşanıyor seyislerden biri haberi uçuruyor:

- halil ağa... halil ağa... gadınlardan biri doğurdu.

halil ağa şaşkın boş gözlerle bakıyor seyise:

- ne doğurmuş ulan! mekeresini bilmem ne yaptığım... kim doğurmuş, nerede doğurmuş?

seyis önde sekerek misafir odasına götürüyorağayı fatı kadın onları kapı ağzında karşılıyor:

- merak idecek bir şey yok ağa... kestim göbeği tüküdüm ağzına ilk suyunu döktüm bi güzel yudum yıkadım şadım samaladım çarşafa vidim anasının goynuna nasssıl da güzel bebe dime gitsin...

ağa şaşkınlığını atamamış hırsını seyisten çıkartacak ama bulamıyor onu! ‘uyanık kerata... kayboldu... ne çabuk kapmış huyumu!’ diye kurnazca sırıtıyordu: 147

Vadi ÇİÇEKLİ



- gebe kadını niye gatarsınız yola? gizim sende hiç mi ahıl yok!

… fatı kadın yavaş yavaş şimdiye geri dönüyor... hanın önünde rastladığı yanığın emine’nin elini sıkı sıkı tutmuş:

- gız emine Allah cezanı vimeye... bi yıl geriye düştüm gız! Allah’ım ahlıma şahap ol...



- didiğim gibi fatı ana köyde iş bize düştü geldük geleceğiz elbet gün bu gündür erimize cephede mermi gerekme mii?

fatı ana önde emine arkada kadınlar bölümüne girdiler emine çocuğunu emzirmeğe başlamıştı koşturarak yemek sinisi getirmişlerdi yemek çabucak yenmeliydi bir kafile daha gelebilirdi yusuf, nalbantın yanından ayrılmış hanın kuzey tarafına doğru yürüyerek böğürtlen ve karamıkların arasından bir tepenin yamacına doğru gelmişti ağustos güneşi sabahın mahmurluğundan sıyrılmış tepelerden aşağı toprağı ısıtmaya başlamıştı artık kararını vermişti konya’ya gidecekti nalbant okulunu bitirmeye azmetmişti 148

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

sonrası kolaydı... dayısının yanına istanbul’a usta olarak dönerdi çayır çimenle oynaşan sabah güneşi yalnızca fatı kadınla yetinmemiş yusuf’a da yapacağını yapmış kaldırıp üsküdar’a atmıştı! sarı saçlı göçmen kızını anımsadı sabahın er vaktinde böyle nereye giderdi? yanaklarını örtmeyen feracesini savurarak arkasını dönüp niye öyle kıkır kıkır gülerdi? peşine takılsa mıydı... yavuklusu var mıydı? hafta da 360 kuruşa tütüne giden dakka başı öksürük krizine giren arkadaşı kerim de yoktu yanında birbirine bitişik ömür tüketen ahşap evlerin avlu köşeleri esnaf kahvesi önlerinde yan gelip oturanlar dalgalı vapur iskelesi çok uzaklarda kalmıştı şimdi bu bakımsız akasyanın altında dilinin ucuna kadar gelen türküyü bu manzaraya kurban etmemek için oturmasına izin vermeyen bu ne kokar ne bulaşır yıkılmaya yüz tutmuş bahçe duvarı önünde nöbette gibi durmaktansa hana dönmeyi yeğledi bu sırada cendere köyünden ömer çavuş jandarmaya haber salmış 149

Vadi ÇİÇEKLİ

sevkiyata katılmak için köyden geleceğini bildirmişti... sevkiyat sırasında hastalanmış izin alarak köyüne sapmıştı komşularıyla birlikte olup mermileri yüklüğe istif etmişlerdi yeni bir sevkiyat çıkınca ‘nasıl olsa haber uçururlar köyden erkenden çıkar yolda kafileye kavuşurum...’ diye hesabını yapmıştı

49 “İnebolu Nokta Kuman­ danlığı’ndan ellerine verilen liste ve sevk pusu­ lalarında hareket tarihleri belli ve mesafeler muay­ yen idiyse de ya arabacı­ ların veya hayvanlarının hastalığı yüzünden hakiki gecikmelerde oluyor ve bu mazeretlerin tepsitine imkân bulunmuyordu.” PEKER, a.g.e, s.265

150

cephanenin şevki kolay olmuyor böylesi aksamalar yüzünden kafileden kopmalar yaşanıyordu bilinen bir şeydi kafile halinde gidilirken köyünün yakınından geçenler hemen köylerinin yoluna sapıyorlar arabadaki silahları ve mühimmatı köylünün yardımıyla evlerinin damına çıkartıyor veya yüklüğe saklıyorlardı... cephaneyi getiren hastalandıysa yerine gelini veya oğlu geçiyor gecikmeli çıktıkları için ya yolda yetişiyorlar ya da geçmekte olan başka bir kafileye ekleniyorlar.. sevk pusulaları sayımda eksik çıkıyor cephe için gereken miktarda sevkiyat bu yüzden anında sağlanamıyordu. 49 yanığın emine emzirmeyi bitirmiş çocuğu sırtına vurmuş kağnısını bulmuştu o sırada yusuf hasan dedeyle helalleşiyordu:

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA



- evlat gararını virmişin sen gonya’ya gidiyon deel mi?

‘şu hasan dede nereden duymuştu olanları? kalkıp ne diyecekti şimdi ona...’

- sen de kararını vermişin küre’ye dönüyomuşun



- doğru diyolar... bütün köy hele bizim ihtiyar bi merak itmiştir... tarlaya ne ektile torun İyileşti mi? ben de merak idiyom doğrusu yolun açık olsun, sen nassa bi yol arkadaşı bulun gendine

‘senin gibisini bulamam’ diyecekti daha başka şeyler de diyecekti

- senin de yolun açık olsun hasan dedem! diyebildi

dedenin yanından henüz ayrılmıştı ki ikiçay’da rastladığı katırcılardan şakir ağa’yı uzaktan tanıyıverdi oğlu mehmet ve koca çavuş peşi sıra geliyorlardı! mehmet konuştukça işler iyice anlaşıldı... küre dağlarında bir yerde kestirmeden geçip gitmişler katırlar kağnılardan daha hızlı ve sapadan gittikleri için 151

Vadi ÇİÇEKLİ

kastamonu’da cephaneyi yıkıp ikiçay’a hızla geri dönmüşler bir daha cephane yüklemişler! bu sefer ankara’ya kadar gideceklermiş anlattıkları yusuf’un aklına yatmıştı:

- herhalde hanın birinde eyleşmiştik geçtiğinizi göremedik...

kale han’a yeni katırcılar gelmiş şakir ağa’yla koca yusuf’un yedeğinde getirdiklerini de eklenince neredeyse yeni bir katır kolu oluşmuş binbaşı ne kadar sevinmiştir...

- aha! ömer emmi de gavuştu emmiii bu yana dolan!

kağnı kolundaki çocukluktan yeni çıkan gençlerden birinin cırtlak sesiydi bu cendere köylü ömer’i çağırıyordu tam zamanında yetişmişti yusuf, dönecek olan kağnılarla helallik için beklemek istemedi hasan dedeyi bir daha görürse kendini tutamayacağından korktu kağnılar ağır ve güç ilerliyordu mehmet’le gitmek zevkli olabilirdi katır koluna katılmaya karar verdi katırları doksanı bulan kafile birazdan yola çıkacaktı

152

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

5 katırcılar dayanıklı insanlardı doğrusu yola çıktılar mı yorulmak bilmiyorlar katırların çan sesleri kulaklarında bir ömür yürüyüp gidiyorlardı... erken çıktıklarına sevinmişti yusuf (dört sene geçtikten sonra şapka devrimini başlatmak için buradan inebolu’ya gidecekti atatürk yolda çevirip ayran ikram edecekleri hancı mehmet ağa hanı yeni geçilmişti güneş tepeye çıkmadan indağı aşılmalıydı)

153

Vadi ÇİÇEKLİ

154

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

IV. Ilgaz - Çankırı hattı

155

Vadi ÇİÇEKLİ

156

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

12 kağnı kastamonu’dan devir aldıkları malzemeleri ılgaz depelerine teslim etmişlerdi boş geri dönülmezdi geldikleri yolda bulunan konaklama noktalarına teslim edilmek üzere iaşe çuvallarını kağnılara yüklemişlerdi ohaaa... çüşşş ! seslerine karışan çan sesleri tepeleri aşmağa başlamıştı yusuf kafasını kaldırmış düşünüyordu: ‘iyi ki önde giden katırın eğerine bayrak asmışlar... bayrak rüzgar bayrak geride kalmamak demekti kim bilir belki de bu yüzden inköy hanı hızlı geçilmişti...’ [enver behnan şapolyo ne güzel anlatmış: ..en öndeki katırın eğerine bir bayrak takılı idi bu katır kollarının gürültüsü dünyayı tutmakta idi...] 50 mehmet akıllı bir iş yapmış yedekteki katırın birini çekerek

50 “Katır kollarının da man­ zarası ayrıca bir alemdi. Katırların boyunlarındaki çanlar çok iri olup, gürül­ tüsü saatlerce uzak meşa­ lelerden işitilmekteydi. En öndeki katırın eğerine bir bayrak takılı İdi. Bu katır kollarının gürültüsü dünya­yı tutmakta idi.” ŞAPALYO, a.ge, s.35

157

Vadi ÇİÇEKLİ

götürmesi için yusuf’a vermişti ‘ben nasıl yapıyorsam sen de öyle yap demek ister gibi önden önden gidiyor arada dönüp bakıyordu! kaya mezarlarının bulunduğu dik bir yamacın altında uzanan dar bir patikaya varmışlardı devrez vadisi’nin güneyinde kalan ve insan eliyle oyulduğu anlaşılan bu mağaralara hititler ölülerini sevdikleri eşyalarıyla dirildiklerinde kullansınlar diye birlikte gömerlermiş! eşkıya basıp da mezarı soymasın diye uzak ve ulaşımı zordan tepelere açılırmış bu mağaralar başını tekrar tekrar kaldırıp tepelerdeki ağaçlara bakıyor geçmişte bir günü anımsıyor ormanda mantar toplarken kaybolup bir başına kalmış ne çok korkmuştu... ‘izbede kalan böyle yerlere sürülerini otlatan çobanlar yağmurda sığınıyor olmalı’ diye geçirdi aklından kafile başı yoldan sapıp dere yatağına doğru vurmuştu katırların ürkmemesi gerekiyormuş! mehmet, yusuf’un yanına gelmiş 158

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

kayışı nasıl sıkacağını göstermişti birlikte suya girerek dere yatağını aştılar dik bir yamaçtan çıkarken katırların nalına takılan taşlar yuvarlanarak dereye kadar iniyor mehmet nefes nefese anlatıyordu:

- az galdı... üçoluk’daki cenderme garagoluna varıcaz... saati geçmez gıyısın’da oluruz bizim köyü beğenecen mi banalım?

indağı yamaçlarında tek tük kalan yaşlı çamlar gözetleme kulesi görevlisi gibi yönlerini ılgaz vadisine çevirmiş kale han’dan çıkan kağnı kafilesini görebilmek için rüzgarın da yardımıyla öne doğru eğilmiş bakıyorlar!.. yusuf çamlara mı özenmişti? başını ılgaz yönüne çevirdi ne ılgaz ne kale han ne kağnılar artık gözükmüyorlar... ayaklarının altında çalılar çatırdıyor bir patikadan dikkatlice gidiliyordu nefes nefese kalmış yokuş yormuştu çarığı yırtılmıştı taş giriyor canı yanıyordu neyse ki korktuğu başına gelmemişti tepeyi aşınca mola verilecek mehmet omzuna dostça vurarak heybeslndeki çarıklardan birini verecekti üçoluk jandarma karakolu tepe üzerinde her yanı görebilecek şekilde yapılmıştı 159

Vadi ÇİÇEKLİ

koca çavuş’un söylediğine göre kafileler aşağı çavuş köyü’ne kadar şimdi eski ılgaz yolu denilen güzergahdan giderlerdi katır kolları: kıyısın köyü, topal ali hanı, doğdu karakolu tekçam köyü ve aşağı çavuş üzerinden deveyolu’nu izleyerek gider, kağnı kolları ise: aynı yoldan, aşağı çavuş’a saparak ayan köyü üzerinden dere kenarını izler kızlar değirmenini geçtikten sonra çankırı’ya ulaşırlardı (tilki, bir çalı dibinden katırları izliyordu... aradaki yaklaşık yüz metrelik uzaklığı her seferinde korumayı nasıl beceriyor? yusuf bu sefer tilkiyi fark edememişti)

- çavuşum! çavuşum! gatırcılar geliyooo...

çavuş birkaç erle birlikte dışarıya çıktı ağır aksak yorgunca ilerleyen katırlar karakola doğru yaklaştılar

- hoş gelmişiniz şöyle geçin nefeslenin şakir ağa gelmedi mi?



- geriden gellyo çavuşum birazdan burada olu

bu konuşan mehmet’ti çavuşla tanışık olduğunu yusuf’a göstermek istiyordu çavuş katırcılara doğru seslendi: 160

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA



- arka sahanlıkta hemi yem hemi de su var katırları hemen ahıra salın tiz gelin çorbayı soğutman

topal ali hanında konaklayacaklarını söyleyen ve geç kalmak istemeyen bazı katırcılar çorbayı içip soluklandıktan sonra izin isteyerek yola çıkmışlardı ayak üzeri sohbet ediliyordu hayvanları ahıra alırlarken şakir ağa da çıkıp gelmişti:

- çavuşum haberler nasıl ?



- asıl haberler sende şakir ağa! onca yolu teptin geldin buralara



- yunanı bozmuş cephede bizim yiğitler uyku dutmaz bundan gayrı düşmanı iyice ezelim deyi mermi çekiyoz biz de



- geldikleri gibi gidecekler ağa.. saharya’nın doğusuna çekildik deyi biliyon gıyameti goparmışlardı Allah’ın işine bah! siper bile vermiyoz artıh yunanlılara tekâlif-i milliye’nin faydası oldu millet cepane çekiyor don göynek dikiyo şimdi



- silah başına iyi para veriliyormuş... kilit altına alınan cephaneliklerden silah kaçıranlar çoğalmış 51

51 “Millî Müdafaâ Vekaleti fişengi ile beraber bir harp silahına 30 lira vermekle silah ticaretini teşvik edi­yordu, istanbul’ dan ve Rus Limanlarından silah kaçıranlar çoğal­ mıştı”. Ersal YAVİ. Kurtarılan Bir Ülke Nasıl Batırıiır, Ya­ zıcı Yayınevi. İstanbul. 2007.s.I209

161

Vadi ÇİÇEKLİ



mermisiyle birlikte getiren hemen alıyormuş parasını



- olacağı buydu işimize bahalım ağa fazla oyalamıyalım da ahşama gıyısın’a varasınız çangırı’ya daha çoh yol var!

mehmet çorbayı içince kalkmış şakir ağa’nın yanına varmış ağa meramını anlamıştı:

- yusuf’u da getir oğul akşama bizde gonahlasın

heybelerden biri dışarıda kalınca tilki kuyruğunu sürüyerek gelmiş usulca heybedeki çıkını kapmış bir çalının dibinde durmuş bakıyor! olanların kimse farkına varmamıştı... akşama doğru yola çıkılmış bayır aşağı gidiliyordu yusuf manzaraya bayılmış gözünü vadiden alamıyordu uzayan sessizliği mehmet bozdu:

- güzeldir bizim burala rahmet yolu bozmasa daha da İyi olacak emme..

kıyısın köyüne az kalmıştı menzil konak komutanlığı vardı dağda ve üçoluk jandarma karakollarının arasında güvenli bir noktaydı. kastamonudan gelenlerin 2. devir teslim noktası burasıydı. kağnı kolu gece burada konaklayacaktı teslim yapılacak kağnılar yakın köylerden toplanıyordu. sabah hepsi köy meydanında hazır olacaktı. kıyısın köyü görünmüştü... ‘köyler ne kadar birbirine benziyor... cami bahçesinde bildik cılız ağaçlar yıkılmaya yüz tutmuş kerpiç duvarlar

162

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

kadını tarlada erkeği cephede kırk bilemedin elli ev’... aklından bunları geçiriyordu

- yusuf aha gördün mü? şu uzunca iki gatlı varya altında ahır olan hani... bizim evdir o!

şakir ağa ailesinin yaşadığı bu ev köyün en gösterişli konaklarından biriydi iki yandaki cumbaları tutan eli belindeler yükü çekmekte zorlanıyor gibiydiler... kafilenin geleceği haberi köye ulaşmış köy halkı kapı önlerine çıkmaya başlamıştı yusuf la mehmet ahıra doğru yöneldiler hava kararmış gaz lambaları yakıldıkça evlerin camları belirmeye başlamıştı … yukarı sofa baş köşede koca çavuş birkaç katırcıyla oturmuş konuşuyordu belli ki yemekler yenilmiş kahveler içiliyordu bunları hatırı sayılı katırcılar olmalıydılar:

- tüy döktüğü zaman ilişmeyiz bunnara çok gezer durmah nedir bilmezle çalışgan olduklarından deel ha.. av arayıp dolanırlar

yusuf kulak kabarttı katırcılar ağızlarını açmış koca çavuşu merakla dinliyorlardı

163

Vadi ÇİÇEKLİ



- yuvasını bile kendi yapmaz porsuğun yuvasına yerleşir oyuhlara girer çıkar tavuğu culuğu boş bırahmaya gelmez hin oğlu hindir bu tilki milleti hep yalnız başına gezer!

her hayvanın bir ismi olmalıydı sonunda bulmuştu aradığı ismi “yalnız tilki” diyecekti ona bir daha karşısına çıkar mıydı? koca çavuş artık susmuştu halinden şakacı olduğu anlaşılan kara ve kuru bir katırcı beyi konuşuyordu:

- bir gün kümese gideceğim duttu ulan bu ne!. neler olmuş böyle? tilkinin biri boğazlayıp boğazlayıp bizim tavuhları sağa sola atmış... deli gibi goştum darlaya bizimkiler tahılmış peşime delik govuk ne bulursah yokluyoz o yana bu yana bakıyoz bir de ne göreyim emmi bizim tilki girmiş bir govuğa içerde cin gibi parlıyor gözleri!



- essah mı diyon emmi? geçenlerde bizim tavuklar da kümeste telef olmuş yatıyorlardı!

dinleyenleri bir gülmedir almıştı yusuf’un içi cız etmişti oysa... sözün gerisini merak ediyordu ama katırcı beyi ara vermişti bir kere 164

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

kahveden bir fırt daha alma derdindeydi acelesi yok gibi bağdaş değiştiriyor elindeki teşbihi bir daha turluyor içmek için gençlerden su istiyor saçını başını kaşıyor yusuf sinirlenmişti mehmet’in kulağına usulcacık fısıldadı:

- inadına uzatıyo... merak ediyoz ya!

mehmet önce şaşırmış ne dediğini anlamamış sonra gülmesini tutamamış oturduğu yerde iki büklüm karnını tutarak debeleniyor yusuf dirseğiyle dürtüyordu katırcı beyi sonunda konuşmaya karar vermişti:

- ateş yahtık saldırı dumanı içeri tilki gönülsüz çıhtı dışarı görülmemiş böylesine başarı tilki ağzındaki culuğu virmez...

yusuf böyleslni ummamıştı: ‘adama avcı dedik aşık çıktı!’

- tilki milleti böyledir emmi avını dişleri arasına gemledi mi mümkünü yok ağzından alamazsın

165

Vadi ÇİÇEKLİ

yusuf tilkinin sonunu merak ediyor bir yandan yalnız tilkiyi düşünüyordu aç sefil nerelerde geziyor acaba ? -hısımlara kafasını dutmalarını söyledim şöyle sıkıca bi duttular.. ne mi yaptım ? parmağı duburuna bi sohtum canı yanınca saddah dutmuş gibi uzunca bir bağırdı... bi soludu... bıraktı ağzından bizim culuğu! nasıl gülsün? hatta kızıyordu gülenlere... mehmet gene kendini koyvermişti yusuf’u kolundan çekip kaldırdı birlikte yandaki odaya geçtiler ortaya iki yer yatağı serilmişti -sen burada yatarsın yorgun düştün gardaş biraz dinlen gendine gel içeridekiler az daha oturur çıkarlar benim dönmem lâzım ayıp olmasın yusuf yatakta dönüp duruyor... yalnız tilki birinin eline düşerse! yeni nalbant okulu acaba açıldı mı? eli istem dışı cebindeki kağıtlara kaydı henüz açmadığı tomarı yana bıraktı okuduğu tomarı karıştırmaya başladı kaldığı yeri hayal meyal hatırlıyordu okumaya başladı:

166

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

… “Oniki kelimelik bir telgrafname keşide ederek müsaâde istedim... acaba cevap ne zaman gelecek? yusuf bir bir atladı satırları inebolu ismini görünce durdu: ufukda İnebolu Limanı’na doğru bir vapurun gelmekte olduğu görülüyordu... bir vapur daha ufukda belirdi... bunlardan birincisi İtalya Bandırası altında Nicomedia, ikincisi Osmanlı Sancağı hamil Yeni Dünya Vapurlarıydı. Bu esnada ruhen müteessir olmaya başlamıştım... 12 kanun-i sani 1921 Çarşamba - İnebolu Uykudan kalktığım vakit aftab-ı cihan-tab henüz arz-ı dide-i ittiza ediyor, saat sekizi çalıyordu. Hemen sokağa fırladım... Dün İnebolu Limanı’na gelmiş olan vapurlar hareket etmişlerdi.”

167

Vadi ÇİÇEKLİ

6 sabah olmuş horozlar ötüyor uykusunu açamamış esnerken tepesinde dikilen mehmet’e bakıyor kendini toparlamaya çalışıyordu sabahın erken saatinde mehmet’in üzgün olduğu her halinden anlaşılıyordu... uykusunda duyduğu bağırtıdan hizmetkârlara sataştığını anladı akşam işler değişmişti anlaşılan

- angara’ya gldemiyoz yusuf gardaş... babamın işine akıl sır ermiyor inebolu’ya dönecekmişiz... güya angara’ya gidecektik!

sabah çorbasını içtikten sonra çıktılar mehmet bütün köyü gezdirdi yusuf’a tereyağı ve küpecik peynirinin yapıldığı evleri ve avluları hep gezdiler taslardan ayran içip bazlama yediler harman yerini uluçay dere yatağını dolaştılar birazda zoraki yürüyüp konuşuyor gibiydiler

- ikiçay’da bana verdiğin kağıtları okuyayım derken uyuya kalmışım...

mehmet isteksizdi kendi konuşmuyor gibiydi: 168

- bundan gayri o kağıtlar yol arhadaşlığı ider sana! dönelim birazdan yola çıhacaz

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

gatırcılarla gitme bana sorasan gağnıları bekle birazdan geliler ümmühan ablam var yanlarında değişim için kale hana gittiledi onnara sahip ciharsın ha, ne diyon? yusuf’un aklına yatmıştı katırcılarla yapmış olduğu kısa yolculuk yormuşa benziyordu inebolu’ya gidecek olan hizmetkârlar katırları çıkartıp yola hazırlamışlar mehmet’ln gelmesini bekliyorlardı ankara’ya ulaşması gereken kıyısın’lı katırcılar destur almışlar köyün hemen çıkışında boklu dereyi geçince bulunan eski handa konaklayan katırcılarla erkenden buluşup yola çıkacaklardı yusuf, mehmet’i uğurladıktan sonra evde bıraktığı birkaç parça eşyasını yolluk için hazırladıkları çıkını aldı yokuşun başında kağnıların o bitmez tükenmez gıcırtıları duyulmaya başlamıştı kağnılar yolun tozunu dumanını sineğini peşlerinde getiriyorlardı mola topal ali hanı’nda verilecekti kale han’da rastladığı ömer çavuş’u o kadar karmaşanın içinde tanımıştı kağnının kenarına yaslanmış kendi halinde gidiyordu yanına doğru yanaştı:

169

Vadi ÇİÇEKLİ

- kolay gelsin çavuş emmi! Ömer çavuş tanımıştı yusuf’u ama adını çıkartamamıştı:

-..buyur evlat... nereye gittin yahu!

katırcılarla geldiğini bilmiyor olmalıydı çavuş konuşurken durgunlaşmıştı yusuf geri dönüp sabah gezintiye çıktıkları bir daha belki hiç uğramayacağı bu yerlere bir daha baktı kafile köye girince duraklamıştı köylülerin azık olarak getirdiği yufkalar bazlamalar alınıyor yemler kağnılara yükleniyordu meğer kale handa hasan dedenin “bu kadar araba yetmez” dediğinde halil ağa’nın kızarak: “on dört kağnı daha yola çıkmış birazdan burada olurlar” dediği o kağnı koluna handa yeni katılımlar olmuş koldaki kağnı sayısı elliyi bulmuş... işte yusuf bu kafileye katıldığını anlamıştı... kıyısın gerilerde kalmış sırat köprüsü gibi dolambaçlı bakın dere zorla geçilmişti topal ali hanı’na varılmıştı mola burada verilecekti çocuklar birer ağaç altı bulmuş mandalar boyunduruktan kurtarılmış 170

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

cephaneyi örten örtüler kontrol edilmişti jandarmalar yine sevk pusulası telaşındaydılar handa çalışan yaşlı bir hizmetkarın yanına yanaşarak sordu:

- katırcılar nerede... mola için durmadılar mı ?



- sabahanan, gıyısın’dan gelen gatırcılar dün gelenlerle birlik olup yola çıhtılar doğdu garagolu’na varmışlardır bile

hancılar haber ajansı gibi çalışıyordu... cephelerde son durum nasıldı ? ankara’dan dönüş yapan kağnılar hava değişimi İçin kimleri getirmişti? her şey onlardan sorulur öğrenilirdi... elini yüzünü yıkamış rahatlamış durgunluk üzerinden gitmişti kıyısın’da verdikleri bazlamayı çavuş emmiyle paylaşmış onun anlattıklarını dinliyordu:

- indağı canımızı çıhardı bütün gün öküzlerle boğuştuh evlat... yohuşu çıksınlar başka dileğimiz yoh bahtıh olmuyo mermiyi sırtladıh olmadı yanlarına eşşek goştuk velhasıl koca indağ’larını çıhmayı başardıh ya gerisi Allah kerim!

171

Vadi ÇİÇEKLİ



- biz keseden çıktık indağlarını üç oluk sapağındaki jandarma karakoluna ulaştık - cendermeye Allah yardım itsin işleri şimdi daha zor...

bir şeyler daha söylemeye niyetlenince yusuf susması gerektiğini anlamıştı

- cenderme hangi işe goşsun hangi birine yetişsin be evlat! cendermenin olmadığı yirlerde bu gağnıların yollarda takip işini şimdi mıntıka gomutanlıkları yapıyolar

birazdan yola çıkılacaktı inşallah fazla uzatmazdı

- sulh olduğu zamanlar bu garakollar her bir işe bakardı dağda gezen eşkıyayı izler köyler arasında husumetlere arazi gavgalarına garşı durur mapus damındakl mahkumları başka mapushanelere nakleder daha bir yığın işe bakadı... şimdi öyle mi? harp sulh birbirine garışmış cendermenin işi çoğalmış...

köylü yılgınlık gösterse de jandarmadan gene de medet umuyordu karın ve tipinin birden bastırıp yolları kapadığı kış günlerinde

172

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

bu kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde yolculara barınak görevi yapan bu jandarma karakollarının insanların içini rahatlatan bir görünüşleri vardı bu karakollardan birisi de birazdan önünden geçecekleri barınak olarak da kullanılan doğdu karakoluydu 52 vadinin bitimine doğru aşağıdan yukarıya bakıldığında kartal yuvasını andıran taş binanın gelip üstüne oturduğu tepede sabah güneşinin ışıltısı ilkin karakolun damına vurur bahçedeki bademler uyanmaya başlar çıkan rüzgar çalı çırpıyı gezinir ovadan kuşların sesi duyulurdu komutan yerinde duramıyor gelen tel emrine canı sıkılmış bıyıklarını dişleri ile ezip çekiştiriyordu nereden bulacaktı bu kadar kağnıyı? nöbetçi dışındaki erat’ı yöreye salmış köylerden gelecek haberleri bekliyordu geçen hafta toplayıp gönderdiği kağnılar köylerine dönüş bile yapmamışlardı... neler oluyor! tuhaf bir durum var... iki yıldır oturduğu yerden baktığı tepe şimdi yerinde yok!.. aman Allah... bu ne iş?! gözlerini ovuşturarak pencereye yanaştı

52 “Menzil Mıntıka Müfet­ tişliğinin tertibine göre yol boyunca Menzil Nok­ taları, konakları vardı. Etrafındaki köyler bura­ lara bağlıydı. Bu konak yerlerinde jandarma ka­ rakolları bulunur. Bü­tün vazifeliler de tek duygu ve ruhla çalışırlardı.” PEKER, a.g.e., s.351

173

Vadi ÇİÇEKLİ

camda buğulanma veya kırık yoktu açtı camı tepe aynıyla karşısında! ağaçlar yerli yerinde duruyor bir’aman allah bu ne iş!’ daha çıktı ağzından... kapadı camı usulca oturduğu yerden bakmıyor cama sonraya bırakmak lazımdı bu açmazı!.. karakolun birkaç odası karda izde kalan yolda bunalan kervancılar için ayrılmıştı şu sıralar cephane getiren katırcılarla kağnı kolları kullanıyordu bu odaları uzaktan çan sesleri ve nal tıkırtıları gelmeye başlamış komutan dışarı çıkarak onları karşılamış katırcıbaşı sıkıntıda olan komutanı söyledikleriyle biraz olsun rahatlatmıştı eski handa mola verdiklerini çankırı’ya kadar durmayacaklarını peşlerinden bir kağnı kolu geldiğini onlara da katılım olduğunu söylemişti katırcıların komutana sözünü ettiği yusuf’un da içinde bulunduğu kafile bokludere rampasına yaklaşmıştı kağnılar şimdi çamurla boğuşacaklar yolun solundaki kayalıkları izleyerek karakola kadar durmayacaklardı ikindiye doğru bu kağnılar yalpalayarak tozu dumana katarak ve gıcırdayarak karakola yaklaştılar karakol da durulmayacakmış! 174

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

komutan son kağnı geçene kadar durduğu yerde mıh gibi çakılmıştı... gidenleri gözü yaşlı uğurlarken düşünmeden de edemiyordu: ‘bir günde iki kafile geçti askere cephane gerek köylere saldığım erat birazdan çıkar gelir bakalım kaç araba daha kaç kağnı gerekecek.?’ içeriye geçip masasına oturdu sabah yaşadığı tuhaflığı unutup karşı tepelere doğru dalıp gitti... … kızılbayır rampası iniliyor ümmühan bacı bunalmış kağnıyı birine emanet ederek yanığın emine’nln yanına varmış bebeğini almış bağrına bastırıyor hapazlayıp mıncıklıyordu çavuş emminin gözünden bir şey kaçmıyor yanı sıra yürüyen yusuf’a yanığın emine’yi gösterdi:

- bu kış yolda doğurduğu çocuğu almış yanında getirmiş olacak iş mi? herhal evde bakacak kimi kimsesi yok garibin dayanıklı avratmış doğrusu...

katır kolu ayan köyü üzerinden 175

Vadi ÇİÇEKLİ

dereyi geçerek deve yoluna girmişti biraz yol aldıktan sonra hıdırlı’ya varır eldivan, şabanözü, çubuk üzerinden ankara’ya ulaşırlar böylece yolu onbeş kilometre kısaltmış olurlardı... kağnılar kızılbayırı geçince yavaşlamış ormanlık bir yerde durmuşlardı ahlat köyü’nden gelen üç beş kadın getirdikleri bazlamayla katmerleri kafileyi dolaşarak dağıtıyorlardı hava kararmaya başlamıştı burada kalınacaktı ormandaki ağaçlar dikkatini çekmişti yusuf’un çoğu yaşlı olan çamların aynı kökten çıkan gövdeleri birbirlerine sarılarak uzamışlardı... ‘heralde bu çamlar kışı böylece karşılamışlar’ diye aklından geçirmiş hayalinde biçimler şekil değiştirmiş bu da içinin kımıldamasına yetmişti! çamlıca sırtlarında çalı dibindeki bir çiftin çıplak halleri gözlerinin önüne geliverdi çok tuhaf olurdu böyle anlarda vücudunu ateş basar içine kapanırdı tek çözüm yolu vardı: rahatlamak! birden karanlıkta parlayıp geçen bir çift göz görmüştü yalnız tilki buralarda bir yerde olmalıydı 176

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

bazlamayı kaptığı gibi ormana daldı tilki çin gelmiş ama idrara sıkıştığını anlamıştı ‘neme lazım cin min uğramıştır...’ diyerek, bir

- destur!

çekti ki, evlere şenlik... çıkarttığı sesten kendi de korkmuş ürpertiyi taaa omurlarında duymuştu gaz lambalarının ışığı altında mola verdikleri yol kenarında yol azıkları yeniliyor uzaklardan hafiften bir kaval sesi duyuluyordu ormandan çarçabuk dönmüş gece karanlığında ıslık çalarak ovaya inen rüzgar hız kesmiş kafile artık uykuya çekilmişti başını kaldırıp göğe baktı ne çok yıldız vardı... çavuş emmi kendinden geçmiş horultusu bütün ormanı tutmuştu ahlat köyü’nden gelen havlamalar uzakta ki eşek anırtılarına karışıyor kaval sesi karanlıkta kayboluyor gözleri uykuya yenik düşüyordu

- sabah ola hayırda!

kimden geldi bu ses! yakınındaki herkes uyuyor çavuş emmi uykuda mı konuştu? artık uykudan eser kalmamıştı... 177

Vadi ÇİÇEKLİ

kısık yanan bir gaz lambası uzaktan davetiye çıkartıyordu! şimdi niyetini değiştirmişti üzerine aldığı örtüyü sırtlayıp lambanın dibine çöküverdi bu durumu değerlendirmeliydi: “Dün İnebolu Limanı‘na gelmiş olan vapurlar hareket etmişlerdi (..evet burada kalmıştı) 13 Ocak 337 Perşembe Her sabah gitmeyi âdet edinmiş olduğum Latîf-ül-Manzara Oteli Gazinosuna gitmiştim. Arkadaşlar gazinoya gelmişti. Acaba salı günü Ankara’ya çektiğim telgrafa cevap geldi mi? demeğe kalmadı bir polis efendi gelerek polis idâresine müracaat etmekliğimi söyledi. Derhal dâireye gittim. Komiser efendi telgrafnâmeyi gösterdi. Telgraf şöyle yazılmıştı: “Oraya gelen bursa merkez memuru sabıkı Ruhi Efendi’nin Ankara’ya gelmesine müsaade edilmiştir.” Dâhiliye Vekili Adnan 12 kanun-i sani 337. (inebolu’da Ruhi bey gibi cevap beklememiş, kendisi karakola giderek telgrafın cevabını almıştı, o günler geldi aklına) Ertesi gün seyahat etmek üzere seyahat varakasını vize ettirerek aldım. İnebolu’ya çıkan 200 yolcudan en önce bana izin çıkmış oluyordu. Yola çıkmak için hazırlıklara başladım.” uykuya yenik düşüyordu dayanamayacağını anladı köpek havlamaları kesilmiş rüzgarın ıslığı dinmişti artık uyumalıydı

178

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

ümmühan bacı uykusunu alamamış esniyor yorganı hoyratça toplarken yanığın emineye söyleniyordu:

- karga bokunu ditmeden yollara dökülüyoz bacım hangi akla hizmet ediyola!



- demek ki öyle gerekiyo... belkim askerin mermisi kalmamıştır söylenmeyi bi yana bırak toplanmaya bak

gün doğmadan yola çıkılmış geceden kalan kuru bazlama açlığını bastırmaya yetmişti çocuklar annelerinin peşi sıra güle ağlaya yürüyorlardı ömer çavuş öne geçmiş kolcu başıyla konuşuyor kağnıyı kendisi götürüyordu bayağı öğrenmişti bu işi hangi öküz neden anlar biliyor ona göre kakışlayıp çekiştiriyordu çavuş köyü de geçilmişti dere yatağına yakın gidiliyordu tekeri kırılınca dereye bırakılan birçok kağnı enkazını geçtiler yeni olduğu anlaşılan bir kağnı çamura saplanıp kalmış üzerinde sığırcıklar geziniyordu ‘bunun yükünü ve öküzünü öteki kağnılara paylaştırmışlar’ diye düşünerek yürüdü 179

Vadi ÇİÇEKLİ

1 tepelerin ardından çankırı ortaya çıkıvermişti! bu dinlenmek ve yemek demekti... kara köprü bahçeleri geçilmiş aşağıdan sola doğru kıvrılarak askerin kullandığı arazideki cephane deposu önüne çıkılmıştı (bu bina, birkaç gün sonra tekalifi milliye emirleri gereği silahların toplanmış olduğu 6’ncı depo alayı olarak hizmete girecekti). 53

53 “...Kastamonu cenubun­ da olan ve Çankırı’ya daha yakın bulunan silahların Çankırı ‘daki depo alayına teslim etmeleri Milli Müda­faa Vekâletinin emirlerine atfen kalem riyasetinden bildirilmiştir.” BAŞBUĞ, a.g.e., s.144

180

hayvan pazarında toplanan ahali (şimdiki belediye binası önü) hapishane duvarlarının dibinden geçerek kafileye doğru artarak birikmeye başlamıştı 1915’lerde çanakkale’de ele geçirilen ingiliz esirlerinin tutulduğu bu hapishanede eşkıya ve katillikten hükümlüler yatmaktaydı kim bilir hangi konsolda unutulmuş eskilerden kalma siyah beyaz bir fotoğraf hapishane penceresi hakkında bir fikir verebilir fotoğrafdaki öyle bir pencereye ne kadar kafa sığabilir? se o sırada o kadar kafadan çıkan meraklı bakışlar jandarmaların üzerinden sekerek toplanan kalabalığın arasına karışmakta...

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

(1940 lı yıllarda nazım hikmet’in yattığı cezaeviydi bu ! annesiyle kız kardeşinin içinde kiracı olarak kaldığı ali bey camisi karşısındaki ev uzaktan bir tanıdık gibi bakmakta...) arasta esnafı, nalbantlar, hamallar hayvan pazarlığına çıkan tüccarlar evi ocağı bırakıp koşan kadınlar bir koşturmacadır yaşanıyor ne çok gönüllü var! cephane çabuk taşınacak...

- kaçılın vire! iki kişilen olmaz bu iş dökeceniz mermileri şimdi yire

girdi sandığın altına hiristo kapağı tutan ipi sağ eline alarak kaldırdığı gibi sırtına oturtuverdi... artık gerisi kolaydı bastığı yeri kollayarak ve ağır adımlarla yaylanarak depoya doğru hızlanarak adımlarını açtı herkes tanırdı hamal hiristo’yu karataş mahallesindeki evinden çıkar seyrelmiş saçlarını örten kulahını çekiştirerek yana doğru yatırır ağır yük taşımaktan çarpılmış bacaklarını açar 181

Vadi ÇİÇEKLİ

imâretten çarşıya gelene kadar selam vermedik adam bırakmaz arastadan erzak mı satın alındı kervanlar tüccar malı mı getirmiş çok aramaları gerekmez bitiverirdi hemen hiristo pazarlık yapmayı da sevmez:

“ atla deve mi vire gönlünden ne koparsa...”

deyiverirdi yusuf, hiristo’yu uzaktan görmüştü üsküdar’daki balıkçı korunağına sabahları balık getiren yani’ye benzetti benzer bir külahı o da böyle geçirirdi başına

54 Çankırı Merkez ilçe, Kız Meslek Lisesi’nin bulun­ duğu alan 1923 yılına ka­ dar Roma imparatorluğu döneminde yapılmış kilise kurucusu Başpiskopos Aziz ipadlyos’un adını alan kilise vardı, ipadiyos Ailesi sürekli kiliseyi yönetmiş­ler, papaz olmuşlardır. Bunlardan yine Pilor Bey Türkçe adı olan ipadiyos II. Meşrutiyetin ilanında Çankırı’da yapılan törende konuşma yapmış. ismail Vasfi ÇAMAHMETOĞLU, Basılmamış Çankırı Notları, Çankırı, 24.03.2006

182

(ismail vasfi çamahmetoğlu’nun notlarından öğrendiğimize göre karısı zorla götürürmüş kiliseye hiristo’yu ramazanda yemez tütün içmezmiş çok sevdiği güzel kızının da bir türk’e kapıldığını türk yemeklerini öğrenip çeyizler düzdüğünü de bilirmiş...) şimdi kız meslek lisesinin bulunduğu tabakhâne mahallesindeki o yerde eski roma döneminden kalma ipadiyos rum kilisesinin çanları 54 kısık gelen yaz güneşini yansıtmakta... inönü savaşlarında çıkan söylentiler üzerine ayinden çıkarken “yaşasın venizelos!” diyerek bağıran rumların

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

bir kısmı istanbul’a göçmüş kalanlarsa sadakatin nişanesi olarak kaşkol ve çorap örüyordu askerimize hiristo avludan fırlayıp çıkınca birkaç soydaşı da peşinden kalabalığa karışmışlardı şimdilerde taş mescid diye bilinen Selçuklular zamanında yaptırılan darüşşifa 55 yanına mevlevihâneyi almış tepede oturmakta hasip efendi gittiğinden beri sema durmuş semazenler çekilmiş ney ve kudüm sesleri yerine kuş cıvıltıları iniyordu merdivenleri o kuş sesleri de katılmıştı kalabalığa! çankırı mevlevihânesi postnişini hasip efendi, balkan harbinde nasıl millî coşku estirerek para yardımlarını başlattıysa filistin cephesine de 33 gönüllüsüyle katılmış 4’ncü ordu emrine girerek den/işleriyle gönülleri fethetmişti işte o günlerden kalma filistinde dillerden düşmeyen acem aşiran makamındaki manzume o günün tazeliğini hala koruyor gibi: … şam’a kılmışlarsefer şems hakkı isterler elbet murada ererler erenler gönüllüsü

55 “Selçuklu Hükümdarı Alâeddin Keykubat döne­ minde Cemâlettin Ferruh tarafından yaptırılan Darüşşifa (Taş mescit) ve Çankırı Mevlevihanesi’nin batı cephesi ve doğu cep­hesinden görüntüler” “Bu Mevlevi Dergâhı’nın törenle açıldığı hakkında Çankırı Mutasarrıfı Abdülvahap Paşa telgraf çekmişti” Osmanlı Belgelerinde ÇANKIRI, Öncü Basım­ evi, Mayıs-2008, Ankara, s.188-120

183

Vadi ÇİÇEKLİ

o günlerden kalma üç beş derviş onlarda bu ilâhiyi mırıldanarak karışmıştı kalabalığın arasına... kalabalık birike dursun [1919 doğumlu hasan görür’ün anlattıkları tarihe ışık tutuyor... onu tanımayan yok gibi babasına falfal’ın hasan derlermiş kendisi de bozuk yolların kahrını çeken çankırı’nın İlk kamyon şoförlerinden... heyecanını bastırmaya çalışarak çocukluğuna yeniden dalarak babacan bir sesle anlatıyor:

“küçüktüm hatırlıyorum: kağnılar gürültü çıkartarak cephânelik denilen yere gelmiş erat koşarak dışarıya çıkmış ahali hep birden gelince büyük bir kalabalık oluşmuştu... rütbeli bir subay emirler yağdırıyordu elinde sevkiyat listesi olan bir erbaş habire yazıp çiziyordu

o yaşta bunları anımsayabilir miydi... yoksa annesinin anlattıklarını mı hayalliyordu! bunları düşünüyor ama bir yandan anlatıyordu: 184

gelen cephane ve mühimmât eratın ve ahalinin yardımıyla omuzlarda depoya taşınıyordu meğer depo ağzına kadar doluymuş... yeni bir depoya ihtiyaç hasıl olmuş cephanenin hemen nakli gerekiyormuş!”

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

hasan görür bir an duraksadı bir şeyleri daha anımsamaya çalışıyor ama işin içinden çıkamıyor gibiydi... aklına ilk gelenleri sıraya sokmadan gelişi güzel anlatmayı yeğledi:

“iyi bir kaymakam vardı bütün köyleri gezmiş muhtarlarla birlikte sıkı bir çalışma başlatmış tekâlif-i milliye emirlerinin hemen uygulaması gerekiyormuş depolarda yığılan cephane ankara’ya taşınacakmış... sevkiyat sıralamasına göre her köyden üç beş öküz arabasıyla kağnıların gelmesini sağlamış meğer o yüzden kafiledeki araç sayısı artarak yüzyirmiyi bulmuş...”

derin bin nefes aldı konuşması için gerekliydi bu...

“sonraları anladım... meğer kontrolü kolay olsun sevkiyatı aksatanlar bilinsin diye cephaneyi götüren kafilenin önüne ve arkasına at arabaları yerleştirilirmiş! kağnılarla öküz arabaları ara yere alınır öyle yola çıkılırdı”

185

Vadi ÇİÇEKLİ

anlattıklarının bir benzeri o gün ayniyle yaşanıyordu.] muhtarların ve mal müdürünün bulunduğu kurul arabaları ve hayvanları gözden geçiriliyor ağır gelen cephane ve mühimmat için onları taşıyabilecek güçteki hayvanlar dingili sağlam arabalar seçiliyor jandarma elinde biriken pusulaları kontrol ediyordu

56 Aksam bizi eşraftan bir zat yemeğe davet etti. Çankırı’nın yolları pek ça­ murlu idi, eski bir şehirdi. Halkı Türklüğün bütün me­ ziyetlerini saklamıştı. Yiğit adamlardı. Kahvelerinde saz çalan ihtiyarları din­ledim. Bunlar birer ozan gibi destanlar okuyorlardı. Geceleri burada sohbet geceleri tertip ediliyordu. Bu şehir esnafında ahiliğin izleri hâlâ yaşıyordu. Halk fakirdi, küçük esnaflıkla geçiniyorlardı. ŞAPOLYO, a.ge, s.23

186

konvoyun diziliş düzenine bakılırsa yirmi at arabası önde yirmisi arkada kağnı ve öküz arabaları ortada gidilecekti cephane askerler ve köylünün yardımıyla depoya indirilmiş yüklenmesi gerekenler 2 şubat 1921’de kurulan menzil nokta komutanlığı’nda görevli subayı nezaretinde kimi depoya kimisi arabalara yükleniyordu eşraftan birileri karşılamak için gelmiş kafiledekileri yemeğe davet etmişlerdi 56 çankırı kadınları da kadınların etrafını sarmış yol azıklarını veriyorlardı komutan kaflledekilere seslendi:

- iki saat sonra yola çıkılacak herkes tedarikini görsün!

kolcubaşı ve birkaç yaşlı önden giden eşrafı izliyordu yusuf da aralarına katılmıştı biraz gittikten sonra

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

yokuş yukarı çıkarak arastaya vardılar birkaç hamal arasta girişine çökmüş kendi aralarında konuşuyorlar hiristo’nun kızdığı anlaşılıyordu:

- eşeğe gücü yetmemiş vire kalkmış semerini dövüyo!

hamal ali hiristo’nun sözünü kesti:

- onun niyeti yiğenini aramıza sohup hammaliyeyi bedavaya getimek...

demirci kalfası başını sallıyordu kalfanın, sözü edilen dükkan sahibine kızdığı herkesin bildiği bir şeydi:

- böyle çok söylenirsiniz ensenizi gaşır garşıdan öööyle bakarsınız... adam sırtınıza binmiş şimdi de ayahlarını sallıyo!

hamalların kızdığı dükkan sahibi ahmet rıza dışarıda bir şeylerin döndüğünü anlamış kapı önüne kadar çıkmıştı yere çöken hamallar birden sustular 187

Vadi ÇİÇEKLİ

demirci kalfası ahmet rıza’nın duyacağı biçimde doğrulurken hamallara dikleşiverdi:

- dostgazığı dirlerbuna başına gelmeyen bilmez...

esnaf ve kafiledekiler arastaya girmişlerdi ahmet rıza için bu gelenler daha önemliydi:

- buyursunlar efendim ! sefa geldiniz... hoş geldiniz... fakirhanemi şereflendirdiniz

esnafın alışveriş ettiği hal hatır sorduğu kişiydi elleriyle selamlayarak yollarına devam ettiler ahmet rıza’nın kalfaya ve hamallara söylenirken fırlattığı bakış çok manidar: ‘davulu siz çalın... parsayı toplarım ben!’ eşraf, eski bir konağın merdivenlerini çıkarak büyük bir sofaya girmişti önceden gelip oturan birkaç kişi misafirlerin gelmesiyle kalkarak ayakta şaşkın etrafı izleyen misafirleri duvar dibindeki büyük sedire oturttular

188

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

misafirlerin gözü sırma işlemeli perdelerde ve kilimlerin üzerinde geziniyor... sazendeler için ayrılmış olan sedirin üstündeki duvarda bir yazı dikkat çekiyordu: “kız anadan öğrenir sofra düzmeyi oğlan babadan öğrenir sohbet gezmeyi” aralarında “çavuş” diye çağırdıkları yaşlıca ama eline çabuk olan gün görmüş bir efendi başını uzatarak seslendi:

- baş ağa geliyooor!

çankın’lılar ayağa kalkıp durdular yaşlıca, güleç yüzlü baş ağa başı önde edeplice içeri girerek eli göğsünde selam verdi:

- selamün aleyküm yâran ağalar!

çankın’lı yâranlar hep bir ağızdan :

- aleyküm selam başağam! dediler

baş ağa sedire doğru gelerek sağ baş köşedeki yerine oturdu yaran evi’nden sorumlu olan sol baş köşede oturması gereken küçük baş ağanın yeri boştu 189

Vadi ÇİÇEKLİ

baş ağa oturur oturmaz tek tek selam verip selam almalar başladı:

- merhaba baş ağam! - merhaba yaran ağam! - merhaba baş ağam! - merhaba yaran ağam!

sıra misafir olan ağalara gelmişti baş ağa kolbaşından başladı:

- merhaba misafir ağa!, - merhaba baş ağa!

yusuf’a sıra geldiğinde işi kavramıştı:

- merhaba misafir ağa! - merhaba baş ağa!

kapı açıldı kahveler geldi yusuf olanları merakla izliyor yaran ağaları seyrediyordu önce baş ağa götürdü ağzına kahveyi sonra çankırı’lı yârân ağalar götürdüler... sonra çavuş boş tepsi geri geri çıktı baş ağa önce öksürdü suyunu içti sonra başladı anlatmaya: 190

- hoş geldiniz misafir ağalar... uzun yoldan meşakkatli geliyonuz askerimize cephane yetiştiriyonuz millet adına hayırlı işler yapıyonuz çankırı adetince ağırlayalım istedik

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

kolcu başı çekinerek usulca lafa girdi:

- zahmet olmuş baş ağa!



- lafı mı olur misafir ağa! keşke bütün yaran burada olaydı... çanakkale harbinden bu yana tütmez oldu yaranın ocağı bütün yaran cephede kalanlar da işte buradaki gaziler!

çavuş yaranlardan birini alarak çıktı içeriye sofra bezleriyle döndüler bezler serildi siniler dizildi bu sırada çavuş ellerini açarak:

- geçmiş yarânların ruhları için el fatiha! deyiverdi

kısa yapılan duadan sonra baş ağa:

- buyrun misafir ağalar! buyrun yaran ağalar!

herkesi yemeğe buyur etti baş ağanın oturduğu sofraya kolcu başı’yla yusuf rastgelmiş kalanlar ikinci sofraya geçmişti herkesin oturduğunu gören baş ağa edeplice seslendi:

191

Vadi ÇİÇEKLİ



- buyrun misafir ağalar afiyet olsun!

ama kimse kaşığı çorbaya uzatmıyor! misafirler ne olacağını beklerken baş ağanın başlamasıyla birlikte kaşıklar çalışmaya başladı çorbanın arkasından güveç sonra pilav ve hoşaf gelmiş yemek bittikten sonra yaşlıca bir yaran sofra duasına başlamıştı:

- eline, diline, beline hakim ol harama bakma, haram yeme haram içme, doğru, sabırlı dayanıklı ol, yalan söyleme

askerimize güç kuvvet ver düşmana karşı üstün kıl baş ağanın kalkmasıyla sofradan kalkıldı sofra toparlanınca kahve faslı başladı “kalk-git” kahvesiydi bu aslında... kahvenin bitmesine yakın çavuş girdi baş ağanın kulağına bir şeyler söyledi acaba ne söyledi? milleti merak sarmıştı... baş ağa ayağa kalktı:

192

- cephane çıkmak üzereymiş buyrun birlikte çıkalım kafileyi uğurlayalım

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

baş ağa, yâran’ın yanında takındığı otoritesinden sanki biraz uzaklaşmış rahat bir şekilde konuşmaya başlamıştı:

- edep, erkan öğrensin diye gönderirdi babalar çocuklarını öyle her adam da alınmazdı ocağa mert, güvenilir adamın işiydi yârenlik kız isteyene sorardı büyükler: “yâren aşı yemiş mi?” yâranla birlikte urbalarımızı giyer baş ağalar önde biz yaranlar arkada kol kola girer başımız biraz dumanlı karaköprü bahçeleri’ne gezmelere giderdik

geçmişi hatırlayınca duygulanmış otoritesinden artık eser kalmamıştı:

- paşa arkından gelen suyla bağlar bahçeler yeşerir hatır sefa mahallesine saka, bülbül iner evlerden ve köşklerden şarkılar sokaklara dökülürdü hep bir ağızdan pürneşe gırnata eşliğinde türküler söylerdik mahalleli kapıya dama çıkar dinlerdi: “iki geyik bir dereden su içer içer içer dertlerime dert katar buna fani dünya derler tez geçer ahtım olsun gitmem geyik avuna geyik bizi çeker gider dağına”

193

Vadi ÇİÇEKLİ



- geyiklerin sektiği bu tepeler bu yöreler kimleri ağırlamadı ki! roma’nın zulmünden köşe bucak kaçan ilk hıristiyanlar anadolu’ya sığınmadı mı?

yusuf gördüklerinden ve duyduklarından etkilenmişti ‘baş ağa okumuş bir adama benziyor konuşması susması bir başka türlü...’

- pek öğündükleri kilise papazları ortaçağda içine şeytan girdi deyi adamlarını cayır cayır yakarken biz medrese açıyor içine şeytan girenleri musikiyle tedavi ediyoduk...

(2006 yılı, 26 sıcak bir ağustos günü çankrı’ya 20 km uzaklıktaki tuz mağarasında devlet bursu ile eğitim gördüğü için 57 borcunu bu şekilde ödediğini söyleyen tuluyhan uğurlu piyano resitali bitince dinleyicileri selamlarken soruyor: - bu şehrin niye kuyruklu bir piyanosu yok? piyano giren yere çok seslilik girer demokrasi girer...) 57 “Ben devlet bursu ile yurt dışında müzik eğitimi ya­ parak bugünlere geldim. Türkiye’ye olan borcumu yaşamım boyunca öde­ mek zorundayım” Hürriyet Gazetesi 06 Mart 2008 s.2

194

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

2 cephanenin nakli için çankın’da oluşturulan kafile hazırlanmış kalkmak üzereydi... yusufun diphan’da rastladığı nezihe ablayla köylüleri teslimatı bitirmiş ayrılıyorlardı... yusuf üzüntüyle yanlarına gelmişti

- bize de yol göründü evlat sen angara’yı göze almışsın ne idek, hayırlısı olsun bahalım...

birden içi buruldu tanışıklık alışkanlık yapıyordu ama bir şeyler de söylemesi gerekiyor:

- merak etme çavuş emmi ankara’dan mektup atar seni haberdar ederim...

kağnısı yolda izde kalanlarla kullanamaz hale gelenlerlerin hayvanı zayıf düşen ılgaz köylülerinin kayıtları tutulmuş düşümleri yapılmış nezihe abla’yı aralarına alarak yönlerini ılgaz’a çevirmişlerdi bir fırsatını bulup iyi ki nezihe ablanın elini öpmüş hakkını helal etmesini istemişti bir daha nereden karşılaşacaklardı kafile kaybolana kadar dalmış arkalarından bakakalmıştı 195

Vadi ÇİÇEKLİ

o sırada üç beş kadın bir olmuş yüzbaşının önünü kesmiş yaşmağı çekip laf yetiştiriyordu:

- gumandan başımıza beri benzer adam virme! her adamınan o yola gidilmez... vidinli mehmet çavuş’u istiyoz biz.

komutan hak veriyordu asker kaçakları ve eşkıya her an yollarını kesebilirdi

- meraklanmayın bacılar gönlünüzü ferah tutun vidinli’yi vereceğiz başınıza

yüzbaşıya diklenen bu kadınları tanıyoruz ılgaz’dan gelen kafilede yer alan cephanelerini teslim etmeyerek kalecik’e götüreceklerini söyleyen komutana ayak direyen tanıdık yüzler: kazancı’dan gülsüm kadın (cephane sırası geldiği söylenince lafı ikiletmeden ayağa kalkmış o saat yollara düşmüştü) kıyısın’dan ümmühan bacı (diphan’da öküz boyunduruktan çıkınca yusuf yardımına koşmuştu) ılgaz’dan yanığın emine (geçen kış kalehan’da doğuran boylu poslu dayanıklı kadın) yüzbaşı isteklerini kabul edince rahatlayıp kafileye dönmüşlerdi 196

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

[kolcu başı olarak istedikleri vidinlioğlu mehmet çavuş’a gelince kadınlar sorup soruşturmuştu güvenilir sözünün eri sağlam bir adam olduğunu öğrenmişlerdi hüseyin oğlu 1954 çankırı doğumlu nuri akyanin büyük eniştesiydi... onun hakkında anlattıkları: - vidinli’nin dedeleri hayli zaman önce kalkıp rumeli’den buralara gelmiş çangırı’yı mesken tutmuş ev ocak kurmuşlar.. nuri akyan birden heyecanlanmıştı yaşam öyküsünü çokça dinlediği bu yiğit adam hakkında başka ne söylemeliydi? - ...eniştemiz vidinli çavuş on yıl askerlik yapmış... çanakkale ‘de yaralanınca hava değişimine çıkarmışlar sonra teçhizatlı muhafız olarak bazı görevlere atamışlar... düşünüyor mu konuşuyor mu? ama ağzından laf zor çıkıyordu: - ...cephanenin nakli sırasında kolculuk... kolcubaşılık yapmış şöyle yaşlıca bir babayiğit.

197

Vadi ÇİÇEKLİ

konuşmasını hızlandırmak için lafının arasına giriyoruz:

- mert gözü pek lafını esirgemeyen bir ihtiyar değil ml?

‘biliyorsanız niye soruyorsunuz?’ der gibi bakınca susuyoruz - uzun namlu winchester tüfeğini nereye giderse gitsin yanı sıra götürürmüş eskiler hep tanırdı onların da çoğu öldü gitti...] kalabalığın toplandığı meydanda kafilenin güvenliğini sağlamak için komutanın görevlendirdiği muhafızlar yerlerini almış çıkış komutunu bekliyorlar muhafızların arkasında çankırı arabacılarından kel imam hafız hüsnü ağa ve diğer arabacılar uzun bir yol için hazırlık yapmışlar atların huysuzluğa aldırmadan komutanın verdiği emirle mühimmâtı aralarında pay ederek sıkıca bağlayıp yola hazırlamışlardı

- sayımdan hayvan kaçırmak bunda tahsildar gelince haber salmak bunda!

komutan gelince sesler kesildi arabacılar kimden söz ediyorlardı?.. 198

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

kafile sonundaki arabacıların başında atak hareketleriyle fark edilen arabacılığın bir gereği sayılan efeliğin küfürbazlığın aksine güzel sözlü ve güler yüzlü kel İmam bulunmaktaydı malzeme yüklenene kadar geçen kısa zaman içinde milleti bir el hareketiyle meramını anlatır hale getirmişti sevkiyatta işler yolunda giderse kısa konaklama dışında kafilenin uğrak yerleri: birinci gün, tüney ikinci gün, kalecik üçüncü gün, akyurt dördüncü gün, ankara durak yeri olarak belirlenmişti cephane sarıkışla’ya indirilecekti vidinli kağnıların başına geçerek kol başı olarak yerini almış ama aldığı sorumluluk ağır sıkıntısı şimdiden basmış geriye bakıp bir ofluyor bu her şeyi anlatmaya yetiyordu iyi ki winchester tüfeği yanındaydı! absarı köyünden genekli ayşe kadın oğlu ahmet’i de yanı sıra getirmişti çaprazoğulları’ndan hatice kadın (önceki bölümde sözü edilen kamyonculardan hasan görür’ün annesi) ve öteki çankırı’lı kadınlar kafiledeki yerlerini almışlar 199

Vadi ÇİÇEKLİ

çıkış komutunu bekliyorlar başka kadınlarda vardı kimdi bu kadınlar? [1918 yılı çankırı doğumlu tenekeci İsmail karatay usta çankırı’nın hatırlı esnaflarından babası ibrahim ethem efendi çanakkale’de sıhhiye çavuşuymuş çocukluk günlerinden anımsadıklarını sanki kendi yaşamış gibi anlatıyor bu kadınların isimlerini de ezberine almış:

“yakuplar’ın fatma göçerlerin zeliha türk kızları’ndan feride ve müzeyyen ablalar kağnı koluna katılmışlar”

(annesi bu kadınları ömrü boyu hiç unutmamış isimlerini birer birer anar gözleri yaşla dolarmış)

200



“isimlerini bilmediğim daha nice kadınlar köylerinden çıkıp çoluğu çocuğu peşine takıp cephane çekmeye gelmişler...”



uzaktan avcı’nın deli ayşa o yiğit kadın yeri göğü inleterek gezip yüreklendiriyormuş:

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA



“hey benim yiğit bacılarım hey! hepiciği de nefer bunların nefer!” diyerek, bir kağnıya çekili mandaları göstererek: “gumandan oğlum, öküzlerimiz sağlam iki sandık daha atıverelim. yolda gomaz bunlar adamı” diye üsteliyormuş]

eksikler ve aksilikler yüzünden bir türlü çıkış verilemiyordu subay yanına geldiğinde vidin’li dayanamadı:

- türk’ün göçü yolda düzelir gumandan! ver şu çıkışı da yola revân olalım

müftü efendi hayırduasını bitirmişti “amin !” nidaları yükselir yükselmez yüksek perdeden çıkış komutu geldi bir bağırtı bir uğultu başladı bir toz bulutu kalktı dedelerden yana şansı iyi gidiyor yakınından ayrılamadığına bakılırsa yusuf un niyeti vidin’llyle birlikte gitmek...

201

Vadi ÇİÇEKLİ

202

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

V. Çankırı - Kalecik hattı

- dömbelek dedikleri yerdir orası bakalım kimlerin kağnısı saplanıp kalacak? haydi hayırlısı... 203

Vadi ÇİÇEKLİ

204

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

istikamet 40 km ötede 3. devir teslim noktası tüney’di kafile, süleymanlı yakınlarında çankırı’ya 15 km. uzakta acısu deresini geçmiş pelitözü kırsalına girmişti yağmurun oyup sellerin örselediği bir dere yatağının sazlığından bata çıka yol alınıyordu

205

Vadi ÇİÇEKLİ

... yusuf vidinli’ye bakıyor: küreli hasan çavuş’a ne kadar da benziyor! ama ondan daha genç sanki adama daha yakın...

- evlat uzak durma öyle! şu boyunduruğu biraz gevşet aha surdan dutup surdan aşağa salacan tamam! hah işte öyle... çabuk öğreniyon be evlat!

düşünceli bir şekilde yanı başındaki öküze kuvvetli bir şaplak attı:

- germece yokuşuna varmadan bi mola verseler iyi olacak yoksa telef olur hayvanlar

kafile başı aniden durmuş bir telaş başlamıştı... arabacılar aşağı indiler meğer mola verilecekmiş! önden giden muhafızlar mola yeri olarak seçilen sülüklü kontrol noktasına yaklaşırken üstlerine çeki düzen verdiler

206

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

kadınların telaşı başkaydı çaprazoğlu hatice kadın işin başını çekiyor... kağnının arkasına yüklediği sac ayağı ile sacı çekip getirmişti hamur teknesi gelmişti bir yerden başka bir yerden desti ile su gelmiş kadınlar birer hapaz buğdayı getirip hamur teknesine bırakmışlardı bir yanda hamur yoğruluyor öte yanda oklavayla açılıyordu çalı çırpı toplanmış ateşler yakılmıştı saçtaki hamurun çıkarttığı koku yetmiş erkekler öbek öbek çökmeye başlamıştı vidinli yusufa doğru seslendi:

- evlat söğüt gölgesi yiğit gölgesi demişler... bu yana doğru gel yorgunluğun çıksın

anaların yönlendirdiği çocuklar kokuları peşlerine takarak gözlemeyi dağıtmaya başlamışlardı onlardan sıyrılarak söğüde doğru yaklaştı vidinli, yaşlı bir adam ve karşısında oturan muhafız derin bir konuşmaya dalmışlardı yusuf un geldiğini hissetmediler muhafız kaptırmış konuşuyordu:

- yüzbaşı yahyâ derlerdi ona yediden yetmişe herkes tanırdı ayaktakımı ondan çekinir görünce korkuya kapılırlardı 207

Vadi ÇİÇEKLİ

yaşlı adam vidinli’ye bakarak ‘doğru söylüyor muhafız’ gibisinden başını sallıyordu söğüdün gölgesi iyi gelmiş çarıklarını çıkartıp rahatlamıştı

- o zamanlar şube reisi idi ben yanında askerdim hoş tutar hatırımı sorardı polatlı’da olduğunu duydum yaşıyorsa Allah ömür versin...



- nereliymiş oğul? kimi kimsesi yok muymuş?



- olmaz mı ahmet emmi

adının ahmet olduğunu öğrendiğimiz adam büyük bir mendile yüzünü ve ensesini siliyor nefes darlığı çektiğinin bilinmesini istercesine hırıldayarak konuşmaya çalışıyordu:

- asker adam ne yapar çankırı’da niye o vakitler cepheye gitmemiş?



- destur ahmet emmi! az sabret... gerisini dinlemeden hüküm verme iyisi mi ben başından anlatayım:

bunu beklemeyen ahmet emmi ‘bir daha konuşursam ne olsun’ gibisinden geriye doğru kaykıldı 208

- abisi yusuf babası öldüğünde köydeki malı mülkü satmış

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA



çankırı’da mahsen bayırına taşınmışlar ilkokulu bektaşi billur efendi dergâhının üstündeki sübyan okulunda okumuş çok akıllı haşarı bir çocukmuş kuleli askeri okuluna gitmiş sonra subay okulunu bitirmiş topçu teğmeni olarak çıkmış... çıkmış çıkmasına amma istanbul işgal edilmiş o sıra düşmüş yollara çankırı’ya gelmiş

daldırıp kafasını kaşırken uzun bir konuşma yapacağının sinyallerini vermişti aslında:

- eskiden çankırı’da hicri 267 (1850)’de bile küçük bir topçu alayı varmış sonraları halil paşa feslikan mahallesinde (şimdi orman müdürlüğünün olduğu yer) ortasında dört dönüm avlusu olan büyükçe bir kışla yaptırmış on iki bataryalık topların yanına alman yapımı seri atış yapabilen kudretli cebel toplarını koydurmuş

‘...çankırı’dan çıkarken yanından geçtiğimiz önünde nöbetçisi olan büyük bina olmalı... bu muhafız nasıl da düzgün konuşuyor yol yordam görmüş biri bunu niye subay yapmamışlar?’ yusuf’un aklından bunlar geçiyordu... muhafızın anlattıkları dikkatini çekmişti hele vidinli dinliyorsa önemli olmalıydı

209

Vadi ÇİÇEKLİ



- yahya teğmen çankırı’ya geldiğinde bu kışlayı görmüş deliye dönmüş savaş sanatına çok meraklıymış toplara evladı gibi baktığı için paşa da onu evladı gibi sevlyormuş

‘bu muhafız da amma meraklı teğmenin bütün hayatının çetelesini çıkartmış!..’

- o tarihlerde kastamonu piyade alayı ile çankırı’daki topçu alayı’na bir emir çıkartılmış birlikte doğuya giderek kazım karabekir paşanın emri altına girmişler çapulcu ve çetelerle savaşarak erzincan’ı hızlı geçerek kemah’a kadar gelmişler

‘biraz nefes alsa’ diye düşündü yusuf 210

- seri top atışları ile düşmanı imha etmişler... bir yandan savaş sürüyor bir yandan emirler geliyor tekrar yollara düşüyorlarmış bir gün azerbaycan’ın batısından geçerek kafkasya’da erlvan’ı bile topa tutmuş düşmanı yenilgiye uğratmışlar bu zaferden sonra bizim alaya “şanlı kafkas alayı” denmiş sancak verilerek ödüllendirilmiş

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA



- bu kadarını ben de bilmiyordum helal olsun bizim alaya...

konuşmayı pek sevmeyen vidinli bile lafa girmişti ya ahmet emmi durur mu?

- ay oğul! göğsüm kabardı doğrusu bizim yahya teğmeni terfi ettirmemişler mi?



- ettirmezler mi emmi kemah’da üsteğmenliğe kafkasya’da yüzbaşılığa terfi ettirmişler dönüşte yollara dökülen çankırılılar türküler söyleyerek karşılamışlar yüzbaşı yahya sonradan çankırı’ya şube reisi oldu yanında askerdim eşkiyaya kaçakçıya aman vermedik biz...

muhafız derin bir nefes aldı daha anlatacak çok şeyi vardı bir yandan da mola bitmeden anlatacaklarını bitirmeliydi

- sıkı bir kuvva-i milliyeciydi bakışlarıyla adama başını çevirten bozkırın bıçkın bir delikanlısıydı adı kemalist yahya’ya çıkmıştı çerkeş’te hilafet kuvvetleriyle çarpışarak

211

Vadi ÇİÇEKLİ 58 “..Hilafet Ordusu vatanın bütünlüğünü bölmeye çalışıyordu. Halife taraftarları Kemal Paşa Ordusunu dağıtıp halifeliği yunanlı himayesinde kurmak amacında idiler, izmit ve Adapazarı’nı geçen Halife Ordusu taraftarlarını toplayarak Bolu ve Gerede üzerine geldiler. Kuvayi Milliyecileri toparlayıp Çerkeş’e giren Yahya Bey bunları karşıladı, Çerkeş üzerinde savaşa tutuştu. Kanlıca deresinde Hilafet Ordusunu süre süre bir baskınla orduyu bozdu.”

Mustafa DURLANIK’ın Hatı­ ratı, (TBMM I. ve II. Mecli­ sinde Çankırı Mebu­su Hacı Tevfik Efendi’nin Torunu), Çankırı Beledi­yesi, Dr. Rıfkı Kamil URGA Çankırı Araş­ tırmaları Mer­kezi Arşivi,



Mustafa Kemal Atatürk Nutuk’ta bu konudan şöy­le söz etmektedir:



“Bolu, Düzce, Adapazarı ve İzmit dolaylarındaki bu is­ yan, bu defa Haziran 1920 tarihine kadar üç aydan fazla sürdü. Fakat bundan sonra, 29 Tem­muzda ye­ niden bir isyan oldu. An­ cak, bundan sonra da, bu bölgede tamamen sakin kalınmış değildir. Bununla birlikte, sonuç olarak âsîler tamamiyle bozguna uğratıl­ mış ve elebaşları, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kanun­larına teslim edilmiş­ tir. Hilâfet Ordusu’nun Bolu yakınlarında bulunan kıs­mı da bozguna uğratıldı.”



kanlıca deresinde bozguna uğratmış 58 kalecik’e kadar düzeni sağlamıştık kızılırmak boyundaki köylerde çıkartılan fitneyi duyuyor halife yanlılarına çok kızıyordu:



“ demek hilafet ordusuna peygamber askerleri diyerek halkın beynini zehirlemişler! demek yunan kuvvetleri izmir’den afyon’a kadar halife için döğüşüyorlar ha?...” diyerek, hırslandığı olurdu

muhafız konuşmasını sürdürürken yan gözle ahmet emmiye baktı onlardan biri olabilir miydi? öyle olsa kağnı kolunda işi neydi...’



- yahya yüzbaşı bu kızgın hallerinde: “aydınlatacak din adamları lazım” 59 der, kumandanlara danışırdı hangi gündü kestiremiyorum talih yüzbaşı yahya’ya güldü “mehmet akif gelecek” dediler... meğer ankara ve yozgat’da köyleri kasabaları dolaşır halkı cihata davet edermiş aralarında çankırı mebusu hacı tevfik efendi de varmış

(kültür müdürü yüksel aslanın araştırma merkezine kazandırdığı “mustafa durlanıkin hatıraları” anlatılanları gün ışığına çıkartmıştı)

ATATÜRK, a.g.e., s.306

59 “.. Bunları aydınlatacak din adamları lazım,. Yıl►

212



KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA



- hacı tevfik efendi’nin hikayesi uzun selanik civarında vaizlik yaparken ittihat terakki cemiyetine katılmış atatürk’le olan arkadaşlığı o yıllarda başlamış... yahya yüzbaşı duyunca kalecik önlerine çıkıp karşılamıştı hep birlikte köylere uğrayarak köylüyü aydınlatıp uyarmışlar sonra çankırı’ya da geldiler 60

muhafız sustu biraz soluklanması gerekiyordu:



- cuma günü büyük cami dolmuş ahali dışarıda saf bile tutmuştu mehmet akif öğle bir konuştu ki kendi de duygulandı hıçkırıkları boğazına tıkandı göz yaşına batarak duasını yaptı: “müslüman için evvela hürriyet sonra ibadet. aziz çankın’lılar kafirlerin köleliğini kabul etmeyen hürriyet için cihat açan mustafa kemal paşa’nın etrafında toplanın” 61 dedi... daha ne desin emmi?

vidinli’nin gözleri dolmuş yusuf’da bundan etkilenmiş başını yana doğru çevirmişti

- feslikan’daki kışlanın önü cepheye gitmek isteyen

larca köylerin haracını yiyen ağalar, Kemal Paşa halifeyi yıkacak Osmanlı başsız kalacak, kendini halife ettirecek diye kan­ dırılmış. Halife peygam­ ber soyundan gelme imiş, bu soy değişirse insanların başına kıyamet koparmış” DURLANIK’IN a.g.e., s. 15

Hatıratı,

60 “.. Yine Çankırılı binbaşı Halim Bey ve teğmen Hasan Fehmi Beyler de Sakarya Cephesini kuranlar arasında idiler. Bunlarla birlikte Mehmet Akif Bey Çankırı’ya gelmeye hazırlanıyorlardı. Binbaşı Halim Bey, Hacı Tevfik Efendi’yi de Ankara’dan alarak yola çıktılar. Çankırı yolu üzerindeki köylere uğrayarak onları vaazları ile Mustafa Ke­mal Paşa’nın İlkelerine ve sa­ vaşçılık kuvvetine inandı­ rarak Çankırı’ya gel­diler” DURLANIK’IN a.g.e,s. 16

Hatıratı,

61 “...Müslüman İçin evvela hürriyet sonra ibadet. Aziz Çankırılılar, kafirlerin köleliğini kabul etmeyip hürriyet için cihat açan Mustafa Kemal Paşa etrafında toplanınız ve ülkemizi yakıp yıkan, hamile kadınların karınlarını deşen, hiçbir günahı olmayan çocuklarımızı süngüleyip havada dolaştıran kız ve kadınlarımızın namuslarına tecavüz eden yunan ordusunun ve onları destekleyen kafirleri kov-



213

Vadi ÇİÇEKLİ

gönüllülerle dolup taşmıştı davullar dövülüyor zurnalar çalınıyordu bizim yüzbaşı fırsatını bulup boyalıca köyünün muhtarı sarı ali’yi yanına çağırmıştı (çankırı’lı şairferhat ata’nın dedesi) konuşmalarına kulak misafiri oldum:

“ - bana yardımcı olacak mısın ali?”



“ - baş üstüne paşam” dedi



- sarı ali bu... baş çavuştan yukarılara “paşam!” diye konuşurdu

yusuf’la vidinli birden gülerek ağlamaklı halden neşeye geçivermişlerdi

madıkça ve eli kolu bağlı yörelerinizde islamın bay­ rağını dalgalandırmadıkça sizlerin de ameli noksan olur, ibadeti makbul ola­ maz.” DURLANIK’IN a.g.e., s. 18

214

Hatıratı,

- yüzbaşı, boyalıca’lı sarı ali’den cephaneyi ankara’ya taşıyacak seksen kadar kağnıyı yarına bulmasını istiyordu!.. sarı ali sabaha kadar köy köy hane hane dolaşmış fazladan yüz kağnıyı gün atarken şube önünde hazır etmiş... muhafız biraz duraladı bir soluk da burada aldı

- meğer ankara’dan emir gelmiş topçu alayı polatlı’ya gidecekmiş bizim yüzbaşı:

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA



“- alay nasıl olsa gidecek birlikte yola çıkar kafilenin emniyetini de sağlamış oluruz” diyordu cephanenin yüklemesi bitince hacı tevfik efendi dua yaptırmış kafile vedalaşarak yola çıkmış topçu alayı’na vardıklarında yüzbaşı gidecek olan alayı bir komutla dışarı çıkarmıştı biz ankara’ya gitmemiş kışlada kalmıştık

‘kağnı kolu şanslıymış doğrusu muhkem bir alayla yola gidiyorlar! ılgaz dağlarında ne korkular çektik bizi’ yusuf bunları sesli söylemek isterdi ahmet emmiden ders almışa benziyor...

- kağnı koluyla birlikte yürüyerek geceleri köylerde konaklayarak gündüzleri yol almışlar sonunda kafileyi salimen sarı kışlaya ulaştırmışlar sonra topları trene yükleyerek polatlı istasyonuna varmışlar meğer bütün ahali perona çıkmış beklermiş “işte kafkas topçu alayı!..” “işte kafkas kartalları!..” diye bağırarak alkışlarla alayı bağırlarına basmışlar

vidinli bir daha göğüs geçirdi kim bilir aklına neler gelmişti... 215

Vadi ÇİÇEKLİ



- bizim alay kartaltepe’de ankara boğazını tutmuş toplarını tepelere yerleştirmiş mermileri sığınaklara istif etmiş sonra sabırla beklemeye başlamışlar... bir gün şifreli bir mektup gelmiş ertesi gün mustafa kemal paşa fevzi çakmak paşayla alayı teftişe gelmiş... bir kıta askerle selama durmuşlar mustafa kemal paşa yanlarına geldiğinde yüzbaşı ve halim başçavuşla konuşmuş:



“ - nasılsınız kafkas kartalları?”



“ - sağol paşam!”



“ - burada kimi bekliyorsunuz?”



“ - parçalanacak kara kuşları paşam!”

Fevzi paşayla gülüşmüşler mustafa kemal paşa:

“ - peki binbaşı yahya yarın şafakla beraber hazır ol!”

diyerek bir sözü ile binbaşılığa terfi ettirmiş bu konuşulanlardan hepsi de etkilenmişti muhafız birden susmuş bir sessizlik çökmüştü hiç birisi çıkış yaparak bu sessizliği bozmak istemiyordu 216

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

kafkas topçu alayı önce polatlı’da sonra sivrihisar’da yunan cephesini hallaç pamuğu gibi atmıştı aradan aylar geçtikten sonra iki aylık evli olan yahya bey’in kocatepe boğazı önlerinde şehit düştüğü haberi gelecekti izmir’in alındığını görememiş mezarı aranmış ama bulunamamış topluca şehitliğe gömüldüğü öğrenilmişti (abisi ve yeğenleriyle birlikte çektirdiği uçları yırtık siyah beyaz bir fotoğrafta sağ elini tıpkı napolyon gibi ceketinin içine sokmuş yüzbaşı yahya ama ufuklara mustafa kemal gibi bakmakta!) 62

- yörüsene len! sünepe tavuk gibi ne geziyon orta yirde..!

nefes nefese kalan ve yaşmağı açılan bir kadının cırlak bağırtısı sessizliği bozdu sonunda kaybolan çocuğunu bulmuştu

62 “Sakarya Meydan Mu­ harebesinde Kolonkaya Çarpışmalarında şehit olan Yüzbaşı Yahya Efendi ve ailesini gösteren re­ sim” Osmanlı Belgelerinde ÇANKIRI, a.g.e, s. 185

217

Vadi ÇİÇEKLİ

3 yusuf önüne bırakılan gözlemeyi ısırmak üzereydi ki gözü ilerideki tümseğe ilişti tilki kulaklarını dikmiş kendisine öylece bakıyor! fareyi köstebeği izinden bulup ininden çekip çıkartan tilki gözlemeye mi göz dikmişti? kafiledeki yüzlerce kişiye az önce gelen çobanın indirdiği sürüye hissettirmeden buraya kadar nasıl gelmişti? aceleye getirmeden yemeğini bitirdi ahmet emmi tabakasını çıkarmıştı tütünlerini sararlarken usulca kalktı elinde gözlemesi tümseğe yanaştı gene karşılıklı bakıştılar! ne kadar kalmıştı bilmiyor... dönerken şunu düşünüyordu: ‘bu toprağın darda kalınca mermi çeken kadını kadar tilkisi bile böylesine yiğitti’ döndüğünde söğüdün altında kimseyi bulamadı fırsat bu fırsat deyip tomarları çıkardı: “14 kanun-i sani 337 Arkadaşlarla birleşerek eşyalarımızı hayvanlara yükledik. Saat 07.00’ye geliyordu, bizde İnebolu’yu selamlayarak Kastamonu’ya giden şose yolunu takip ettik. 218

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

Vadi’yi geçtikten sonra inebolu Dağını tırmanmaya başladık. Beş arkadaştık, artık hiçbir şey düşünmüyorduk. Bir müddet daha gittikten sonra bir hana nazil olduk, vakit öğle idi. Karnım zil gibi ötüyordu. Bu handa bir saat kadar mola verdikten sonra yoluna devam etmeye başladık. Bir saat kadar gittikten sonra Şeytan Boğazı denilen mahale geldik. Burada yolcuların konaklamaları için bir iki han bulunuyordu.” (yusuf’un hesabına göre bu hanlar küre’ye varmadan önce geçtikleri hanlar olmalıydı) ... yusuf, dalıp giden vidinli’yi konuşturarak laf almak istiyordu : - emmi bu düzlükten sonra dönbelek yazısı’na mı girecez?

- rahmet yolu bozduysa çamur geçit vermez...

germece rampası çıkılımış hayvanlar biraz olsun rahatlamış at arabaları düzlüğe çıkınca hızlanarak kağnılarla olan arayı açmışlardı



- dönbelek dedikleri yerdir orası 63 bakalım kimlerin kağnısı saplanıp kalacak? haydi hayırlısı...

yabancısı olduğu biri konuşmuştu... kimdi bu? arkaya döndüğünde güleç bir çift gözle karşılaştı

63 ‘Yolun zor kısmı İnebolu’nun ikiçay’danÇatalçeşmeye kadar, Topçuoğlu, Kayguncak, Küre, Ecevid yokuşları idi. Yokuş başlarında bütün arabaların çiftelendiği yani bir arabadan çıkarı­ lan çift atın diğer araba­ nın ok başına takılarak yokuş başına varılması demekti. Böylece bir­ birine yardımla maniler aşılırdı. Yağmurlu çamur­ lu zamanlarda bu usûl kullanılır. Çankırı’nın Dön­ belek Yazısının çamu­runu aşmak arabacılar için ölüm sayılırdı. Arabacılar köylerinde babaları, oğul­ ları, anaları ile değişmeler yaparlar ve bu yüzden ge­ cikmeler olurdu. Bu­nunla beraber arabasında hav­ yanını süren her kadın, erkek ne taşıdığını, ne için ve nereye taşıdığını bilir, hayatı pahasına da olsa mahalline ulaştırırdı...” BAŞBUĞ, a.g.e., s.90

219

Vadi ÇİÇEKLİ

64 “Bu köy Çankırı ilin-dedir. Yüz evli azim bir köydür. Bir camii vardır. Burada Ziyaretgâh Mustafaşah Dede Camiine geldik. Burası bir tekkey-i azim olup gündüz ve gece büün zengin ve fa­kire yemeği boldur. Türbeyi paşa ile ziyaret ettik. Bu­ rada tekkeneşin Mustafa Dede Azizin ırkı tahirinden (temiz soyundan) gelmiş ilim sahibi hoş sohbet, iyi ahlak sahibi bir zattır Var-dar Ali Paşa’ya büyük bir ziyafet çekti ki sabah­ tan ikindiye kadar bütün askerle yemek yedikleri halde yine çimenler üze­ rinde ne­fis yemekler dolu sahanlar artmıştı. Her sene şeyh kendi atların­ dan birini kur­ban ederek tekke civarında kartallara ziyafet verirdi. Her sene kartallar başka yemek için bir şey aramaz-larmış. Şeyh ava meraklı bir zat­ tır. Doğan yerine ka­rakuş besleyip kaffe-i vahşi hayvanları bu karakuşlarla avlarmış”, demek suretiy­ le Karamustafa Dedenin köyü ve tekkesini bu şe­ kilde izah etmiş oluyor.” Tayip BAŞER, Çankırı Karatekin Uluları, Ajans Türk Matbaası, Ankara, s. 19

220

aksakallı bir adamdı konuşan başında külahı yaşının aksine yere sertçe basan heybetli bir görünüşü vardı... yusuf şaşırıp duraklamış vidinli kaptırıp gidince güleç gözlü ihtiyarla geriye düşmüşlerdi kağnılar önleri sıra gittiğinden gıcırtılarını da görüşmüşler aksakallı ihtiyarın söyledikleri biraz daha anlaşılır hale gelmişti soldaki tepenin yamacında konak köyü görünmüş aksakallı köyün üzerinde ki tepeden kendilerine doğru bakan türbeye edeplice bir besmele çekmişti..:

- burada yatan zat-ı muhterem “kara şeyh” isimli bir mübarek kişidir 64 oğullarına vasiyet etmiş: “bırakmış olduğum tarlanın geliriyle burayı ziyarete gelen misafirlerin fakirlerin karnı doyurulsun”demiş geride kalan çocuklarının da bu vasiyete uymalarını istemiş rahmetli misafir sever biriymiş...

aksakallı susmuştu bu ihtiyarı hiç görmemişti acaba kafileye nerede katıldı? bir komşu köye mi gidiyor?

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

böylesine yaşlı adamı kolbaşı yapmazlar memleketini ve adını sorsam mı acaba?

- misafirin karnını doyurmak yer gösterip yatırmak herkese nasip olmaz oğul... adamın biri kalkmış: “benim malım, benim atım” diyor... mal kendinin olunca kolay verilmiyo ki! “mal da senin, ben de senin” diyebilse... kavga bitecek hırs gidecek ama kolay değil bunu dimek

aksakallı bana mı söylüyor bunları? sanki kendisiyle konuşuyor gibi! yusuf şaşkına dönmüştü bir yandan da meraklanmış söylediklerini kaçırmak istemiyordu - şeytan kalkmış “sen sensen ben de benim” demiş! adam: “benim malım” diyor... “ben” deyince öyle bir sınarlar ki adamı bu yolda bir yere varanlar hiç olarak varmışlar kendilerini toprakla bir tutmuşlar yunuslar mevlana’lar böyle olmuşlar.. yusuf un kafası karışmış ‘bu yolda bir yere varanlar..’ hangi yoldu bu?

- eğer bu dünyada bir sıkıntıya düşersen rabbine dönüp: “rabbim sıkıntım var” deme sıkıntına dönüp: “benim rabbim var” de ! 221

Vadi ÇİÇEKLİ

dayısının da böyle konuştuğu olurdu aksakallıya dayısından söz etse miydi?

- niye ölüyor cephede memetler? sen niye düştün yollara gidiyon? üstüme farz değilken ben niye kalkmış seninle konuşuyom? hep imtihan için geldik bu aleme adamı malıyla mülküyle karısı ve çocuklarıyla imtihan ederler yeri gelir beşikteki çocuk sigaya çeker adamı fesinle kavga ettiğin olur anlayacağın oğlum her an imtihandayız...

ne imtihanıydı bu? konuştukları anlaşılıyordu ama ne anlama geliyordu? bir türlü kavrayamıyordu

- imtihanı geçtin mi ne mutlu sana... kaldın mı hapı yuttun! aynı sıkıntıdır gelir başına diyelim geçtin imtihanı ama orada da rahat yok kolay mı sınıf atlamak? adama kök söktürürler türlü sıkıntı türlü bela köşe başında yakana yapışır velhasıl imtihanı atlamak da kolay değil

tuhaf bir esinti olmuştu sanki zaman durmuştu 222

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

sesi kesildi niye konuşmuyor? yana döndüğünde kimseyi göremedi! uzaklaşan bir karartı gördü yalnızca konak köyü yolunda uzayıp giden bir karartı bu aksakallı olmalıydı yoksa hayal miydi gördükleri? tarifi güç bir boşluk neresinde durduğunu kestlremediği bir boşluk İçinde kaybolduğunu hissetti ... konak köyü böyle geçilmişti ayan köyü’nü aşan katırcılar ankara’ya varmış olmalıydılar bu duyulan çıngırak sesleri başka katır kolunun işaretiydi... iyice yorulan katırların körükle ısıtılıp tavlanarak çekiç ve örsle dövülerek şekillendirilen çanları çıngırak sesi olarak kafileye gittikçe yaklaşıyorlar kafile iyice yavaşlamış çocuklar kağnılara oturmuşlardı katırcılar kavuştukları kafileyi selamlayarak geçip giderlerken iki katırcı ağası yavaşlayarak önleri sıra giden akrabaları ümmühan bacıyı görünce durdular bunlar yeni ali ile abdurrahman ağaydılar katırcılara dönerek:

- gide durun eyleşmeyin yol ayrımında kavuşuruz, dediler 223

Vadi ÇİÇEKLİ

hitit’ler zamanından kalma o günlerde ismi “hanhana” olan inandık köyü yol ayrımına gelinmişti (altı taş üstü kerpiç evlerde oturan nüfus bugünlerde otuz haneye kadar düşmüş...) garip bir sessizliğin uzayan ıslığı kulaklarına kadar yaklaşmış kağnılar bile ses vermez olmuş bozkırda yaşam sanki birden durmuş hayvanlar dönbeleğe yaklaşıldığını anlamıştı!.. o eski zamanlarda hüseyindede boğazköy ve alacahöyük gibi yörelere inandık köyü üzerinden gidilirmiş burada çıkartıldığı için ”inandık vazosu’ olarak anılan bu vazonun bir benzeri de hüseyin dede tapınak kazılarında çorum’da ortaya çıkartılmış olan hüseyin dede küçük vazosu’ydu... 65 “Anadolu’nun kültürel yönden yaratıcı ve zengin geçmişi, kendine özgü bir boğa üzerinde durma ha­ reketinin tüm tasvir zen­ ginliği ile Eski Hitit Çağın­ da ortaya çıkmasına ne­ den olmuştur. Dolayı­sıyla, Hüseyin dede “boğa üzerinde durma” şema­ sı, diğer “boğa üstünden atlama hareketleri”nden tamamen farklı, Anadolu Hitit Kültürüne özgü ba­ ğımsız bir tasvirdir.” Tunç SİPAHİ, V. Ulusla­ rarası Hititoloji Kongresi Bildirileri, Çorum 02-08 Eylül 2002, Nokta Ofset, Ankara, 2005.s.11

224

yüzyıllar geçtikten sonra bu vazo üzerinde adamı şaşırtan ege’deki örneklerinden çok eskilere girit’ten bile eskilere giden kadın figürler elele tutuşarak birlikte halay çekmekte erkekler boğanın üstüne sıçrayarak ‘boğa üstünde durma becerisi 65 göstermekteydiler... aynı yöre kazılarında ortaya çıkartılan büyük hüseyin dede vazosu tirizlerinde ise fırtına tanrısı teşüp’ün kutsandığı

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

ilkbahar şenliğinde (hıdırellez...) kutsal bir evliliğin aşamalarını gösteren figürler vazo üzerine resmedilmişler... resimler dile gelmiş konuşuyor sanki... en alt bantta: gücün ve bereketin simgesi fırtına tanrısı teşüp’ün kutsalı sayılan çatalhöyük duvarlarındaki boğalar yola çıkmış ayine gidiyorlar... ikinci bantta: kurbanlık hayvanlar hediyeleri tapınağa götürüyor... üçüncü bantta: dans eşliğinde kutsal gelin evliliğe hazırlanıyor... dördüncü bantta: saz çalan İki erkek çalpara (zil) çalan bir kadın ve parmaklarını şıklata şıklata tarpaskana oynayan kadınlar kutsal eşyaları taşıyan iki öküzün çektiği kağnıyla... yanlış duymadınız! 4.000 yıl öncesinin kağnısıyla 66 yola düşmüş tapınağa doğru gidiyorlar böylece hitit’de yaşam gün ışığına çıkıyor... o garip sessizliğin uzayan ıslığı sonunda kesilmişti... belli ki rüzgarın işiydi! birden kaç dağı ve tepeyi aştığı ve nereden geldiği kestirilemeyen bir ezan sesi uzaktan iniverdi yazıya buda mı rüzgarın işiydi!..(derken) ortalık toz duman!

66 “Alişar ve Boğazköy’de ele geçen birkaç parça dışında yük arabaları ya da kağnı­lar konusunda bilgilerimiz azdı. Şimdi bu sahneyle Hitit Savaş ya da Tanrı Arabalarının dışında, yük arabalarının şekli konu­sunda da bir fikir edinmek mümkündür.” Tayfun YILDIRIM, Eski Hi­ tit Çağı’na Ait Yeni Bir Kült Vazosu, Anadolu Medeni­ yetleri Müzesi 2005 Yıllı­ ğı, Ankara. 2006. s.347

225

Vadi ÇİÇEKLİ

müzedeki vazo yerinde dursun ama durmuyor işte alacahöyük’de asırlardır toprak altında unutulanlar varla yok arası süregelen sürtüşmede kuantum’un açmazı çöküyor yörenin üzerine vazonun üzerinde ritmi götüren çalpara yüzyıllar öncesinden sese dönüşüyor! duyulan kudüm sesi midir? yoksa... semaya mı dönüşüyor tarpaskana? hayal midir gerçekte yaşanan? birden ortalık toz duman! asırlardır ses çıkarmadan dönerken gezegenler ve galaksiler atomlarda ki kuantiar ve kuarklar başka bir dalga boyutuna tutunan ne çok vazo ne çok kuantum var! duyulan kudüm sesi değilse yerin altından gelen bu sesler neyin habercisidirler? neler oluyor? toprak mı sarsılıyor? boşalan enerji dedikleri o şey yeraltında unutulan labirentlerde avare gezinen proton hzmelerini ışık hızına doğru mu iteledi? kafa kafaya mı tokuşuyorlar? burada gömülü yatan şeyler dönerken kütleye mi dönüştüler? çatalhöyük’den başlayarak nerede gömülü yatıyorsa hitit’den kalan vazolar mantar gibi patır patır yerden gün ışığına çıkıyorlar!.. 226

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

firizler yerinden oynamış... firizler oynar da kağnılar durur mu? sayısı gittikçe artan kağnılar vazolardan artık aşağıya iniyorlar! aynı hava ve aynı toprağın adamları aynı yamaçların üzümlerini yiyenler aynı rüzgarda çamaşır kurutan kadınlarıyla çankırı kafilesinin peşine takılıyorlar! aynı yollardan bir daha geçecekler takılıyor peşlerine bütün anadolu yükleri düğün hediyesi değil kurtuluş’un cephanesidir yönlerini tapınağa değil ankara’ya çevirmişler!

227

Vadi ÇİÇEKLİ

4 arkadan gelen at arabaları önleri sıra yavaş giden kağnılara kendilerini uydurmak zorundaydı kel imam iyi ayarlıyordu mesafeyi birde yolda aldığı köylü bu kadar konuşmasa ne iyi olacaktı...

- kervanlar eskiden belli bu yöreye gonup göçermiş tünedikleri için tüneye çıhmış adı...

tüney jandarma karakolu kıyısından gelen kağnı kollarının devir teslim noktasıydı. çankırı’an hareket edenler kaleciğe kadar gidecekti karakolun çevresinde jandarmalar ve kağnılar bizi bekliyordu. jandarmalar dikkatle sevk pusulalarıyla devir teslim yapıyordu karakol kumandanları teslim alacak 8 kağnı eksik çıktı gönüllü olarak ankaraya gidecek 8 kişi lazım dedi yusuf ve kıyısın köylüler ve kolbaşı vidinli gönüllü oldu mola verildi ihtiyaçlar giderildi yemekler yenildi yeni kağnı kolu ankaraya eski kağnı kolu çankırıya yöneldi

228

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

köyün çıkışında dömbelek yazısı vardı çanak şeklinde bir yazıydı her yağmurdan ve karlar eridikten sonra bataklık olurdu yağmur yağmazsa bile dibi hep çamur yumuşak toprak olurdu elli adım kadar ileride vidinli’nin olduğu yerde bir sıkıntı yaşanıyor

- başka dilekte bulunsaymışıh!

bu konuşan vidinliydi kafile durunca iş anlaşılmıştı ümmmühan bacının kağnısı çamura girmiş! yeni ali ile abdurrahman ağa iyi ki birlikte geliyorlardı kağnının çamura girdiğini görünce hemen bir tarafından kavramışlardı

229

Vadi ÇİÇEKLİ

yusuf’la vidin’li öbür tarafına yapışmış kağnıyı çamurdan çıkartalım derken tekerleğin biri ortadan yarılıvermiş dizlerine kadar çamura batmışlar mermiler çatıdan kurtulan kiremitler gibi kağnıdan birbiri sıra dökülüvermişlerdi geriden gelen arabacıların da yardımıyla ellerini daldırarak mermileri çamurdan çıkardılar kurulayarak elden ele kağnılara aktardılar ümmühan bacının kağnısını kaldırıp kenara attılar... ümmühan bacı çaresiz toprağın üzerine çökmüş kağnısını öksüz çocuk gibi yolun kenarına bırakmak içini burmuşa benziyor boşa çıkan öküzler hatice kadınla yanığın emine’nin yedeğine verilmiş işin bittiğini gören kolcu başı çıkış komutunu vermiş kafile yürüyüşe geçmiş arkadan gelen arabacılar da onları geçip gitmişler bizimkiler geriye düşmüşlerdi kafile artık görünmüyordu ümmühan bacı üzüntülü çöktüğü yerden söyleniyor: 230

- çok didiler emme değiştiremedik şu gağnıyı yirine bi öküz arabası alamadık...

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

iki katırcı da helalleşip ayrılmışlar vidinli, ümmühan bacı, hatice kadın yanığın emine, yusuf ve kağnılar bozkırın orta yerinde kalakalmışlar vidinli’nin yüreğini bir korku sarmış ‘hayıra çıkar inşallah!’ diye aklından geçirirken eli tüfeğine gitmişti iyi ki de gitmişti

- hayyyt..! kıpraşmayın ulan!

nereden geldi bu ses? arkalarına doğru aranıyorlardı ki tepenin ardından dört atlı çıkıverdi! kadınlar kağnıların ardına sinmiş yusuf ayakta öylece kala kalmış gözü vidinli’ye doğru kaymıştı vidinli otomatiğe bağlamış gibi tüfeğini atlılara çevirmiş dirseğini göbe yanağını kabzaya dayamış bir fısıltı halinde konuşuyordu:

- gez göz arpacığı hizalaaa.. eşkiyayı hendeğe yuvarlaaa... gez göz arpacığı hizalaaa..



- duingggyeeaaaa!...

winchesterin sesi bozkırı inletti... atlılardan biri düştü atından yuvarlandı aşağı doğru geliyor vidinli istifini ve duruşunu bozmamış 231

Vadi ÇİÇEKLİ



- gez göz arpacığı hizaiaaa...

atlılar duralardılar şaşkınlık yaşanıyor! bozkır ikinci defa daha güçlü inledi:

- duingggyeeaaaaaaa!...

atlılardan biri büküldü atın sırtında ama düşmedi direniyor çıktıkları tepeye doğru dönüp dolu dizgin uzaklaşmaya başladılar kaldırdıkları toz tepenin ardında bir süre kaldı sonra alçaldı bozkır eski halini aldı... vidinli doğruldu çöktüğü yerden yusuf olayın heyecanını atamamış yanığın emine yerde yatan eşkıyanın tepesinde dikilmiş tekmeliyor:

- domuzun dölü seni... geberdin mi hayın?

vidinli eli tetikte eşkıyanın yanına geldi paçasından tuttuğu gibi bir bacağından havaya kaldırdı sürüyerek kağnının arkasına uzattı

- gebermlş it oğlu it... ayağından sürüyelim de yolumuzdakl eşkıyaya ders olsun!

iki ayağını urganla bağlıyarak kaldırdı urganın boşta kalan ucunu gerdirerek göbün üzerindeki çomağa doladı 232

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

panik atlatılmış yol hazırlığı başlamıştı yanığın emineyle ümmühan bacı önde hatice kadın ortada vidinli ile yusuf arkada üçlü kağnı kafilesi yola koyuldu yusuf arada bir arkaya dönüyor ayakları kağnıya bağlı sırtı yerde kolları o yana bu yana çarpan üstündekiler gittikçe azalarak çıplağa dönüşen eşkıyaya bakıyor acımaya başlıyor aslında ona kadınların görmesini istemiyordu vidinli sessizliği bozdu:

- çankırı’da kolcular vardı bi zamanlar kaçakçıya aman vermez tuttuklarını içeri dıkarlardı kaçakçı korkmaz köyü basar zorla tütün dağıtır paralarını alır sonra türkü çığırırlardı millete nam olsun deyi

anımsamaya çalışıyor ensesini kaşıyordu

- hah buldum yiğen!

kadınlara duyurmadan usuldan mırıldanmaya başladı:

demet tütün kıyılacak çankırı’da duyulacak

233

Vadi ÇİÇEKLİ



kolbaşı vurulacak beyler haberiniz olsun ...

hava iyice kararmış üçlü kağnı kolu uzaktan kafilenin ışıklarını görmüştü meğer tüney’e yakın olan satılar köyü arazisinde mola verilmiş ateşler yakılmış yemekler yenmiş yaşlılar halka halinde toplanmış kadınlar ve çocuklar az ileride sırtları dönük öbek oluşturmuşlardı üç kağnıyı görünce ayaklandılar:

- nirde galdınızgız? meraktan öldük billa bu yana dolanın hele...

kağnıları kenara çekip öküzleri kurtardılar aralarında hararetli bir konuşmadır başladı yusuf gördüklerini bir de kadınlardan hatice kadınla yanığın emine’nin ağzından dinlemek istiyor ama yanlarına yaklaşamıyordu yaşlıların yanına vardığında herkesin baskını öğrendiğini anladı kağnının arkası meraklılarla dolmuştu

234



- yahu vidinli eyi etmişin de bu deyyus sabaha gadar gohutur burayı!



- köpek çakal dirlik virmez - angara’ya üç günlük yol - var bekletemeyiz o gadar...

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA



- doğru söylüyo dedem vidinli inadı bırah atalım bir çuhura örtelim üstünü getsin

vidinli başa çıkamayacağını anladı aslında hak ettiği dersi almıştı eşkıya

- bana ilişmeyin de ne halt iderseniz idin

yusuf, vidinli’yi hayranlıkla seyrediyor bir yandan da önüne konan bazlamayı ağzında geveleyip çiğneyip yutuyordu kafileyi beklerken meraklanan kadınlar gecikmenin nedenini anlamış ortalık yerde geziniyor kağnının altında yatan adamlıktan çıkmış eşkiyaya uzaktan uzağa laf atıyorlar:

- yağlı gurşunlara gidesi yuvana baykuş tünesin emi !



- boyun poşun devrilsin !



- boyu posu mu kalmış bacı devrilmiş yatıyo görmüyon mu ?

dedelerden biri hırslı bir şekilde kadınlara yöneldi:

- yitti artıh gadınlar deli danalar gibi böğürüp durman 235

Vadi ÇİÇEKLİ

topladıkları çalı çırpı bitmiş ocaktaki ateş sönmek üzere... bir iki gaz lambası kısıkça yanıyordu mermi sandıkları yere indirilmiş üzerlerine şilte kilim serilmiş kimi yatmış kimi yatmak üzereydi gökyüzünde yıldızlar ateş böcekleri gibiydi yusuf günleri saymayı bırakmış ankara’da kendini neler bekliyor? düşünüyor işin içinden çıkamıyordu üsküdar’ daki mahalle mektebini nalbant dükkanını anımsadı haydarpaşa tren istasyonunda babasını askere uğurladıkları günü sanki ayniyle şimdi yaşıyordu... buğulu kompartman camları peronda yapış yapış gezinen yanmış kömür kokusu sanki çok yakınında bir yerdeydi dağılan lokomotif buharının yüzüne değdiğini hissetti birden içi ürperdi yorgan aşağı doğru kaymıştı başına çekti uyumalıydı yakın bir yerlerden ağustos böceklerinin cızırtıları köpek havlamaları geliyor horultular birbirine karışıyordu şimdi uyumak ne kelimeydi geldiği gibi gitmişti uykunun tutmadığı zamanlarda alışkanlık haline getirdiği 236

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

kağıtları okuma dürtüsü galip gelmişti ... “Akşam üzeri saat 18.30 da küre-i nuhas’a vasıl olduk. Tevekkuf etmeyerek bu nahiyeden geçtik. Kağnı kafileleri, deve ve hayvan katarlarıyla yolumuz oldukça kalabalık idi. (küre’ye ancak gelebilmişler, durmadıklarına göre yola devam etmiş olmalılar) Bir müddet daha gittikten sonra ormanlık içinde bir ziya göründü. Cümlemiz sevindik. Ecevit! diye bağırdık. Ecevit’e dahil olduğumuz zaman İsmail Ağa’nın hanına nazil olduk. . . . B u ismail Ağa yetmişlik güzel kalpli bir ihtiyardır, sakallı süt gibi beyaz, misafirinin istirahatini temine meraklı bir zattır. Bize derhal sıcak bir çorba, yumurta ve yoğurt getirerek karınlarımızı doyurdu.”

- doğru söylüyon! bizim de karnımızı doyurmuştu Allah ona uzun ömürler versin

yüksek sesle söylediğinin farkında değildi... “İnebolu - Cide tam kırkbeş kilometre imiş, demek ki biz tam bir günde kırkbeş kilómetro yol yürümüşüz, fevkalade yorulmuşuz. - kağnı koluyla gitsen bu kadar yol gidemezdin... ... İsmail Ağa’nın tedarik ettiği temiz yataklara girerek yarın ki yolculuğumuza devam etmek üzere kendimi derin bir istirahate atmıştım.” 237

Vadi ÇİÇEKLİ

o da kendini uykuya atmalıydı birinci tomar bitmişti ama kendi de bitmişti bu kadarını sokmuştu ya vakit bulursa ikinci tomarı da verilen başka bir molada okurdu tomarları katlayıp cebine koydu horultular iyice yükselmişti kendisine doğru seslendi:

238

- yarın yorucu geçecek artık uyumalısın!

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

5 gürültüye uyanmıştı sabahın alaca karanlığında bağırtılar ve kağnı gıcırtıları yine ortalığı inletiyordu silkinip ayağa kalktı yorganı kilimi üzerinden attı vidinli öküzleri koşmuş yola sokuyordu kağnının ardı sıra sürükleyip getirdiği eşkıyanın cesedini yerinde göremedi geceden atmış olmalıydılar... yola çıktıklarında çoktan gün ağarmış kızıllık yerini süt mavisi bir aydınlığa bırakmıştı bazlama şimdilik açlığını yatıştırmaya yeterdi vidinli’nin yürürken sırtına çapraz astığı güneşte parıldayan tüfeğine gözü kayıyor ne zaman yarılacağım merak ettiği çarığına arada bir göz atıyordu gevenlerle kaplı bir tepeyi geçince çandır bucağı da gözükmüştü ayağına çabuk olan at arabacıları arayı açtıktan sonra geriye dönüp ‘hızlanın miskinler’ der gibi bakıyor bu bakış bu saatten sonra bir işe yaramıyordu kafile durunca iş anlaşıldı çandır jandarması yolu kesmiş... köyün çocukları çekinerek geldiler yöreyi kasıp kavuran sıtma bu çocukların karnını şişirmiş gülmeyi ve sormayı unutmuşlar 239

Vadi ÇİÇEKLİ

bakışlarına bir donukluk inmişti sanki birden yaşlanmış gibiydiler yolun kenarına dizilen kadınlar yanığın emine’ye doğru getirdikleri azığı uzatarak konuşmaya başladılar birkaç yaşlı köylü usulca yanaştı niyetleri köyü çıkana kadar biraz yarenlik etmekti vidinli birden bağırdı:

- bir bu eksikti! şimdi tamam olduk...

kafilenin sonuna koşarak eklenen elinde değnek peşinde köpek gezinen saçı sakalına karışmış garip bir adamı gösteriyordu köyün delisi olmalıydı bu! yaşlı köylülerden biri:

- ekmeğini it yir yakasını bit! bir don bir göynek yaşayıp gider

diğer köylü lafa girdi:

- köyü bırakmaz tasalanman birazdan çekilir gider

dediği gibi olmuş tepeye vardıklarında değneğini sallaya sallaya uzun uzun bağırıp çırpınmış tepe aşılınca görünmez olmuştu 240

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

o bildik kağnı gıcırtıları iniyordu şimdi ovaya... önce hacı köy sonra koçak köyü geçilmişti ilk fırsatta mola verilmeliydi sığırlarda yorgunluk başlamış yemleme zamanı gelmişti uzaktan beliren bir han imdatlarına yetişti çocuklar önden koşarak hanın kapısına vardılar yaşlılar kollarını sıvayarak abdeshane önüne doluştular kadınlardan biri ibriği kaptığı gibi yolun altındaki çalıya yöneldi peşinden bir ibrik, bir ibrik daha ibrik hücumudur başlamıştı ki sert bir rüzgar çıktı aniden havalandı üç beş sığırcık gülüşmeler arasında karnaval yerine döndü kıymete bindi çalılık! milletin karnı doyunca ve yorguluğu çıkınca han odasında her kafadan herkes lafa girer olmuştu:

- olacağı buydu emmi... gitti ağalar paşalar itlere kaldı köşeler!



- yoh yiğenim yoh... hangi biriyle uğraşacan ki! 241

Vadi ÇİÇEKLİ



- bunlarla cenderme baş edemiyo...



- köylüyü malamat etti bunlar...



- avâre gezdikleri yetmez sapa yerde adam döverler

konuşması gerekenler konuşmuyordu bir ara herkes susar gibi oldu bunu fırsat bilen kadir ağa sertçe lafa girdi:

- çenegize hırsız daşı değe... az susun da biz gonuşah! bu tarafın eşkıyası ırza bahmaz yemeğini yer çeker gider

kadir ağa’ya bakılırsa ölen eşkıya zaten tanınmaz haldeydi yaralıyı arkadaşları bıraktıysa çakallar parçalamış olmalıydı öteki eşkıyalarsa kim bilir kimdi belki aşağı mahmutlar’a sığınmışlardı hacıların süleyman hırsını engellemeye çalıştı oldum olası sevmezdi bu kadir ağa’yı oniki sene öncesine dayanıyordu kızgınlığı amcaoğlu osman’a sertçe dönerek kaşıyla dışarıya çıkmalarını ima etti kapıda sesi sertleşmeye başlamıştı: 242

- ulan ne utanmaz adam bu! görüyon deel mi emmi oğlu nasılda söz sahabı oldu..

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA



cenderme olmasa biliyom ben yapcamı emme

o zamanlar genç delikanlıydılar canı kadar severdi ahmet’i içtikleri su bile ayrı gitmezdi askere birlikte gidecekler dönüşte dabaklığa soyunacaklardı geleceğe yönelik planlar yaptıklarında ahmet’e bir gariplik çöker “evlatlık adamı kim gözetir şahap çıhacah kimsemiz yoh...” derdi çok sıkıntılı günlerdi kıtlık vardı kalecik’in uzak bir köyünden olduğu söylenen çopur’un oğlu diye ünlenen kamil rüştü efendi vali memduh paşa zamanında çubuk çayı otlağında başladığı tiftik keçisi işinden iyi para kazanmıştı sonraları “tiftiğin tadı kaçtı” diyerek terbiye edilmiş olan ipek kozasından sağladığı ipeği bursa’ya yollayarak köylüye göre: akçesine akçe katmıştı artık tefeciliğe de başlamıştı yüksek faizle çifçiye para veriyor azıcık bir alacağı için gözünü kırpmadan değirmenlere el koyuyor bağı bahçeyi alıyordu iki sefer evlenmiş çocuğu olmamıştı koca karı ilaçlarından da hocalardan da ümidi kesmiş kendini iyiden iyiye tefeciliğe vermişti o sıralar tifo salgını baş göstermiş küçük ahmet bu salgında annesini ardından babasını kaybedince 243

Vadi ÇİÇEKLİ 67 Kasame kısaca söyle ya­ pılır: Mesela bir köyde, kim­ senin mülkü olmayan mahalde öldürülmüş bir insan cesedi bulunur ve ölünün velisi, «Onu siz öl­ dürdünüz» diyerek haki­ min huzurunda, köy halkı aleyhine dava açıp kasa­ me talebinde bulunursa, hâkim köylülere, İddia karşısında ne diyecekle­ rini sorar. Köylüler iddiayı reddederlerse ölünün velisi köyün erkeklerin­ den elli kişiyi seçerek hâkime gösterir. Hâkim, bunlar­dan her birine ye­ min teklif eder. Bunlar da, ölüyü kendilerinin öldürmediği­ne ve katilini de bilmedik­lerine yemin ederler. Eğer hepsi böyle yemin ederse, bütün köy halkına ölünün diyeti pay edilir, içlerinde yemin et­ mekten kaçınan­lar olursa hâkim bakar, eğer ölünün velisi kısası gerektiren bir iddiada bulunmuşsa bu kişiler ye­min edinceye veya öldür­düklerini itiraf edinceye kadar hapsedi­ lirler. Fakat ölünün velisi diyet cezası verilmesini gerektiren bir iddiada bulunmuşsa o takdirde, yemin etmekten kaçınan kim ise, bütün diyet ona ödettirilir. Kendine yemin teklif olunan kişi, katilin kim olduğunu bilirse, ye­ min ederken, “Onu ben öldür­medim, falandan başka katilini de bilmem.” diye yemin eder. http:llwww. turkhukuk. info/osmanli-devletindeceza-yargilama-hukuku. html

244

çocuğu olmayan kâmil rüştü efendi bunu kendisine bağışlanmış bir fırsat olarak algılamış evin kadınları da kısa zamanda küçük ahmet’i bağırlarına basmışlar nedendir bilinmez tefeciliğe başladığı günlerde evlatlığından giderek soğumuş bayramdan bayrama el öptürür olmuştu ahmet’in “evlatlık adamı kim gözetir” dediği o kuraklığın sürdüğü günlerdi çiftliğe kendisini görmeye geldiği bir gün çekinerek heyecanlı bir şekilde anlatmıştı bu kadir ağa ile küçük analığını otların içinde sevişirken görmüş... kadir ağa’da onun seyrettiğini görmüş... çok korkmuştu ne yapacağını bilemiyordu bu olayı gizlemeye karar vermişlerdi birkaç gün sonra köyün altında buldular ahmet’in cesedini kamil rüştü efendi “onu siz öldürdünüz!” diyerek kadının huzurunda köylüden davacı olmuş kasame 67 isteğinde bulunmuştu bu: köylünün içinden kendisinin seçtiklerine kadının dönerek “suçlamaya ne diyorsunuz?” demesiyle yürüyen mahkeme süreciydi... bütün köylü görmediğine yemin etmiş biçilen diyeti köylüden çatır çatır almıştı ahmet aklına düşünce süleyman iyice hırslanmış söylenip duruyordu:

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA



- ulan ne arlanmaz adam bu! hâlâ sesi geliyo yukarıdan

… [necipoğlu 1930 kalecik doğumlu civar köylülerden ismail şahin geçmişte olanı araştırmış sorunca da anlatmıştı: -”..eşkıya yol keser köye iner milletin üstünde başında ne varsa alır gidermiş... sanki konuşan kadir ağaydı aynı diklenme aynı ses tonu(!) -..daha nediyim sana nasılsa sorar öğrenirsin bir yığın eşkıya kalıntısı gaf alarma estikçe çıhar millete dirlik virmez yol kesermiş...”] ismail şahinin anlattıkları kadir ağa’nın anlattıklarına ne kadar da benziyor! ağa lafı ballandırarak anlatmayı fazladan çok seviyordu anlattıklarını seslerini kesmiş dinliyorlardı kadir ağa sözü bir yere bağlamalıydı:

- gündüz külahlı glce silahlıdır bunlar... cendermenin müfreze çıharttığı yolda güpegündüz adam soyacak kadar 245

Vadi ÇİÇEKLİ



ileri gittilerse işler vahim! hiç ahlım kesmiyo golbaşının geberttiği yusuf eşkıyası mı yohsam?

güneş sanki gelip çandır’ın tepesinde durmuştu cırcır böcekleri ve guguk kuşları dışarı davet ediyor ama kimse çıkası değil sıcak milleti canından bezdirmiş olmalıydı kalecik’e kadar on beş kilometre yol vardı içeri giren rütbeli kapı ağzında dikilmiş biraz merak biraz da oyalanmak için belki biraz daha dinlensinler diye ayaküstü dikilerek vakit geçirmiş bu ara eşkıyanın ettiklerine kulak misafiri olmuştu:

- emmiler şu eşkıyanın ettiğini pehlivan tefrikasına çevirdiniz akşam olmadan varalım kaleciğe...

yaşlılar toparlandılar hayvanlar koşuldu kafile çandır’dan çıkıp yola koyuldu at arabaları gene başı çekiyor kağnılar olabildiğince birbirine yakın gidiyor öküzler mandalar başlarını hoyratça sallıyor atlar kuyruklarını kırbaç gibi kullanıyordu nereden geldiği anlaşılmayan toz bulutu ve koloni halinde yer değiştiren sinekler gelip yapışarak adamı canından bezdiriyordu 246

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA



- canın çınsın emi! topunuzun Allah belasını vire...

kadir ağa’ydı söylenen sinek yanağına konunca olanca gücüyle vurmuş canı yanmışa benziyordu kel imam’ın arabasına binmiş kalecikte ineceğini söylemişti!

- pek gonuşmayı sevmiyon ha?



- ne idek gadir ağa bek güzel anlatıyon bize gerek kalmıyo... sineklerle aran yok gibi?



- sinek didin de aklıma getirdin dinle bakalım sindi:

bizim tüney’de bi efsanedir anlatılır: delikanlının biri köyden bi kızı sevmiş karanlıktır gece yarısıdır dimemiş kızı yatak elbisesiyle kaçırıvermiş gitmesin diye bir ağaca bağlamış kıza elbise getirmeye köye gitmiş elbiseyi getirmiş getirmesine emme bağladığı ağacı bir türlü bulamamış aramış taramış bakmış olmuyo zabahanan tepenin birine çıkmış bakmış ki sinekler duman olup bir yere üşüşürler gidip baktığında ne görsün evlat kala kala kızın iskeleti kalmış!

- gülme yiğenim türküsü bilem var nasıldı ulan bu türkü? 247

Vadi ÇİÇEKLİ



hah! hatırıma düştü: “gittim tüney’den ekmek getirdim sülük gölünde ben yarimi yitirdim sivrisinek sen yarimi yidin bitirdin bulamadım nazlı yari nidersin”



- millet üşenmeden kalkmış bir de bu illete türkü yakmış!

kadir ağa hırsla kasketi çıkardığı gibi atın terkislndeki sineklere vurmasın mı! birden atlar huysuzlanıp tırısa kalktılar kağnıların yanından önünden dokunarak hızlıca geçiyorlar tekerler taşların üstünden hopluyor mermi sandıkları sağa sola savruluyordu kel imam yerinden fırlamış koşumlara kuvvetlice asılarak durdurmayı zor da olsa başarmıştı

248

- yahu emmi ocağın sönmeye... mermiler patlarsa nideriz?

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

1 eşkıya derdi sinek çilesi derken yavaş da olsa yol alınmış kalecik kalesi görünmüştü çiftlik köy, koyun baba, değirmenkaya ve yakın köyden gelen köylülerle oluşturulan kalecik kafilesine çankırı’dan hareket eden kağnı kolunun devir işlemleri kışlada yapılacak sevk pusulaları kesilecekti yaklaşmakta olan kafilenin gıcırtıları duyulmaya başlamış kışla önünde kalabalık oluşmuştu çocuklar ortalık yerde koşturuyorlardı 68 kağnısı yolda kalan ümmühan bacı gülsüm kadın ve kıyısın’dan gelenler teslimatı işlemleri bittikten sonra çankırı kafilesiyle geri dönecekler... vidinli koluyla gelen hatice bacı yanığın emine, zeliha kadın ve diğerleri devam edecekler kel imam’la gelen bazı arabacıların ankara’ya kadar gitmesi gerekecekti kafile kışla önünde durmuş getirmiş oldukları cephaneyle askerlik şubesi binasından çıkartılan cephanenin tek tek sayımları yapılmış yeni kafileye yüklenmeye başlanmıştı dönüş hazırlığı yapılıyor köylerine dönenler boş gitmiyor ankara’dan hava değişimine gelenlerle

68 “Yine unutamadığımız, o yılların bize göre en etkili olayı cephane ve levazımatın Haymana’ya ve Polatlı Cephesine şevki için kışlanın önünde yapı­ lan ve hemen yaşlı, ihtiyar herkesin katıldığı Uğur­ lama âyini idi. Bu mera­ simin yapılacağı gün biz çocuklar, sabahın erken saatlerinde kışlaya koşar­ dık. Konvoy atlı, eşekli, kağnılı, arabalı oldukça yaşlı amcalardan ve nine­ lerden teşkil ediyordu.” Halit Çevri ASLANGİL. Ha­ lil Hamdi EKİZ, Kalecik’in Tarihi Dünü Bugünü için Bir Araştırma, Kalecik Kül­tür Derneği Yayını, No:l, s.25

249

Vadi ÇİÇEKLİ

kalecik hastanesi’nden çıkan askerleri sual etmeden arabalarına alıyorlardı yusuf dertlenmiş düşünüyordu: cephane buraya gelene kadar ne maceralar yaşanmıştı... kağnılar çamura saplandığında dedelerin gücü yetmiyor kafileyi izleyen çobanlar ve boşta kalan kadınlar sırt veriyordu kağnılara çamura batmaya görsün çarıklar ağırlaştıkça ağırlaşıyordu... mevsimlere bir haldir olmuş kış çok çetin geçmiş ağustosta yağmur düşmüştü gök: ne varsa indiriyordu toprağa toprak: yerde ne varsa ile gökte ne varsa’ nın buluştuğu balçık balçık: kağnının oldum olası sevmediği kağnı: sineği, böceği ve gıcırtısıyla adamı uyutmayan iniltili bir hasta... bu rengi uçmuş küle dönmüş toprakta küle dönüyor gece, dere ufukta kayboluyor çamurun rengini alan şalvar ve mintanlarını terleyince yolda bayırda rüzgarda kurutanlar mühimmat ve cephaneyi kışlaya teslim etmiş yollarını gözleyen kerpiç evlerine geri dönüyorlar... kadınlar çamura alışıktı çocuklar sırtlarında uyurken kim bilir hangi aleme dalmışlardı? ellerindeki övendire biliyordu basacağı yeri

250

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

kemik yığınlarıydı kağnıları çekip götüren bu akşam, bu aysız ve adam ürküten hayata küsmüş yamaçlarla kayaların yolları korkuyla gölgelediği bu akşam cephe gerisindeki bu görüntü sabah olduğunda dört nala kalkan süvariye siperden gözü kapalı fırlayan yiğit mehmed’lere dönüşecekti gülümsedi gülsüm kadın bu yorgunlukta ne gelmişti aklına? bir maniyi mırıldanmaya başladı: mangalda köz kalmadı söz kalkın gidin siz yatacağız biz...

251

Vadi ÇİÇEKLİ

2 at arabasıyla eşeklerin çoğunlukta olduğu yeni kafileye meraklılar ve uğurlayıcılar birikmişti müftü tahir hoca’nın duası bekleniyordu hükümet konağıyla hamdi camisi hastane haline getirilmişti halk yaralıları görmeye gider evlerden hastaneye yemek taşır 69 namazlarını meydanda kılar gayretli bir sıhhiye onbaşısının yaralılar için koşuşturduğu görülürdü yusuf kendi halinde gezine gezine hükümet konağına gelmişti kapı önünde dikilen bu sıhhiye onbaşısı kafileyi götürecek muhafızlarla heyecanlı bir şekilde konuşmaktaydı 69 “Mahalle halkı, Muhtar Mehmet Darıcı’nın sırası­ na göre, bu yaralı asker­ lere yemek hazırlıyordu. Herkes gücüne göre bunu istekle yapıyordu. Evlerden faz­ladan çorba, süt, yoğurt, hoşaf gibi ilave yiyecek içecekleri biz çocuklar camiye taşır, orada büyük amcam Ali Aslan’a teslim ederdik.” EKİZ, ASLANGİL, a.g.e, s.25

252

- yakında ankara’dan kalecik’e hasta sevkiyatına başlanacakmış ne vakit gelirler dersin?

‘benimki de laf mı şimdi... muhafızın ömrü yolda geçiyor nereden bilecek hasta sevkiyatını...’ diye düşündü onbaşı

- komutan geçen gün ankara’ya gittiydi hilal-i ahmer’de (kızılay) görmüş sakarya’dan gelecek yaralılar için yeni yataklar açıyorlarmış...

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

muhafızların içi burkulmuş içeriden gelen yaralı iniltilerini korku ile acıma arasında bunalarak sıhhiye onbaşısını dinlemeye çalışıyorlardı gazeteci ruşen eşref ünaydın: “3 eylül de yunan birliklerinin çal dağını ele geçirdiklerini polatlı’ya 3, haymana’ya 2 km yaklaştıklarını ankara’nın namazgahında günde birkaç kez cenaze namazı kıldıklarını” yazmıştı 70 işte o günlerde cepheye asker ve cephane getiren yaşlı ve tıknefes bir kara tren yorgunluk atmayı beklemeden yaralı yükleyerek gerisin geri gece yarısı polatlı’dan çıkmış önce ağır aksak sonra gittikçe hızlanarak raylardan hırsını çıkartırcasına her tıkırtı ve hırıltısında ankara’yı biraz daha getiriyordu yakına bala, kırşehir, hacıbektaş, ürgüp, kalecik ve çankırı’da yeni hastaneler açılmıştı guraba hastanesi bahçesine büyük bir çadır kurulmuş yaralıların devamı gelmekte ameliyatlar sabahlara kadar sürmekteydi

- dün cebeci hastanesinden taburcu olduğunu söyleyen kastamonu seydiler’den hüseyin çavuş’la konuştum

70 “Yunanlıların Çal Dağ’ı aldıkları haberi Ankara’ya ulaşınca, bir İhtiyar köy­ lü gazeteci Ruşen Eşref Bey’e şöyle diyordu: “Her dağı böyle zorlana­rak ala­ caklarsa, Ankara­‘ya kadar dağ tepe çok. Her birinde öle öle buraya kırk kişiyle varırlar. Onları da Allah’ın izniyle biz sopayla geber­ tiriz.” Artık, Ankara’nın ünlü “Namazgahında günde birkaç kez cenaze na­mazı kılınıyor, ardından mu­ salla taşlarına sıralı ce­ nazeler toprağa veriliyor. Bunlar Sakarya boyların­ da yaralanarak Ankara hastanesine getirilen ve orada ölen askerlerdir. Namazgahtepe’de define hazır mezarlar kazılır Çün­ kü her gün yüzlerce yaralı gelir. Namazgahtepe’de her gün yeni şehit mezar­larından meydana gelen tepecikler oluşur. Ankaralı­nın dua tepesi, ermeydanı olan Namaz­ gahtepe, şimdi ise şehit­ lerimizin mübarek beden­ lerini bağrına basar” Tarih içinde Gölbaşı, Göl­ başı Belediye Başkanlığı Kültür Yayınları, Ankara. Semih Ofset, 2007 s. 83

253

Vadi ÇİÇEKLİ

diyerek yaralılara üzülen muhâfızların dikkatini dağıtmak istedi:

- kolu omzundan askılı bir çavuş bana sıhhiyeyi sormuştu o olmaya?



- doğru bildin... şansı yaver gitmiş çankırı kapı’dan bu yana gelen bir öküz arabasına binmiş o da yakın köylüsü çıkmış pansuman için uğramış buraya

cephede yaralanarak hastanelerde tedavi görenler iyileşip hava değişimine çıkartılınca çankırıkapı’da pazar yerine uğrar kahvehanelere ve dükkanlara sorarak köylerinden yana giden araba var mı araştırırlar, bulduklarıyla yetinerek köylerine dönerlerdi hüseyin çavuş bunlardan birisiydi sıhhiye onbaşısı iniltiler geldikçe arada başını kaldırıp hastane haline getirdikleri koridora doğru bakıyordu 254

- çavuş’un anlattığına göre sakarya cephesi’nde yaman çatışmalar oluyormuş türbe tepedeki yattığı siperde

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA



çok kişiyi kırıp geçirmiş başını kaldıramıyormuş düşman attığını yüzükoyun deviriyormuş

(çavuşun anlatmış olduğu savaşı 10 eylül 1921 cumartesi günü mustafa kemal paşa duatepe’de fevzi çakmak ve ismet paşa’yla elde dürbün biri ite izlemekteydi saat:14.00 de karşı taarruza geçilmiş duatepe geri alınmış sol kanatta süvariler düşmanın peşine düşmüştü..)

- köprücük kemiğinden aşağısını göstererek: “nah işte! buradan yedim kurşunu” diyerek uzun uzun anlattı kendini kaybedip devrilmiş teskereciler sedyeyle indirirlerken bir bakmış Allah! Allah! diye bir ağızdan bağırarak süngü hücumuna kalkmış mehmetler dediğine göre tepe ele geçirilmiş türk sancağı tepeye dikilmiş

muhafızlar dinlerken coşmuş gururlanarak kafileye dönmüşler sıhhiye onbaşısı hastalarına yönelmişti yusuf sıhıyenin anlattıklarına kulak misafiri olmuştu ‘bir gün önce niye gelmedik’ 255

Vadi ÇİÇEKLİ

diye hayıflanıp kızıyordu belki o çavuş tanıyordu babasını belki aynı hastanede yatmışlardı... … hüseyin çavuş yusuf’un aklından geçenlerden 30 km. uzakta çankırı yollarındaydı kalecik’teki pansumandan sonra bir öküz arabasına yolcu olmuş hemşeri çıktığı arabanın sahibiyle ‘öldürmeyen allah öldürmüyor!’ diyerek uzun bir sohbete dalmışlardı konuşmasına konuşuyordu ama köyünde olup bitenleri çok merak ediyordu aslında erikler kurutma tahtasına serilmişti odun gerekiyordu çokça odun... belki birkaç ocak daha yakılmalıydı pekmez kaynatılacak pestil çekilecekti duvara dayalı cendereyi gördü sıkma kapağı tamirat istiyordu elmalar yakında cendereye girerdi birden merakını yenip 25 ağustos sabahını düşündü sonra türbe tepeyi sonra siperi... arabanın sahibi boyuna konuşuyordu ama işitmiyordu konuştuklarını şu an aklı siperde birlikte sabahladıkları ağır makinalı tüfeğe kaymıştı: ‘şimdi kiminle ahbaplık ediyor?’ 256

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

bu makinalıyı çok sevmişti askere gelirken evde bıraktığı rus yapımı yedi patlar ağaç kabzalı 7.62 nagant’ının yerine koymuştu onu... fırsatını bulduğunda siler yağlar arada yarenlik ederdi alay konusu ettiklerinden içinden konuşur olmuştu maklnalısıyla:

“- göreyim seni tertip bu sefer göster gendini garavanayı hak edelim bu yol!”

tüfek konuşur mu? belli ki konuşuyordu onunla

“ - düşmanı görmeden ne diye ateş alırsın?”



“ - İlk sefere gulak asma bir iki mermi heba olur ne idek... olsun o kaddar!”

o gün çetin geçiyordu savaş düşman iyi direniyordu cephede nasıl savaşılır demek öğrenmişti onlar da! hava sıcaktı güneş ortalığı kavurmuş ensesinden aşağıya tere batmıştı açlık ve susuzluk gelmiyordu aklına bu gün nereden saldıracaklar? düşman hatlarındaydı gözleri saldırının başladığı yeri görmüş 257

Vadi ÇİÇEKLİ

makinalıyı tam çeviriyordu ki birden kör kurşunu yemiş kendini kaybedip devrilivermişti... şimdi çok daha iyi anlıyordu: yere devrilirken... kendindeydi! kurşunu yediği anı da kurşunun içinde yol alırken şimdiki gibi acıttığını da anımsıyor düşüyor hüseyin düşerken düşünüyor bir yandan ve güpppp!.. değiyor sırtı yere ve düşünmeyi sürdürüyor düştüğü yerde beri yandan kopuk kopuk geliyor kopuk kopuk gidiyor düşünceler: sıhhiye birazdan gelir... gelir mi? iyi direniyor bizimkiler... ya geri çekilirsek? sonunda ateşkes verilir... diyelim ateşkes gecikti girdiler sipere... niye ateşkes geciksin ki? bir adam düşünürken ölür müydü?.. şöyle bir hamle yapıp sürünerek gitmeyi denemeliydi düşman hattında sıhhiye çadırından sarhoş olarak çıkan bir rüzgar kaldırdığı tozu burnuna üflüyor karşı tepedeki otları dalgalandırıyordu 258

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

emine’nin de böyle dalgalanırdı yemenisinden taşan saçları... dere yatağındaki turnalar bağışladım sizi gidebilirsiniz söğütler az ötede sizin için bir yer tasarladım bu gece oraya taşının salın dallarınızı rüzgara kargalar sizin olsun bütün mısırlar... midesinden ağzına asit sevkiyatı başlamış birden karnına dadanan yabancısı olduğu sancının verdiği garip yılansı korku o pes etmeye doğru gidiş ölümün kendisi miydi? arabanın sahibi ne çok konuşuyor... kasketini sevsinler senin! kastamonu’dan mı aldı acaba? yandan bakınca iki dişi dökülmüş ön dişleri sarı kahve küfü bakır yeşili bir renge dönüşmüş bu kadar uzun ne konuşur bir adam (?) bozkırda bir başına giden hüseyin çavuş’un bindiği arabayı emine’sinl ve arabacının dişlerini bırakalım öylece gitsinler...

259

Vadi ÇİÇEKLİ

3 dönüşe geçen çankırı kafilesi kalecik! çıkmak üzereydi kafile sonundaki kağnı bir türküyle gidiyor:

“evlerinin önü kayalık büklük kafesten uçurdum kınalı keklik kız seni saran da görer mi yokluk öter öter yar derdimi tazeler.”

bayır aşağı gidilecek Çankırı’ya kadar bir sorun yaşanmayacaktı bu yanda ankara kafilesini uğurlamak isteyen ahali şükrü ağa konağı önünde birikmişti 71 “Gazi şapkayı çıkardı ve “Kalecik’tiler bundan sonra bu gördüğünüz ŞAPKA’yı giyeceğiz” dedi. Halk ve hepimiz - “giyeriz paşam... Yeter ki sen em­ ret... diye bağırdık. Sesler yeri göğü inletiyordu. Bu arada Gazi, konağın içine yürüdü. Yukarı kata çıktı. Kendisine orada kahve ik­ram edildiğini duyduk. Yine bu sırada hepiniz alkış tutuyor “yaşa va­ rol” diye sesleniyorduk. Gazi sonra konaktan çıktı. Davul zur­na alkış sesleri arasında arabasına yü­ rüdü. Bindi ve Çankırı’ya doğru bizlerden ayrıldı.” ASLANGİL, EKİZ, a.g.e. s.35

260

(dört sene sonra 23 ağustos 1925 günü atatürk kastamonu’ya giderken hep bir ağızdan “yaşa gazi! var ol!” diyerek bir zamanlar atlı oğuzların düşman atlarını ürkütmek için çaldıkları davlumbazlar eşliğinde zurnalarla bu konakta karşılayacaklar atatürk biriken bu ahaliye dönerek: - “kalecik’liler bundan sonra bu gördüğünüz şapkayı giyeceğiz” 71 diye seslenecek ahali de hep bir ağızdan:

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA



- “giyeriz paşam.. yeter ki sen emret” diyecekti

o sıralar ankara’daki toplantılarda bu konuda tartışmalar yaşanmakta ‘bulabilseler şimdiden şapka giyeceklerini’ söyleyenlerin sayısı giderek artmaktaydı konak önünde biriken ahali çıkışı geciktirmekteydi sevkiyat için yaşı küçük cemal ünver tilki köyü’nden çıkıp gelmişti yurt yenice köyü’nden köse dayı havur’un mehmet, seyit’in satılmış hıdır’ın ismail, haroşa kadın tüney köyü’nden İse immihan ayşe kadın, ahmet, ali osman gelmiş bekleşiyorlardı 72 birden çıkış komutu gelmişti! meğer müftü duasını bitirmiş... bir gürültü kopmuş kafile yürüyüşe geçince yakınları da peşlerine takılmıştı nereye kadar gidebilirlerdi? sonunda kafileden kopmuş kaleciğe geri dönüyorlar... çocuklar dönüşte yerde buldukları at nalı ve mıhları topluyorlardı askerlik şubesine teslim edecekler bunlar daha sonra biriktirilip mermi yapımında kullanılacaktı...

72 “Kurtuluş Savaşına kö­ yümüzden bir çok kişi katılmış fakat iki tanesi dönebilmiş, Çanakkale Savaşlarında ise dönen olmamıştır. Kurtuluş Savaşına ka­ tılan ve geri dönenler i-MehmetAli TAMER 2-Cemal ÜNVER Cemal ÜNVER yaşı küçük ol­ duğu için Kalecik’ten Ankara’ya oradan da Haymana’ya cephane götürüp yaralı getirerek Kurtuluş Savaşına katkıda bulunmuştur.. Kurtuluş Savaşı’na köyümüz şu şekilde katkıda bu­lunmuştur. Sovyetler’den Ankara Hükûmeti’ne gelen cep­ hane ve diğer maddi yar­ dımları Sinop (İnebolu) limanından teslim alan köylüler, öküz arabası, katır, at sırtında Çankırı’ya teslim etmişler bu köylü­ lerde Çankırı’dan aldıkla­ rını Ankara ve Kırşehir’e teslim etmişlerdir. Bizzat savaşa katılan Köse Dayı, Havurun Mehmet, Seyitin Satılmış, Hıdırın İsmail, Haroşa Kadın, cephane taşımışlar. Kurtuluş Savaşı’na köy topyekün katılmıştır, immühan, Ayşe, Zela, Ayşe adlı kadınlar Ahmet, Alios-man adlı erkekler civardan Ankara’ya kağ­ nılarla iaşe taşımışlar dönüşlerinde aynı kağ­ nılarla civarın ya­ralılarını taşımışlardır. ASLANGİL, EKİZ a.g.e. s. 241-269-245

261

Vadi ÇİÇEKLİ

262

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

VI. kalecik - ankara - sarıkışla hattı

çamurun rengini alan şalvar ve mintanlarını terleyince yolda bayırda rüzgarda kurutanlar mühimmat ve cephaneyi kışlaya teslim etmiş çamur ve kerpiçten evlerine geri dönüyorlar... 263

Vadi ÇİÇEKLİ

264

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

… baykuş boğazı çıkılıyor çıkılan büyük bir bozkırdı aslında kağnılardan ve arabalardan inilmişti artık yolun sıkıntılı kısmı başlıyordu yusuf, küçük cemalin tilki köyünden olduğunu öğrenmiş onu da vidinli’nin gruba katmış konuşmaya bile başlamışlardı mu?

- cemal gardaş bak hele neyi merak ediyom biliyon



- nireden bilim ben! de bahıyım...



- senin köye ne diye tilki köyü demişler?



- merah ittiğin siye bah! tilkiler çoh uğrar bizim köye davşanından mı sıçanından mı nedendir bilmem gayri



- tilkiden korkan mı? - tilkiden gorkulurmu? o bizden gorhsun...

deli ahmet önde eşeği arkada arabacıların ardı sıra gidiyorlardı eşekler en az katırlar kadar yük çekiyor yokuşu bana mısın demeden çıkıyorlardı 265

Vadi ÇİÇEKLİ

[cephane o yokuşlardan nasıl gitmişti? bu soru hâlâ merak konusu... yöreyi iyi bilen yusuf oğlu 1934 doğumlu çiftlik köyünden gazi türkmen anlatıyor:

“anadan atadan işittiğime göre köylüm olan onaltı yaşındaki demirbaşların memet dua yapılırken anasıyla çıhıp gelmiş eski köyden onyedi yaşındaki öksüz şakir (kaplan) ‘de kağnısıyla çıhıp gelmiş amma demirbaşlar gibi gecikmeli gelmiş

dinlediklerimizden alışığız gazi türkmen’de anlatmaya hevesliydi:

266

bu yüzden gaf ilenin girişine düşmüşler... Allah’tan gağnıları sağlammış yolda düzde galanlar oluyormuş... baykuş boğazı ile tekebili yohuşlarında gağnılara sırt vermişler galecik o zamanlar güccük mısır diye anılırmış ipekböcekciliği işi bek gelişmiş dericilik zanaatı desen adını dışarlarda duyurmuş ahilik adeti içinde galınır esnaf birbirini görüp gözetirmiş”]

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

gerçekten de dönen kafilenin yol azıkları ile hayvanların yemi esnaf ve tüccar tarafından karşılanmıştı anası dalmış düşünüyordu: ‘memet ne kadar babasına benziyor! kolunu boyunduruğa yaslayıp gidişi terini mintanının koluna silişi tıpkı babası...’

- ana, babamdan bir haber çıhmadı hangi cepheye gitti acep?



- ...(??!!)



- babanı bilmiyon mu memet bi gün çıhıp geliverir



- ana sen gağnıya şahap ol ben şakir’in yanına bi varam

öksüz şakir’le demirbaşlar’ın memet aynı yaşta üstelik yakın köylüydüler cephane yüklenirken tanışmışlar aralarında bir yakınlık başlamıştı memet terk edilen bir kağnıyı başıyla göstererek lafa girdi:

- galecik’ten çıhalı gördüğüm üçüncü gağnı...



- dönenlerin gağnısı bu yönü bu yana bahsana



- onca batah yoldan sona teker dediğin tekerlikten çıhıyo 267

Vadi ÇİÇEKLİ



- memet, hacı emmiyi gödün mü lan?



- hacı emmiyi bilmen mi... kimin gağnısı gıcırdarsa ona biner! kimbilir nerde laflıyo şimdi?

tekebeli yokuşu çıkılırken bütün haşmeti ve bulutuyla idris dağı görünüvermişti inişe geçtiklerinde hava kararmış olurdu demek geceyi ravlu (akyurt)da geçireceklerdi (m.s. 121 yılında hadrianus zamanında yapılan bu yolda bir şey değişmemiş... yoksa o zaman daha mı düzgündü?) tekebeli rampasını çıkmadan önce verilen mola az gelmişe benziyor... ama ravlu yakındı allah’tan inişte bir kaza yaşanmamıştı demirbaşların memet anasına dönmüş şakir öksüzlüğü ile baş başa kalmış kel imam kalecik’e geldiklerinde kadir ağa’dan kurtulmuş vidinli tüfeği omzunda bir türkü mırıldanıyor hatice bacı yanığın emine ve zeliha kadının takatleri kalmamış omuzları çökmüştü onlar mı kağnıyı götürüyor yoksa kağnı mı onları!.. kalecik’te kafileye katılan haroşa, ümmühan ve ayşe kadın henüz yorulmamış başları dik tekerleri dertsiz dönüyor öküzleri sağlam basıyordu 268

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

azıklarını açmamış ravlu’da mola verdikleri zaman kafileye dağıtmaya niyetlenmişlerdi... yusuf, küçük cemalle konuşa giderken gözüne çalı dibindeki tilki ilişiverdi... kendini gösterebilmek için bir yöntem mi geliştirmişti?

- aha, şuraya bak! sana anlattığım tilki...



- gördüm, ürkütme hayvanı bizim tilkilere benzemiyo bu! çoh yol aşmış garibim kendine av bulamaz buralarda

tilki birden durmuş ön sol ayağını kaldırmıştı! uzaktan yusuf’la göz göze geldiler... geri döndü kuyruğunu sürüyerek hızla uzaklaştı küçülmeye başladı...

- lan yusuf! bu sürünesi helalleşti herhal seninle … ön ayağını salladı gördün mü? böylesini hiç görmedim bunnar adamdan gaçar lan!

yusuf durgunlaştı boğazı düğümlenmişti bir süre bakakaldı tilkinin ardından 269

Vadi ÇİÇEKLİ

yola çıkalı ankara’yı nalbant okulunu üsküdardaki göçmen kızı düşünmüştü şimdi aralarına yalnız tilki de eklenecekti...

- ne oldu lan yusuf? yavuhludan ayrılmışa döndün!

ravlu uzaktan gözükmüştü kafile, elma ve ahlat ağaçlarıyla kaplı ibrahim ağa bahçelerine doğru döndü [yöreyi iyi bilenlerden ahmet oğlu 1937 akyurt doğumlu hasan ayantaşin anlattıklarına kulak verelim şerife ananın ona anlattıkları bizi nasıl da etkilemişti..:

270

“çocuktuk her şeyi sorardık ebem şerife bıhmadan



ballandıra ballandıra anlatırdı gözümün içine bakan



- oğul, derdi... yolun yamacından bir gürültü gopar cephane geldiğini bilirdik mihri halayla, ayşe gızla çifti çubuğu bi yana gor bahçeden aşağa iner bulgur ve bekmez götürürdük dolay’da cenderme garakolu vardı onlar da gelir kağıtlara bakar yolun altında nöbet dutarlardı

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

hasan ayantaş çok etkilenmişti ‘irahmetli mezarından çıksa da gelip kendi anlatsa’ diyecekti... bunu ima eden bir bir dışa vurumu tercih etti: başın umutsuzca iki yana sallanışıydı bu... - oğul, derdi... çocuklar sığırlara ot getirir sulamasına yardım iderlerdi gadınlar bitik, tere batık ayaklar yarık, çamurlu olur kimi yimeden uyuya galırdı erken vakit gkalkılı öküzler koşulur yataklar dürülür azıklar alınır yola erken çıhılırdı ben de gittim bilmem mi angara uzak, yol uzundu oğul... büydüz’ü aşarak, balıhhisar’ı saray köyü’nü geçecekler pursahlar’ı dolanıp, çangırıgapı’ya sonra da sarıgışla’ya varacaklar... adamda ne guvvet galır derman”] şerife ananın anlattıkları aynen baykuş boğazı ve tekebeli’nde yaşanmış iniş ve çıkışlar milletin canını çıkarmış akyurt’ta konakladıkları bahçede yemeden uykuya varmışlardı kel imam, kadir ağa’dan kurtulmuş kurtulma sırası yusuf’a gelmişti... ravlu’da yanına bir yanaşmış bir daha da peşini bırakmamıştı 271

Vadi ÇİÇEKLİ

‘kalecik’te inmeyecek miydi? ne çok konuşuyor bu adam ankara’ya kadar yandık!’

- uykum var sabaha konuşuruz!

deyip, atlatmış bir lamba altı bulmuş bitirdiği birinci tomarı ayırıp ikinci tomardan okumaya başlamıştı: “12 şubat 337 Cumartesi günü dört arkadaş Ankara’dan hareket ettik... (hesaba göre aradan bir ay geçmiş., bir yere gitmediyse Ankara’da kalmış demektir. Bu güne kadar hiç mi yazmamış? Eğer yazdı ise o notlara ne olmuş?..)

- adam sendeee... edindiğim derde bak!

“Don münasebetiyle sertleşen bozuk şose ve çamurlardan arabamız adeta top gibi sekerek gidiyordu. İki saat sonra Bağlarbaşı denilen mahalle vasıl olduk... Arkadaşlarımız Ser Komiser Mehmed Ali Efendi kaputunu başına geçirerek uyumuştu. Diğer arkadaşlar da yolumuzun üzerinde bulunan dağlan mürtefi kayaları oldukça muntazam şose ile köprüleri, vadide bir aheng-i mahsus ile akan dereyi birbirlerine göstererek konuşuyorlardı.” bu notları nerede tutmuş? rengi uçmuş zor okunabilen yazının başındaki tarihe baktı: “zonguldak 6 nisan 337” 272

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

demek zonguldak’a gidiyorlar bu notları orada yazmış olmalıydı...

- böyle gizli ne okuyon evlat?

yusuf bir suç işlemiş gibi kağıtları gizlemeye çalışarak tepesinde dikilen adama bakıyor... rütbelerine bakılırsa sıhhiye çavuşuydu gerinerek yanına çökmüş esneyerek konuşmaya başlamıştı: - hastaneye pansuman takımı getirdiydim teslim ettim ankara’ya dönüyom şimdi kırk yaşlarında saçına kır düşmüş gün görmüş birine benziyordu

- çanakkale’de de sıhhiyeydim meslek edindik gayrı bu işi haa evlat... nedir o kağıtlar?

anlatmaya çalıştı baktı ki böyle olmayacak okuduğu kağıtları çavuşa uzatıverdi çavuş tomarları harmanlayarak kendince bir sıraya sokuvermişti hayret verici bir hızla okuyor arada bilmiş bir tavırla kafasını iki yana sallıyordu

- hımmm... bak sen! 273

Vadi ÇİÇEKLİ



servet-i fununcular gibi nasıl da edebiyat yapmış... ser komiser ali efendi ha? ... yahu evlat taharri bunlar... anlaşılan o ki “ayn-pe” teşkilatı gizli bir görev için zonguldak’a çağırmışlar bunları

bir şeyi anımsamaya çalışırken başka bir şey aklına takılmış konuşmanın seyrini değlştirivermişti:

73

..bahçıvanlar, motorcüler, sandalcılar, mo­ bilyacılar, esnaf, tulum­ bacılar, sakalar, inzibat zabitleri ve jandarma kıtalarındaki subaylar­ dan oluşan İstanbul’da müsel-lah bir gizli teşkilat kurul­muştur. “

Fetullah ERASLAN, İsmail METİN, Türk Polis Tarihi, Ankara, Aslımlar Basımevi, 1984. s. 220

274

- geçtiğimiz ay kalecik’ten dönüyordum kastamonu istiklal mahkemesi reislerinden doktor tevfik rüştü bey’e rastladım yolda... müfreze korumasıyla ankara’ya gidiyordu vay be!.. işe bak sen yanlarında bu ser komiser mehmet ali efendi de vardı!

yusuf ne dediğini anlamamıştı anlamadığı da boş gözlerle bakmasından belli oluyordu

- amca oğlu istanbul’da polisti neler olup bittiğini bilirdik kısmı siyasi memurlarından bazıları istanbul’da gece gündüz demeden... mavnacılar, gümrük hamalları ve inzibat zabitleriyle birlikte çalışmışlar 73

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA



silah ve cephane inebolu’ya kaçırılırken gizliden gizliye el altından çalışarak gönüllüleri ankara’ya taşımışlar

inebolu lafı geçince daha bir kulak kabarttı işin o kısmını anlıyordu

- bazı polisler anadolu’ da “ayın-pe” teşkilatında yani, askeri polis olarak şehre giriş yapılan noktalarda kontrol memuru olarak çalışmışlar

‘...demek gizli polismiş bizim bu tomarları yazan! şifreli bir şeyler olmasın? sonradan bu kağıtlar benim başıma bela açmasın’ diye ürpererek aklından geçirdi çavuş konuşmasını sürdürüyordu...

- bazı polisler de görevli oldukları yerde direniş teşkilatı kurmuşlar bazı yörelerde ayak direyerek damat ferit paşa hükümetini tanımamış kuvva-i milliye emrine girdiklerini telgraf çekerek bildirmişler 74 ...zonguldak’taki teşkilat da bu direnişe katılmıştı...

‘ne çabuk zonguldak’a geldi her şeyleri de biliyor bu adam!.. acaba başım belaya girer mi?

74 “..Büyük Millet Meclisi­ nin 02.6.1920 tarih ve ikinci celsesinde okunan, Kasta­monu Valisi Cemal Bey’ln, Zonguldak Po­ lislerinin Kuvva-i Milliye emrine girerek Ferit Paşa Hükümetini tanımadıkları­ na dair telg­rafı, bunun en güzel kanıtı olmuştur. ERASLAN, METİN, a.g.e., s. 157

275

Vadi ÇİÇEKLİ

notları bu adama versem... o da sahibine teslim etse ‘ demeye kalmadı:

- sen bu notları ne yapacan? sahibi üzülmüş aranıyordur diye düşünüyorsan... sahibini arıyordum diyorsan sana bir akıl vereyim dinle

‘adama bak... benim yerime de düşünüyor demek bu tomarları kendisine vermemi istemiyor...’

- bu taharri memurlarının hacıbayram’a doğru çıkarken yol üzerinde bir yerleri vardı adresi bulamazsan beni bulursun artık o kadar iyiliği yaparım sana

‘bunları kendisine veren mehmet’di mehmet’i bulup verse o da sahibine verse ne iyi olurdu... ama mehmet’i bulabilir miydi?’ sıhhiye çavuşu bir kağıda ayaküstü yazdığı adresini yusuf’a doğru uzatıvermişti:

276

- hoşçakal evlat!

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

4 yusuf uykusunu almış ama kadir ağa peşini bırakmamış yola çıkar çıkmaz konuşmaya başlamıştı:

- şu eşşekle giden adam var ya deli ahmet dirler ona tekalifiye eşeğini nakliye için alınca “daşınacağı ben eşeğimle daşırım” dimiş giden gafilenin arasına onu da gatmışlar...

ağadan nasıl kurtulacağını düşünüyordu ‘memet’in başına mı tebelleş etsem?’

- delahmet’in ne yapacağı belli olmaz yanına yanaşmasan eyi olur...

kadir ağa konuşmaya niyetlenmeden önce sabah ötmeye hazırlanan bir horozu anımsatırdı etrafı fıldır fıldır izler başını hızla geri atarak çenesini yukarı çekerdi

- ne iş tutarsın kadir ağa?

yusuf sorduğuna pişman olmuş cevabını da merak ediyordu

- tabah işi yapardık bi vakıtlar zor işdir bu tabağlık... biz türkler at üzerinde yaşamışız oldum olası ayağımızdan çizme 277

Vadi ÇİÇEKLİ



bacağımızdan potur çıhmamış eğere goşum tahımına özeniriz derinin içini, sinirlerini çıharacan... tuza kirece yatıracan... yere serip bekletecen... zor iş! anlıyacan dericilik didiğin cıbır adamın işi zor zanaat vesselam sen özeneyim dime sakın

yusuf dinlemeyi bırakmış ankara’ya yaklaştıklarından mıdır nedir nalbant okulunu düşünmeye başlamıştı o sıralar konya’da üretim hızlanmış özellikle süvarilerin atları için nal ve mıh dövülmekteymlş kadir ağa konuşuyordu ya yusuf dinlemiş dinlenmemiş pek fark etmiyordu dinleyecek birinin olması ona yetiyordu

- destilerimizin ağzı dülbentlidir suları soğuhça olur çer çöp çamur derdi olmaz gafana diktin mi yağ gibi gider...

‘yağ gibi giden de neymiş acaba’ diye merak etmişti 278

- duymuşluğum var...kırgız türkleri yaylada sağdıkları sütleri at kılından yaptıkları ilekten çıpkalek didikleri ilekten geçirirlermiş

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA



destileri dülbentletliyoz ya... onun tıpkısı yani

‘ne çok şey biliyor bu adam! ben bile neler öğrendim bu yollarda’ diyerek, yüzüne konan sinekleri kovarak çarığının altının açılmasına aldırmadan görünmez durulmaz bir iradenin emrinde kendini kaptırmış yürüyor... yürüyordu büğdüz geçilmiş gidiliyor kadir ağa susmak bilmiyordu

- güneş girmeyen dabağane mahlesinde deriler temizlenir dabah işi yapılırdı zâti güneş girse gohudan geçilmezdi! atların çevirdiği değirmenden deriler terbiye edilir işlenir deri olmadığı vahıtler bulgur bilem öğütülürdü

bu sırada küçük cemal yanlarından koşarak geçti yusuf meraklanmıştı öküze bir şey mi oldu

- la yeğenim, niye goşuyon tabaaneye boh mu yetiştirecen?

kadir ağaydı bu adamı boş geçirir mi! taşı gediğine koymuş olmanın keyfini çıkarmak istercesine konuşup sırıtıyordu 279

Vadi ÇİÇEKLİ



- yusuf, bak yeğenim bizim oranın lafıdır bu boşuna söylenmemiştir... bu it bohu didikleri var ya deri terbiyesinde çok işe yarar kıymetlidir pek israf idilmez

cemal’in öküzlerinden biri ballı hüseyin köyünde çökmüş... yedektekilerden birini çıkartıp çöken öküzün yerine koştular cemal’e yardım etmek iyi bahaneydi kadir ağa’dan hemen kurtulmalıydı ağa o telaşta bile hız kesmemiş lafını bitirmeye azmetmişti

280

- avare gezenlerin yaptığı işdir yol boyu gezerek bu pisliği toplar gurumadan tabaaneye yitiştirler niye söylenmiş anladın herhal?

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

1 gece boyu köyler geçilmiş yorgunluk nedir unutulmuştu yürünmüyor yanlızca gidiliyordu... sazlık bir araziden çıkılmış keçiören bağlarından sonra eski kerpiç evlerin arasından bend deresi’ne yaklaşılmıştı önde giden muhafızlar yavaşladılar ceketlerini palaskalarını çekiştirerek üstlerindeki tozları silkeleyerek kendilerine çeki düzen verdiler meğer kontrol noktasına yaklaşılmış kafileye yolcu olarak katılanların kağıtlarına bakılacakmış! bend deresi köprüsüne vardıklarında askeri bir noktayla karşılaştılar burada inebolu’dan gelenlerin itimatnâmelerine bakılıyor şüpheli olanlar tutuklanarak ankara kalesi yanındaki tutukevine atılıyormuş... nokta sorunsuzca geçilmiş çocuklardan oluşan bir kalabalık bağırarak peşlerine takılmıştı köşedeki sarı evin penceresinden bakan bir kız çocuğunun göğüs geçirmesini de peşlerine katmış götürüyorlardı kadir ağa fırsatını yakalamış yusuf’a takılmış anlatıyordu: 281

Vadi ÇİÇEKLİ





- giceleri tekin diğildir buralar aha şu karşıda gördüğün genelevler yüzünden kan dökülür 75 ayakçı tahımı bıçak çeker nara atar ipini goparan gençler birbirine girer

‘bana ne bunlardan...’ diyemiyordu yusuf yaşına hürmeten susuyordu zaten ankara’ya girmişlerdi birazdan sarıkışla’da olurlardı kahvehanelerde kalpaklı, laz başlıklı göğsünde fişekler, belinde kamalar ayağında çizmeler olan her kıyafetten kuvva-i milliyeciler karşılıklı oturmaktaydı 75 “Fuhuş yaparken yaka­ lanan hayat kadınları hastanede muayene edil­ dikten sonra ya serbest bırakılır ya da kent dışına çıkarılırdı. Fuhşu azaltmak ve kontrol altında tutmak amacıyla Çankırıkapı civa­rında, polise kayıtlı 60-70 kadının çalıştığı bir gene­lev faaliyetteydi. Genelev sayesinde hayat kadınları kontrol altında tutularak haftada iki kez muayene­leri yapılıyordu. Bu yüzden olsa gerek genelevde ça­lışan kadın­ larda frengi ve belsoğuk­ luğuna rastlanmı­yordu. “ Suavi AYDIN, Kudret EMİROĞLU, Ömer TÜRKOĞ­ LU, Ergi D. ÖZSOY Küçük Asya-nın Binyüzü: Anka­ ra, Dost Kitapevi yayınları, Ankara, Temmuz 2005. s. 262

282

yaşmağını burnunun üstüne çekip karşı duvarın dibini izleyerek başı önde telaşla giden kadına kahve önünde oturanlar laf atmasına atacaklar ama ağır oturaklı tanınmışlar yanlızca kadını gösterip kaş göz işareti yaparak bıyık buruyorlardı otuz yaşlarındaydı kadın genç yaşında dul kalmıştı kimi kimsesi yok muydu? memleketi neresiydi? bilen yoktu “malum avrat”a çıkmıştı adı hakkında tek bildikleri: sokağın başındaki evde oturduğu ve bazen yanında gezdirdiği on yaşındaki kız çocuğu

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

köşeyi dönünce yaşmağını hırsla geri atıp geneleve doğru yönelmişti

- cephaneyi teslim idince işimiz biter galeciğe boş mu döncez... bir iki tüccarı dolanırız ahbapları boşlamak olmaz sonra daş han’a bi bakarız boş yir varsa galırız

kadir ağa yusuf’un dinlemediğinin farkındaydı ama yapacaklarını anlatmak hoşuna gidiyor olmalıydı kışın çamuru yazın tozu eksik olmayan ankara’nın ulus sırtlarından çıkan bir deli rüzgarı istasyonu dolanıp kafileyi karşılamıştı kadınlar örtüleriyle yüzlerini kapamışlar erkekler elleriyle ağızlarını burunlarını tıkamışlardı on yaşındaki kız çocuğu da toz toprak girmesin diye pencereyi kapamıştı sonunda duvar dibinden giden kadının kızıydı o bir gece genelevde doğurmuştu anası belli değildi babası!

- bizim ahbaplardan bolca vardır daş han’da (tahta kurularını ima ediyor...) sen de alışmışındır herhal ahbaplıklarından hoşnutsundur! 283

Vadi ÇİÇEKLİ

ters ters baktı yusuf babasının hangi hastanede yattığını seyfettin teğmen öğrenecekti onu verdiği adresten bulur babasının sağlığı yerinde mi görür nalbant okuluna yazılacağını söyler nasılsa başının çaresine bakardı

- handa yer bulur muyuz? artıh orasını allah bilir... şengül hamamına gidip bi güzel yunmah ilazım günlerdir yolun çamuruyla bitiyle itiyle boğuşuyon çamaşır değişmen ilazım yusuf

kıyısın’da memet’lerde yıkanmış çamaşırını filan değiştirmişti işi oluruna bıraktı kontrol noktasında dikilen genç bir teğmeni görünce: ‘bu niye aklıma gelmedi daha önce niye düşünmedim...’ diye kendi kendine hayıflandı mahallede ziya abi dedikleri kuleli askeri lisesine giden mahallenin uzun boylusunu anımsadı arkadaşlarıyla istanbul’dan kaçtıklarını inebolu üzerinden ankara’ya gideceklerini yeni talimgâha katılacaklarını duymuştu seyfettin teğmeni bulamazsa onu bulur yardım isterdi... bostan tarlasına girmişlerdi düzlüğe doğru çıkıyorlardı ki kadir ağa’nın bağırtısı duyuldu: 284

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA



- aha işte sarıgışla! gözünü sevdiğimin gışlası.. gelen cephanenin derlenip cepheye sevk edildiği yir işte burası!

son durağa varmışlardı demek... yusuf bu yorucu yolculuğun sona erdiğini birden kavrayıverdi! hiç bitmeyecekmiş duygusuna kapıldığı zaman zaman boğazında düğümlenen tanıdık o yapışkan vazgeçiş duygusu bir sevinç ürpertisine dönüşüvermişti... bir işi sonlandırmanın rahatlığıydı belki

285

Vadi ÇİÇEKLİ

2 duvar dibinde meraklı gözlerle bakan çocuklar iskelete dönmüş kol ve bacaklarını örten yamalı pantollarıyla ayakta dikiliyorlar 76 kadir ağa bile kolları sıvamış kendisinden umulmayan bir gayretle sandıklardan birini kucaklamış yusufun peşini bırakmadan uzaktan hâlâ laf yetiştiriyordu:

- dedem irahmetli angara’da kalmış hiç bıkmadan angara’yı anlatırdı



- dedene çekmişsin..!

(kadir ağa duymamış olmalı konuşmasını hâlâ sürdürüyor...)

76 “çöpler hep sokak köşeleri­ne yığılmıştı. Sıska bacaklı, karınları şiş çocuklar, birer iskelet gibi kaldırımlar üze­rinde seyirtiyor, on para dileni­ yorlardı” İpek ÇALIŞLAR, Latife Hanım, Doğan Kitapçı­ lık AŞ.Güneşli, istanbul, s.131

286

- bendderesi ve tabakhânede irmeniler şengül hamamı civarında yahudiler çıhrıhçılar yokuşunda urumlar galırmış

yusuf artık dinlemiyor taşımaya gelen askerlerin içine karışmış mühimmâtı indirirken çevreyi seyrediyordu çarşıdaki kalabalık uzaktan dikkatini çekmişti devamlı kımıldayan bir yerlere giden gelen ama devamlı sayıları artan bir kalabalık... bu kadarını istanbul’da bile görmemişti!

- hayat ucuzmuş ucuz... her hanenin bağ evi var imiş bağlın bostanlıh biryirmiş angara

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA



millet gışlık erzaanı burada düzer bekmezinl bestilini bağ yerinde yaparmış savaş, salgın hastalık, yangın dirken göç olmuş gıtlıh mıtlıh olmuş 332 eylülü yangınında angara’nın yarıdan çoğu iki gün iki gice yanmış angara çıhmış elden tüccar galacak yir bulamıyo ahırları bozup hana çeviriyolar şimdi

yusuf kafileden nasıl ayrılacak onlara nasıl veda edecek onu düşünüyordu... kimi yalın ayak kimi yırtık çarık ama nasırlı ayaklarıyla kağnılar dinmeyen gıcırtılarıyla eşek ve katırlar sinekleriyle gelmişler ne eşkıya korkusu ne hilafet ordusunun kafileyi yıldırmaya gücü yetmemiş tepeler dağlar düzelivermiş bu kuvayı milliye ruhu sarı kışlaya getirivermişti yanığın emineyle ümmühan bacıyı cephane indirirlerken görmüş yardım için yanlarına yönelmişti ama o yanda bir karışıklık vardı kalabalık bir yere birikmiş konuşmalar belli belirsiz geliyordu kulağına:

- noluyo gııız... 287

Vadi ÇİÇEKLİ

hişşşşşt gendine gel! ümmühan bacı yere çökmüş yanığın emine’yi dürtüklüyor... fatı kadının kalehan’da başına gelen yanığın emine’nin başına gelmiş! cephane indirdikleri söğüt ağacını ve koşarak gelen çavuşu görünce olanlar olmuş bir çığlık kopmuş bir zihin kaymasıdır başlamıştı... şimdiden çıkmış o soğuk karlı kış gününü sekiz-dokuz ay öncesini yaşıyordu... artık o altı ay önce yine buraya sarıkışla’ya gelen emine’ydi! o gün gökyüzü pusluydu kar yağıyordu ankara’ya... dördüncü fırkadan ahmet çavuş kışla kapısından içeri giren cephane yüklü kafilenin koşarak yanına gelmiş bir kadının çöktüğünü görmüş şaşırmıştı... hayra alamet değildi bu! işte o takatsiz yere çöken kendisi, yanığın emine’ydi... ne yapacağını şaşırmıştı çavuş halini sormaya hazırlanıyordu ki kağnı içinde yan yatan çuvaldan bir ses mi geldi? 288

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

çuvalı açınca mermilerin arasında yeni doğmuş bir bebeğin gözleri(l) hani ay buluttan birden çıkar ya! aklını başına getirmeye yetmişti... çavuş kendinde değil sanki kumandanı konuşuyor!..:

- bebeğin burada işi ne! evde bu bebeğe bakacak kimse yok muydu bacı?



-.. onu yolda doğurdum köye mi döneydim? baktım üşüyo... ısınsın diyi iyice sardım sarmaladım goydum mermilerin yanına

karın üstünde çöktüğü yerden düşünüyordu yanığın emine ‘iyi cevap vermişti çavuşa şu halsizliği olmasa soğuk da umurunda olmayacaktı ya...’

- giz noluyon..? - uyladın ha... dellenme!

yolda ne acılar çekmiş belli etmemişti kafileyle geldikleri kale han’da doğum sancısı tuttuğunda anası da yoktu başında “Allah di kızım!” diyerek teselli edecek ebesi de... saç örgüleri çözülmemişti

77 Ben onu yolda doğur­ dum. Onun için köye mi döne­yim? Baktım biraz üşüyor­du, silahlardan ısınır deyi koydum dedi. Ben bu işi erkekliğimle yapamazdım. Yirmiden fazla harbe gir­dim. Bu kadın gibi metin delikanlı görmedim. En çok neye yanıyorum biliyor mu­ sun? Bana köyünü söy­ lemişti. Ilgaz köylerinden imiş ama hangisi? Kafir şeyten aklımdan çeldi. Sadık ÇAKIRSİPAHİ, llgaz, Çankırı: Karatekin Kitapevi, 2005, s. 44

289

Vadi ÇİÇEKLİ

başına al kurdele sarılmamıştı bebenin başından su dökülmemişti kırklanıp kundaklanıp kucağına verilmemişti sağ kulağına ezan sol kulağına kamet getirilmemişti çocuğun başının altına gök boncuk konulmamış helva ısıtılıp dağıtılmamıştı... 78 fatı ana vardı yalnızca iyi kötü bağrına basmış bebeği yumuş sarmalamıştı düğününü hatırlıyordu şimdi de bindallıyı bohçaya sarmıştı evden almaya gelirlerken yolda söyledikleri türküyü kulaklarına kadar getirivermişlerdi 78 “Çocuk doğunca hemen anasının basına bir al kur­ dele sarılır veya al krep örtülür; çocuğun başına aldan bir şey sarılır. Ço­ cuğun yastığına bir altın maşallah, gök boncuk ve babasının takdığı (her baba ilk çocuğuna bir al­ tın takar) altın dikilir.” Hacı Şeyhoğlu Hasan ÜÇOK, Çankırı Tarih ve Halkiyatı, Ankara: Okuyan Adam Ya­yınları, 2002, s.156

290

hendekten sesini aldım başından fesini aldım goca köyün içinde beğendim seni aldım

kadınlardan biri başında tepsi getirmiş “maşallah, nazar değmesin!” demiş kaynanası altın takmıştı (o günden beri kaç gün geçmiş? hâlâ kaynanasına gelinlik ediyor ne derse desin sesini çıkarmıyor...) dünürlerin gönderdiği çeyiz katırlarında telli yorgan, yatak, yastık, kilimler gelmiş bayrak dikilirken davullar zurnalar çalınmıştı türküler maniler söylenmiş delikanlılar halay çekmişti:

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA



dan yüzüne dan yüzüne vurdum dilberin dizine çayırda bostan bozuyor öksüzler bakar yüzüne

emine yere yığılıp geçmişe gidince kalabalığın içinde olanları gören yusuf’a da bir haller olmuş olduğu yere çökmesiyle yine üsküdar’a gidivermişti! evin yokuşunu çıkıyordu şimdi de ‘niye hep aynı kalmıştı sokağa inen merdivenin gölgede kalan basamakları? (oturakları mı demeliydi... bütün gün oturdukları yerdi çünkü!) biz oturanlar hep değişip durduk kendimizce kendince değişmedi hiç bu merdiven basamakları eskiden kalma bir anı diye mi tercih edilip öyle kalmışlardı? meğer merdivenin gerisinde bir de tahta çit varmış... niye görememişim seni bugüne ertelenişte eskinin parmağı olmalı!...’ diye düşünürken bir sis perdesinin gerisinden inebolu iskelesine inivermesin mi! iri kalpaklı avcı pantolonlu kuvayi milliyecileri karşısında buluvermişti...

291

Vadi ÇİÇEKLİ

sonra “gidiyorsan git ormanın bir tarafa gittiği yok!” diyen, küreli hasan dedeyi gördü... sonra, eski bir albümün sayfalarından çıkarcasına yol arkadaşları ardı ardına geldi: “oğul bir koşu git şu ibriği doldur getir” diyen nuriye abla dip handa “merak etme yusuf kardaş ben babanı araştırır bulurum” diyen seyfettin teğmen “istanbul’da yetişmişin evlat taşranın durumunu bilmiyon sen” diyen nalbant hâfız memet “bağırıp durma ulan hafız mehmet geldi mi?” diye telaşlanan halil ağa “içine şeytan girenleri musikiyle tedavi ediyorduk” diyen çankırı’lı baş ağa “gez, göz, arpacığı hizalaaa... eşkiyayı hendeğe yuvarlaaa.... diyerek eşkıya indiren vidinli “anlayacağın oğlum her an imtihandayız” diyen aksakallı karşısında beliriverdi 292

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

o sırada hava kararıyor kül rengine dönüyordu gök çöktüğü yerden kışlaya doğru baktı kemikleşen yolun biraz daha küle dönen son rengi yolu bükerek yokuştaki akasyaları yamaçla birlikte göğe çıkartıyordu sanki … emine hâlâ kendinde değildi yerden seçebildiği kadarıyla eğilmiş yüzüne bakanların kafalarından oluşan çember gittikçe daralıyor yattığı yerden gittikçe küçülen gökyüzüne bakarken düğünden sonrayı düşünüyordu: daha yirmi günlük gelindi elinde kınası duruyorken askere almışlardı kocasını kendisi evde durur muydu cephane çekmişti günlerce yürü demişlerdi polatlı’ya gitmişti kaç sefer gitmişti anımsamıyor ama olsundu...vatan sağolsundu

- giz emineeee... gendine gel gızzz!

293

Vadi ÇİÇEKLİ

294

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

İSTİKLÂL YOLU EĞİTİM KÜLTÜR TURİZM ve GENÇLİK DERNEĞİ Kuruluş Hikâyesi İstiklal Yolu Eğitim Kültür Turizm ve Gençlik Derneği, resmen 26.03.2014 tarihinde kuruldu. Fakat Derneğin Kurucu Başkanı (ÇAKÜ MYO Makine Bölümü öğretim Görevlisi) İsmail Çam’ın gönüllü olarak 2002 yılında başlattığı, “İnebolu, Kastamonu, Ilgaz, Çankırı, Kalecik” tarihi hattına farkındalık oluşturma ve tanıtılmasındaki çalışmaları, Derneğin kurulmasına sebep oldu. İsmail Çam, İstiklal Yolunun ortasında ve stratejik olarak oldukça önemli olan Ilgaz’da doğdu (1955). Ilgaz’da 1975 yılına kadar terk edilmeyen tarihi İstiklal Yolu güzergâhını kullandı, Derbent Jandarma Karakolu, Kale Hanı, Üçoluk Jandarma Karakolu gibi İstiklal Yolunun önemli tarihi noktalarını yıkılmadan gördü. Ilgaz’da anlatılan İstiklâl Yolu hikâyelerini dinledi. “Ilgaz Derbent Şehitleri Olayını” akademik olarak araştıran ve piyes olarak sahneye koyan (yayımlanmamış kitap haline getiren) öğretmen İhsan Yılmazla istişarelerde bulundu ve olayı detaylı öğrenme fırsatı buldu. Milli Mücadeleyi anma etkinlilerinde, hak ettikleri ve destansı zafere ortak oldukları halde, cephe gerisinden / İstiklal Yolundan bahsedilmemesi ve konuyla ilgili dokümanların yok denecek kadar az olması / ulaşılamaması üzerine İsmail Çam, “İnebolu, Kastamonu, Ilgaz, Çankırı, Kalecik tarihi hattına farkındalık sağlamak ve tanıtmak için gönüllü ve kişisel olarak çalışmalara başladı. İsmail Çam’ın 2002 yılından itibaren aktif olarak yaptığı İstiklal Yolu çalışmaları şunlar olmuştur: 1. 2003 yılında yayımladığı “Leyleklerle Bulutların Sevdası” manzum masal kitabında “Bu Yol” bölümüyle farkındalık sağlamaya çalıştı. “İnebolu, Kastamonu, Ilgaz, Çankırı, Kalecik” tarihi hattının kroki haritasını ilk kez yayınladı ve dikkat çekti. 2. 15-17 Kasım 2005 tarihinde Karatekin Gazetesi’nde yayımlanan “ÇANKIRI İSTİKLÂL YOLUNDA” köşe yazısı, kaybolmaya yüz tutan İnebolu, Kastamonu, Ilgaz, Çankırı, Kalecik tarihi hattı hakkında bir milat oldu. Hem 295

Vadi ÇİÇEKLİ

hattın ismini “İstiklâl Yolu” olarak koydu isim babası oldu; hem de hattın ihyası ve tanıtımı için akademik düzeyde bir proje özeti sundu. 3. Mahalli (Gazete ve internet) basında İstiklal Yolu’nun farkındalığının oluşması için köşe yazıları yazdı. 4. 2007 yılında kurulan Çankırı Karatekin Üniversitesi Rektörlüğü’ne teklifi üzerine, 2009 yılında Çankırı’da ilk defa Çankırı Karatekin Üniversitesi organizasyonu ile İstiklâl Yolu Yürüyüşü başlatıldı ve geleneksel hale geldi. 5. Çankırı Karatekin Üniversitesi Rektörlüğü’ne teklifi üzerine, 2010 yılında Cumhuriyet tarihinde ilk defa “Milli Mücadelede İstiklal Yolu ve Çankırı” sempozyumu yapıldı. 6. 2012 yılında ( yeğeni Ayşegül Özbey’in eşi) Murat Özbey’in teklifi ve özverili destekleriyle, kişisel olarak akademik bir bilgi tabanı oluşturmak ve paylaşmak amacıyla www.istiklalyolu.com sitesini hazırladı, kuruluşundan sonra Derneğe devretti. Halen web sitesi İsmail Çam ve Murat Özbey işbirliği ile dinamik olarak yürütülmekte olup ziyaret sayısı 119 bini aşmıştır. 7. 2013 yılında Çankırı Valiliği İl Kültür Turizm Müdürlüğü’ne teklifi üzerine, Ilgaz -Çankırı arasında kalan 33 km tarihî İstiklâl Yolu güzergâhı, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından tarihi SİT olarak tescil edildi. 8. 2013 yılında tescil edilen İstiklal Yolu güzergâhının tarihi ve doğal dokuya göre 33 km işaretlenmesi için özel bir proje hazırladı. Çankırı Valiliği’nin finanse ettiği projenin koordinatörlüğünü yaptı. Emprenye ahşap malzemelerden doğal görünümlü İstiklal Yolu kapıları, bilgi ve yön levhaları, (Kurulan Derneğin de desteğiyle) üretimi, yol boyunca montajı ve işaretlemesi yapıldı; 2009 yılında, ÇAKÜ Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü Tunç Boran ile ÇAKÜ adına “İstiklal Yolu Belgesel Filmi” hazırlıklarına başladılar. Fakat yeni kurulmuş Üniversitenin maddi problemleri sebebiyle gerçekleştirilemedi. Kişisel çalışmaları, kurumsal ve ekip olarak güçlendirmek, sürdürmek; daha büyük projeler hazırlamak ve yürütmek amacıyla, artık yola bir STK/ Dernek ile devam edilmesine karar verdiler. Böylece İsmail Çam’ın başkanlığında, 26.3.2014 tarihinde Çankırı Karatekin Üniversitesinin bazı öğretim elemanları (Yrd. Doç Dr. Tunç Boran, Öğr. Gör. İsmail Akyüz, Arş. Gör. Ömer Ak, Makine Uzm. Hüseyin Gökçe) ve MYO öğrencileri (Olcay Durlanık ve T. 296

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

Osman Altındal) tarafından Türkiye’de ilk defa İstiklal Yolu adında, Çankırı Merkezli olarak; “Millî Mücadelenin cephe gerisi lojistik güzergâhların ana yolu olma payesini ve temsilen İstiklal Yolu nişanını hak eden tescil edilmiş millî bir yol olan İnebolu, Kastamonu, Ilgaz, Çankırı, Kalecik, Ankara hattı hakkında eğitim, kültür, turizm, tanıtım faaliyetlerinde bulunmak; toplumda özellikle genç nesilde farkındalık ve vefa duygusu oluşturmak” amacı ile” bir STK “İstiklal Yolu Eğitim Kültür Turizm ve Gençlik Derneği Kuruldu. Dernek Tüzüğünün tam metni www.istiklalyolu.com web sitesinde bulunmaktadır. FAALİYETLERİ 1. Çankırı’da tescil edilen tarihi İstiklal Yolu güzergâhının işaretlenmesi projesine işgücü desteği vermiştir (2014). 2. Çankırı İstiklal Yolu Yürüyüşleri ( 5. Yürüyüşten itibaren) organizasyonunda bulunmaktadır. 3. T.C. İçişleri Bakanlığı Dernekler Dairesi Başkanlığının 2015-1 kapsamında desteklediği “Karınca Ordusu İstiklal Yolu’nda Projesi’ni 15.9.201514.9.2016 tarihlerinde yürütmüştür: a. Çankırı Merkezde bulunan ortaokul, lise, üniversite eğitim kurumları ve bazı resmi kurumlarda toplam 40 “Karınca Ordusu İstiklal Yolu’nda” konferansı yapmış ve 4580 dinleyiciye İstiklal Yolunu tanıtılmıştır. b. Karınca Ordusu İstiklal Yolu Belgesel Filmi (40 dakika) hazırlanmıştır. Halen Derneğimizin www.isitiklalyolu.com web sayfasında yayınlanmaktadır. c. Karınca Ordusu İstiklal Yolu Çizgi Romanını (100 sayfa, 2000 adet hazırlanmış ve Çankırı, Kastamonu ve Ankara’da öğretim Kurumları ve İl Halk Kütüphanelerine dağıtılmıştır. İstiklal Yolu Çizgi romanı sanal kitabı, Derneğimizin www.isitiklalyolu.com web sayfasında yayınlanmaktadır. 4. NTV’de yayınlanan “İstiklal Yolu” Belgesel filminin hazırlanmasına destek vermiştir. TRT Avaz ve TRT Radyo 1 konuk olarak İstiklal Yolunu tanıtmıştır. 5. Çankırı Karatekin Üniversitesi ve Çankırı Milli Eğitim Müdürlüğü ile “Eğitimde İşbirliği Protokolü” imzalamıştır. İmzalanan protokoller sayesinde, 297

Vadi ÇİÇEKLİ

Derneğimizin hak ettiği bütün Projelerde işbirliği yapılarak başarılı ile yürütülmüştür/yürütülmektedir. 6. Ankara AKM 26-29 Mayıs 2006 tarihlerinde Çankırı Tanıtım Günlerine katılmıştır. Hazırladığı özel stantla ziyaretçilere İstiklal Yolunu tanıtmıştır. 7. Kültür ve Turizm Bakanlığının GENÇDES 2017 -1 kapsamında desteklediği “Gençlik İstiklal Yolu’nda” projesini 17.4.2017 - 17.12. 2017 tarihlerinde yürütmüştür. Türkiye çapında İstiklal Yolu konulu ödüllü görsel sanatlar yarışması düzenlenmiştir. Resim, heykel, seramik, fotoğraf ve afiş dallarında yapılan yarışma sonunda 36 eser ödül almaya hak kazanmış, 41 eser ise sergilenmeye değer bulunmuştur. Böylece Gençlik İstiklal Yolunda Projesi Görsel sanatlar Yarışması ile İstiklal Yolu hakkında 77 yeni eser kazandırılmıştır. Eserler, Çankırı, Kastamonu ve Ankara’da Güzel sanatlar galerilerinde sergilenmiştir. Eserler İstiklal Yolu noktalarının birinde açılması arzulanan İstiklal Yolu müzesinde sürekli sergilenmesi için Dernekte saklanmaktadır. Eserlerin sanal katalog kitabı Derneğimizin www.isitiklalyolu.com web sayfasında yayınlanmaktadır. 8. T.C. İçişleri Bakanlığı Dernekler Dairesi Başkanlığının 2018-1 kapsamında desteklediği “İstiklal Yoluna Vefa Projesi’ 2.7.2018 - 30. 6, 2019 tarihlerinde yürütülmüştür. Proje kapsamında İstiklal Yolu hakkında Türkiye çapında, yaşanmış hatıralar, kurgu hikayeler ve şiir dallarında ödüllü edebiyat yarışması (online başvuru sistemiyle) düzenledi. Değerlendirme Jürileri tarafından Ödül almayı hak eden yayınlanabilir bulunan eserler “İstiklal Yolu Yaşanmış Hatıralar”, “İstiklal Yolu Kurgu Hikâyeler” ve İstiklal Yolu Şiirleri adlarıyla kitaplaştırılmıştır. Proje kapsamında ayrıca İstiklal Yolu Belgeleri albümü oluşturma çalışması yapılmıştır. Çankırı Belediyesiyle beraber Genel Kurmay Başkanlığı ATASE arşivinden çok sayıda Osmanlıca belge sağlanmıştır. Tamamlandığında İstiklal Yolu Belgeleri albümü de Çankırı Belediyesi ile birlikte kitaplaştırılacaktır. 9. Tarım ve Orman Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğünün teklifi üzerine, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 1 Kasım 2018 tarihinde “Ankara, Çankırı, Kastamonu, İlleri sınırları içerisinde bulunan alanın “İstiklal Yolu Tarihi Milli Parkı” olarak ilanını imzalamıştır. İstik298

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

lal Yolu Eğitim Kültür Turizm ve Gençlik Derneği 2016 yılından beri yapılan çalışmalara gönüllü danışmanlık yaparak karar verilmesinde etkili olmuştur. 10. Gençlik ve Spor Bakanlığı desteği ile “Milli Mücadele Cephe Gerisi” projesi 30 Aralık 2018 - 30 Aralık 2019 tarihlerinde yürüttü. Proje kapsamında Çankırı’da ÇAKÜ işbirliğiyle 17-20 Ekim 2019 tarihlerinde 19-29 yaş grubuna yönelik olarak “Milli Mücadelede Cephe Gerisi Gençlik Sempozyumu” düzenledi. Sempozyumda sunulan bildiriler kitaplaştırıldı. Böylece İstiklal Yolu hakkında yeni bir kaynak eser daha hazırlandı. 2014 Yılında Kurulan İstiklal Yolu Eğitim Kültür Turizm ve Gençlik Derneği, Kuruluşundan beri her yıl bir proje yürütmüş; 2019 yılında ise iki proje birden yürüterek bir rekora imza atmıştır. Sağladığı hibe finanslarıyla İstiklal Yolu hakkında eksikliği olan alanlarda çok sayıda yeni eser kazandırmıştır. 11. İstiklal Yolu Derneği Yürüttüğü projeler haricinde de İstiklal Yolu hakkında eserler kazandırmayı sürdürmüştür. Bu kapsamda; a) Üç kere sahneye konulmuş fakat yayınlanmamış (öğretmen İhsan Yılmaz’ın akademik bir araştırmayla hazırlanan) “ Ilgaz Dağı Derbent Şehitleri” piyesini kitaplaştırdı (2019). b) Şair Vadi Çiçekli’nin telif hakkını İstiklal Yolu Derneğine bağışladığı “ Kağnılar Giderdi İstiklal Yolu’nda “ şiir kitabını kitaplaştırdı (2019). DERNEK KURULLARI Yönetim Kurulu: Asıl üyeler: Başkan İsmail Çam, Başkan Yardımcısı Tunç Boran,Sayman İsmail Akyüz, Sekreter Dursun Cebeci, Üye Hasan Eren Ölmez. Yedek Üyeler: Şengül Mantar, Aylin Alemdar, Asım Çağrı Şenol, Fikret Kedersiz, İbrahim Altınsoy Denetleme Kurulu Asıl Üyeler: Başkan Eyyüp Karakaş, Üyeler: Abidin Şahinoğlu, Süleyman Dönertaş Yedek Üyeler: Mustafa Sarıarslan, Müslüm Koçak, Mustafa Çağlayan 299

Vadi ÇİÇEKLİ

SÖZLÜK ağzına keşkek arka göb bebeği kırklamak

çıkın dedeğil depni ebe gemlemek hapaz hep bereni ibi işkefe işmar kara yakmak kayın kaynata kirimek lenger malamat mıh ok ön göb 300

keşkek yemiş gibi ağzın tatlanması kağnı arkasındaki koruma tahtası ebenin sağ elinin içini ve dışını kırk defa suya vurarak bu suyun bebeğin tepesinden aşağıya dökülmesi yiyecek konulan bez parçası sığırın boynunu boyundurukta tutmaya bakırdan iki kulplu tabak babanın annesi bırakmamak, kilitlemek avuç ot taşımaya yarayan küfe küçük kazan hindi, Çankırı’da colu deniyor bir çeşit yufka el, göz veya baş ile yapılan işaret bez parçasının yakılan külünün veya kahve bönünün göbeğin üzerine konularak sarılması kadın ve kocaya göre birbirlerinin erkek kardeşleri kadın ve kocaya göre birbirlerinin babaları ayağını eşeleyerek gitmemek için direnç göstermek bakırdan kuzu ve hindi koymaya yarayan büyük kap rezil, rüsva olmak, kınanmak çivi kağnı şasesi kağnı önündeki koruma tahtası

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

potur sac sacayağı sadak tutmak sahan saplı sındıraç şebit üleştirmek yular zelve

arka tarafında kırmaları olan bacakları dar bir tür pantolon yassı demir levhadan yapılan dışbükey pişirme aracı üç ayaklı demir destek tilkinin sancılanması bakır kulplu tas bulguru kazandan çıkarmaya yarayan kavisli içe dönük bıçak sac üstü bölüştürmek, dağıtmak yarayan çatal pim görevi gören ince dal hayvanı götürmeye yarayan boyun kısmına asılı ip sığırın boynuna geçirilen “u” biçiminde çatal ağaç

301

Vadi ÇİÇEKLİ

KAYNAKÇA 1. 10. Yıl Cumhuriyet Bayramı Hatırası Kastamonu il Yıllığı, Kastamonu, 1933. s.290 2. Ahmet TalatONAY, Milli Mücadele Yazıları, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları:2630, (Sadeleştirildi) İstanbul, 1995, s.109-110 3. Çankırı Belediyesi Dr. Rıfkı Kamil URGA Çankırı Araştırmaları Merkezi Arşivi 4. Enver Behnan ŞAPOLYO, Mustafa Kemal Paşa ve Milli Mücadele’nin İç Alemi, İstanbul, İnkilap ve Aka Kitapevleri, 1967, s.19 5. Erol MÜTERCİMLER., Onlar Bizim İçin Öldüler (Bu Vatan Böyle Kurtuldu), Alfa yayınları 8. baskı, istanbul. 2005 6. Ersal YAVİ, Batırılan Bir Ülke Nasıl Kurtarılır, Yazıcı Yayınevi, İstanbul. 2001. s.218 7. Ersal YAVİ, Kurtarılan Bir Ülke Nasıl Batırılır, Yazıcı Yayınevi, istanbul, 2007.S./209 8. Fahir H. ARMAOĞLU, Siyasi Tarih, 1789-1960, Ankara, Sevinç matbaası, 1964, s.635 9. Fazıl ÇİFÇİ, Mahalli Basın İşığında, Milli Mücadele’de Kastamonu ve Çevresi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Mat. Ve Tic. İşi., Kastamonu, 2006, s.104 10. Fetullah ERASLAN, İsmail METİN, Türk Polis Tarihi, Ankara, Aslımlar Basımevi, 1984, s. 220 11. Hacışeyhoğlu Hasan ÜÇOK, Çankırı Tarih ve Halkiyatı, Ankara: Okuyan Adam Yayınları, 2002, s.156 12. Halit Çevri ASLANGİL, Halil Hamdi EKİZ, Kalecik’in Tarihi Dünü Bugünü İçin Bir Araştırma, Kalecik Kültür Derneği Yayını, No:1, s.25 13. Hürriyet Gazetesi, 06 Mart 2008 s.2 14. ipek ÇALIŞLAR, Latife Hanım, Doğan Kitapçılık AŞ. Güneşli.İstanbul, s.131 15. İsmail ÖLMEZ, 06 Mart 2002 Günlü Mektubu, Küre, Kastamonu 16. İsmail Vasfı ÇAMAHMETOĞLU, Basılmamış Çankırı Notlan, 24.03.2006, Çankırı 17. Lord KINROSS, Atatürk, Bir milletin yeniden doğuşu, Altın Kitaplar, İstanbul, 1994, s.258 18. M.Kemal ATATÜRK, Nutuk (Bugünkü Dille Yayına Hazırlayan: Prof. Dr. Zeynep Korkmaz), Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi, 2002, s.422

302

KAĞNILAR GİDERDİ İSTİKLÂL YOLU’NDA

19. Mustafa ESKİ, Mustafa Necati Bey’in Kastamonu’daki Çalışmaları, Ankara:Ayyıldız Matbaası, 1990, s.8 20. Mustafa GEZİCİ, Alatarla İlköğretim Okulu, Nisan 2006 Mektubu, Taşköprü, Kastamonu 21. urettin GÜLMEZ, Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu’da Yeni Gün, Ankara: AKDTYK Atatürk Araştırma Merkezi, 1999, s.519 22. Nurettin PEKER, 1918-1923 istiklal Savaşının Vesika ve Resimleri, İstanbul: Gün Basımevi, 1955, s.351 23. Orhan Veli KANIK, Bütün Şiirleri (İstanbul Türküsü), İstanbul: Adam Yayınları, 1996, s.66 24. Osman BAŞBUĞ, Kurtuluş Savaşında Silah ve Cephane Temini (Doktora Tezi), Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara, 1988, s.127-128 25. Osmanlı Belgelerinde ÇANKIRI, Öncü Basımevi, Mayıs-2008, Ankara, s.188120 26. Ömer TÜRKOĞLU, Tarihçi-Araştırmacı, Özel Arşivinden “Eski Bir Polis Memurunun istanbul’dan Anadolu’ya, Anadolu’dan Görevlendirildiği Zonguldak’a Giderken Tuttuğu Notlar”, s.1. 27. Sabahattin SELEK, Anadolu ihtilali, II.cilt Kaslaş Yayınevi Ocak 2004 11 .Baskı Taksim/istanbul s. 684 28. Sadık ÇAKIRSİPAHİ, İlgaz, Çankırı: Karatekin Kitapevi, 2005, s. 44 29. Suavi AYDIN, Kudret EMİROĞLU, Ömer TÜRKOĞLU, Ergi D. ÖZSOY Küçük Asyanın Binyüzü: Ankara, Dost Kitapevi yayınları, Temmuz 2005. Ankara, s. 262 30. Tarih İçinde Gölbaşı, Gölbaşı Belediye Başkanlığı Kültür Yayınları, Ankara. Semih Ofset 2007. s.83 31. Tayfun YILDIRIM, Eski Hitit Çağı’na Ait Yeni Bir Kült Vazosu, Anadolu Medeniyetleri Müzesi 2005 Yıllığı, Ankara. 2006. s.347 32. Tayip BAŞER, Çankırı Karatekin Uluları, Ajans Türk Matbaası, Ankara, s.19 33. Mustafa DURLANIK’ın Hatıratı (TBMM I. Ve II. Meclisinde Çankırı Mebusu Hacı Tevfik Efendi’nin Torunu), Çankırı Belediyesi Rıfkı Kamil URGA Arşivinden 34. Tevfik ÇAVDAR, Milli Mücadele’ye Başlarken Sayılarla Durum ve Genel Görünüm II, Cumhuriyet Gazetesi Tarih ve Kültür Dizisi: 204,2001, s. 50 35. Tunç SİPAHİ, V. Uluslararası Hititoloji Kongresi Bildirileri, Çorum 02-08 Eylül 2002, Nokta Ofset, Ankara, 2005.S.11 36. Turgut ÖZAKMAN, Şu Çılgın Türkler, Ankara: Bilgi Yayınevi, 2005, s.89 37. http://www.turkhukuk.info/osmanli-devletinde-ceza-yargilama-hukuku.html

303

Vadi ÇİÇEKLİ

304

Get in touch

Social

© Copyright 2013 - 2024 MYDOKUMENT.COM - All rights reserved.